Orta Doğu 2010 yılı sonunda Tunus’ta başlayan İntifada süreciyle birlikte belki de tarihinin en hareketli dönemlerinden birini yaşıyor. Arap Baharı adı verilen ve en temelde despotizme karşı Müslüman halkların hürriyet ve adalet talebini yansıtan bu süreç korku duvarlarının yıkılmasını beraberinde getirirken, aynı zamanda egemenlerin yüreğine de derin korkular saldı. İşte bu derin korkuyla statüko güçleri tam 4 yıldır her türlü zulmü, ahlaksızlığı icra ederek süreci durdurup, korku duvarlarını yeniden ve bu kez daha da yüksek bir tarzda inşa etme gayretindeler.
Suriye’de kesintisiz biçimde uygulamaya konulan vahşet, Mısır’da darbe, Tunus’ta Nahda’yı köşeye sıkıştırma operasyonlarının tümünün aynı saikten hareketle icra edildiği malum. İslami hareketin iktidarını engellemek ve İslami kadroları tercih eden kitleleri tercihlerinden ötürü ağır biçimde cezalandırarak iradesizliğe mahkûm etmek tüm bu yapılan edilenlerin ortak paydasını teşkil etmekte.
Uzlaşmazsan Böleriz
Libya’da yaşananların analizinin de bu düzlemde yapılması gerekmekte. Olan bitenin anlamlandırılması ancak bu şekilde mümkün olabilir.
Kaddafi diktatörlüğünün devrilmesinin ardından Libyalı devrimcilerin Batının beklentilerini karşılayacak adımlar atmak yerine tam tersi bir tutumla hem içeride, hem dışarıda Libya’yı İslami hareketler için bir mevzi, bir merkez haline getirerek uzun zamandır şimşekleri üzerlerine çektikleri biliniyordu.
Açıkça görüldü ki, Suriye’de, Yemen’de, Mısır’da devrimi boğmak için devreye sokulan politikalar ve politikacılar Libya’da da sahaya sürüldü. Bu noktada geçen yıl Mayıs ayından itibaren Amerikan yetiştirmesi bir general olan Halife Hafter’e görev verildi ve o da gerek ordu içindeki Kaddafi kalıntıları gerekse de etrafına topladığı milis gruplarıyla darbeye kalkıştı. Bu yapılırken de siyasal yapı ve temsil sistemi üzerine bir türlü bitirilemeyen tartışma ve çekişmelerin de oluşturduğu boşluk ve belirsizlik hali istismar edildi.
Bugün kabaca Libya ikiye bölünmüş görünmekte. Trablus merkezli Ömer el-Hasi başkanlığındaki devrimcilerce desteklenen hükümete karşı, Abdullah es-Sini’nin başkanlığını yaptığı ve meşruiyetini Trablus’tan Tobruk’a taşınmış meclisten alma iddiasındaki hükümet bulunuyor.
Anayasa Mahkemesi’nin meşru olmadığını ilan ettiği Tobruk Hükümeti “İslamcı teröristlere karşı savaş” retoriğiyle bir yandan uluslararası güçlerden meşruiyet devşirmeye çalışırken, 2 Mart’ta Hafter’i ordu komutanlığına atayarak darbeci tutumunu netleştirmiş oldu. Ülkenin sadece doğu kısmında, Mısır’a yakın küçük bir bölgesinde kontrolü elinde bulundurmakla birlikte meşru yönetim olma iddiasındaki Tobruk hükümeti bir yandan BM’den 1970 sayılı ve Şubat 2011 tarihli Libya’ya silah ambargosu kararının kaldırılmasını talep etmekte, buna paralel biçimde de Mısır’ı doğrudan müdahaleye çağırmakta.
Uzlaşma Uzak, Zafer Mecburi
Libya’daki ihtilafı çözüme kavuşturmak için Türkiye de dâhil olmak üzere pek çok ülke uzlaşma çağrıları yapmakta. BM özel temsilcisi tarafları uzlaştırma çabaları sürdürmekte. Buna karşın “İslamcı terörle savaş” plağının herkes için son derece sevimli geleceğini iyi bilen Hafter ve Tobruk Hükümeti uzlaşma arayışına sırt çevirmekte.
Konuyla ilgili olarak Türkiye devleti adına bu ülkedeki gelişmeleri takip etmek ve çözüm çabalarına katkı sunmak amacına binaen uzun bir süredir Libya özel temsilcisi sıfatıyla görev yapan Sayın Emrullah İşler’in geçen hafta içinde organize ettiği bir toplantıda Türkiye’nin soruna yaklaşımını birinci elden öğrenme ve istişare etme imkânı bulduk. Sayın İşler’in Libya konusunda oldukça yoğun bir mesai sarf ettiği de, Türkiye’nin Libya’da adaletten ve halkın iradesinden yana istikrarlı bir tutum sergilediği de ortadaydı. Ama aynı şekilde İslami kadroların iktidardan püskürtülmesine odaklanmış çevrelerin düşmanlıkta sınır tanımayan tutumları karşısında uzlaşma-uzlaştırma çağrı ve çabalarının maalesef pek bir karşılığının olmayacağı da görülmekteydi.
Libya’daki gelişmelerle ilgili olarak, Katar ve Sudan ile birlikte Türkiye’nin yoğun biçimde hedef alındığı ve bilhassa Türkiye’ye karşı çok kesif bir karalama, suçlama kampanyası yürütüldüğü görülmekte. Bu kampanyanın sadece Libya’daki darbeci güçler ve onların hamilerince değil, içerideki malum çevrelerce de desteklendiğini hiç şaşırmadan izliyoruz. Bu çerçevede bilhassa Doğan medyasında İslami hareket düşmanlığı tescilli bazı kalemlerin kaleme aldıkları yorumlar, hatta “Türkiye’den Libya’ya gönderilen ve yolda yakalanan silah yüklü gemiler” türünden uyduruk haberlerle sıkça karşılaşıyoruz. Beklendiği üzere bu haberler bir müddet sonra tüm dünyada Türkiye’nin teröre verdiği desteğin delilleri olarak bolca atıf yapılan haber ve yorumlar olarak kullanılıyor.
Libya sorununun kolay bir çözümü yok! Ülke ciddi anlamda bölünmüş durumda. Uzlaşma çağrılarının sırtını küresel ve bölgesel statüko güçlerine dayamış darbecilerce dikkate alınması da muhtemel görünmüyor. Bu durumda Fecr-i Libyaadıyla hareket eden Trablus merkezli Libyalı devrimcilerin sahada bu işbirlikçileri yenmesinin en makul çözüm olduğu görülmeli.