İslam’ın kamusal alandan tasfiyesinin en önemli göstergelerinden biri olan ve yıllar yılı vahşi bir zorbalıkla sürdürülen başörtüsü yasağında önemli gelişmeler yaşanıyor. 12 Eylül referandum sonuçları elbette ki bu değişim rüzgârını hızlandıran ve yaygınlaştıran kırılma noktasıydı. Seçimlerden daha kuvvetli bir etki oluşturan, hatta karşı konulamaz bir meşruiyet psikolojisi oluşturan referandum AK Parti hükümetine siyasetin ve toplumun bürokratik vesayete karşı daha güçlü bir irade koyma cesareti kazandırdı.
Ergenekon dava süreci sonrasında toplumsal alanda yaşanan özgüven, YÖK’ün başörtüsü yasağına ilişkin yayınladığı bir yazı vesilesiyle daha bir artarak temel hak ve özgürlüklerin boyunduruk altından kurtarılabilmesi için yeni bir moral kaynağı oldu. AYM, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı kurumlarının sözde hukuk adına ezdiği, bir köle gibi aşağıladığı toplum kesimleri mahkûm edilmek istendikleri bu acziyet psikolojisinden biraz şaşkınlıkla, biraz tereddütle, ağırdan alarak ama ümitle, sevinçle kurtulma yolunda ilerliyor.
CHP liderinin dahi meydanlarda, ekranlarda çözmeyi vaad etmek zorunda kaldığı başörtüsü yasağı, gerek partisi içerisinden gerekse laik/çi aydın-akademisyen kesimlerde süngünün çoktan düştüğünün çarpıcı numunelerini serdi gözler önüne. YÖK’ün fiili olarak yasak karşıtı pozisyonunu deklare etmesi, yasağa gerekçe oluşturabilecek yasal hiçbir zeminin var olmadığını ısrarla vurgulaması 28 Şubat’ın tüm aktörlerini şoka sokmuş durumda. İkna odalarının mucidi dahi başörtüsü yasağının üniversitelerde zaten kalktığını anlatıyor kamuoyuna.
Bugünlerde CHP’nin konuyu anayasal çözüme kavuşturma teklifi ise başörtüsünün sadece yüksek öğrenimle sınırlı bir alana hapsedilmesi tuzağından başkaca hiçbir niyete işaret etmiyor. Kollarımıza vurdukları prangaları biraz gevşetmeye razı olmamızı bekliyorlar. Darbe süreçlerinde gaspedilen haklarımızdan birazını koklatarak statükoyu devam ettirmenin yollarını arıyorlar. Ama nafile! İç tehdit olarak karalayıp temel hak ve özgürlüklerinden mahrum ettikleri yüz binlerce insan ne eski tasa ne de eski hamama razı olacak.
Kamusal alanla başlayıp mahalle baskısıyla devam eden sözlerin büyüsü tamamen bozulacak. Atatürk ilkeleriyle başlayıp Anayasa Mahkemesinin kararlarıyla devam eden korku dolu tehditlerin kesinlikle ofsayt olduğu görülecek. Başörtüsüne şartsız, sınırsız özgürlük sağlayacak hukuki teminat dışında başkaca çözüm aramak boşuna. Çanlar bu kez değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilkeler adına halka karşı topyekün savaş yürütenler için çalıyor. Referandum ile başlayan sarsıntılar artçı değil, hiç şüphe yok ki öncü sarsıntılar. Darbe ve muhtıra ile, brifing ve andıç ile, sabotaj ve faili meçhul ile halka tahakküm etmekte olan statüko kalesinin düşmemesi için bürokratik oligarşinin ortaya koyabileceği oyunların başarı şansı çok düşük. Resmi ideolojiye sadık yargının da psikolojik harp uzmanı kurmay subayların da süreci geri döndürmeye veya dondurmaya gücü yetmeyecektir. Tabii ki temel hak ve özgürlüklerini müdafaa eden toplumun sabır, azim ve istikameti bozmaması şartıyla.
Not: Bu makale 11 Ekim 2010 tarihli Yeni Akit gazetesinde de yayınlanmıştır.