Yorum: Kenan Alpay
Star Gazetesi, Uzan Grubu’nun elinden çıkıp da önce TMSF’ye ardından Sancak Grubuna son olarak da Tevhid Karakaya’nın yönetimine geçiş sürecinde epeyce değişti. Uzan Grubu, televizyonlarının yanı sıra, bir şantaj aracı olarak kullandığı Star Gazetesini de 28 Şubat cuntasının emrine amade kılmıştı.
O süreçte Genelkurmay Karargâhı’nda İslam’a ve Müslümanlara yönelik hazırlanan ve Batı Çalışma Grubu marifetiyle medyaya servis edilen Psikolojik Harp Dokümanları başta Hürriyet, Sabah, Milliyet gibi gazetelerin yanı sıra Star Gazetesi’nde de ağırlığınca yer tutuyordu. Fatih Çekirge ve Can Ataklı gibi Mehmetçik gazeteciler Çevik Bir gibi darbeci generaller tarafından ellerine tutuşturulan sözde belgeleri yayınlamakta rakipleriyle yarış ediyorlardı.
Neyse ki o iğrenç misyonun sahibinin ve taşeronlarının tuzakları başlarına geçti. Ergenekon ve Balyoz cuntacıları ile beraber hak ettikleri itibara kavuşuyorlar. Toplum psikolojisinde açtıkları ağır yaralar, sebep oldukları dehşetli travmalar etkilerini günden güne yitiriyorsa da halen alınması gereken epeyce bir mesafe olduğu aşikar.
Star Gazetesi’nin darbe sürecindeki misyonu kadar normalleşme sürecindeki misyonu da bizi yakından ilgilendiriyor elbet. Çünkü özellikle Mustafa Karaalioğlu’nun Genel Yayın Yönetmeni olduğu tarihten itibaren Star’da yazılan çizilenlerin önemi daha bir arttı. Karaalioğlu hem haber hem de yazar-yorumcu kadrosuyla başka bir Star Gazetesi ortaya çıkardı. Şantajcıların ve cuntacıların sesi olmakla şöhret kazanan Star’ı şantajcılara ve cuntacılara karşı bir mücadele aracına dönüştürmek, kimsenin hafife alamayacağı kadar önemli bir iş.
Şimdi bu yazımıza konu olan en kritik soruyu sormanın zamanı geldi: Siyasi cephesiyle Star’da ortaya çıkan dönüşüm acaba sosyal, kültürel ve ahlaki cephesiyle ne halde? Mustafa Karaalioğlu ve kadrosu yüz bini aşan tirajıyla Star’da okurlarının karşısına nasıl bir sosyal hayat, kültürel dünya ve ahlaki çehre çıkarıyor acaba? Uydurma, çarpıtma, asparagas vs’den değil gazetecilikteki haber ve fotoğraf terciğinden bahsediyorum elbet.
Haber ve fotoğraflarda Karaalioğlu yönetimindeki Star’ın tercihlerini anlamak için öyle uzun boylu arşiv taramasına girmeye gerek yok diye düşünüyorum. 23 ve 24 Ekim nüshalarından birkaç hususa değinmek maksadın hâsıl olması için kifayet eder sanırım.
Önce, Star’ın 24 Ekim Pazartesi nüshasına bakalım.
Doğal olarak ilk sayfa bütünüyle depreme ayrılmış. İkinci sayfada Ahmet Kekeç’in yazısının yanı başı boy resimleri eşliğinde “Köfte Leman”la yapılan söyleşiye, hemen altı ise İstanbul’daki “Caz/Zaz İzdihamı”na ayrılmış. Okuyucu bu haberle, söz konusu caz konserine gidenlerin nasıl olup da “eski Paris sokaklarında dolaşıyor” havasına girildiğini öğreniyor. Çakma romantizm haberleri anlayacağınız.
“Başkent’te dev koro” başlığıyla verilen diğer sayfadaki haberde ise üzerlerine Atatürk resimli tişörtler giydirilmiş ve ellerinde bayrak sallayan çocukların marş söylerken çekilmiş büyükçe bir resmi yer alıyor. Türkiye’nin dört bir yanında konserler veren TOBAV bu kez Ankaralılarla buluşmuş.
Ne mi söylemişler? Allah aşkına resme bakıp haberi hiç okumasanız bile malum değil mi? Elbette yine İstiklal Marşı, yine 10. Yıl Marşı, yine İzmir’in Dağlarında marşı! Hani ulu önder Atatürk buyurmuş ya “Cumhuriyetin temeli kültürdür”. İşte bu kültür sevdalıları da minicik çocuklara ‘kültür aşılamaya devam’ ediyorlar.
“Ayının kırk türküsü varmış, kırkı da armut üzerineymiş” misali Kemalistlerin Türkçü-askeri tek tipleştirici marşlardan başka repertuarlarında bir şey yok. zaten otoriter ve totaliter bir rejime kafayı takmış bu kesimlerin insanın kalbine dokunan, yüreğine işleyen, duygularını okşayan şarkılarla, türkülerle ne işi olur ki! İyi de Star bu klasik militarizasyon sürecinin haberini allayıp pullayıp nereye varmak istiyor? Hani, darbecilere karşı mücadele ederken darbeciliğin çirkin de olsa kaba-saba bir kültür mücadelesi olduğundan habersizmiş gibi bir hava var.
Magazin Servisi imzasıyla gazetede yer alan diğer haber ise “Tango Feeling yeniden Türkiye’de” başlığıyla verilmiş. Meğer ‘Tango Feeling’, Hızır Acil Servis gibi gelişiyle sanatseverlerin imdadına yetişmiş ve sadece danslarıyla değil şık kostümleriyle de ruhlara işleyemeye hazırmış. Şık kostümlerin bir örneği de sunulmuş okura. Olabildiğince dekolte bir kostüm resmi göreceğinizden şüpheniz var mı? Bunlar nedir şimdi; rüştünü ispat çabası mı, aşağılık kompleksi mi yoksa kabak çiçeğinin hikâyesi mi?
Diğer bir bahse geçerken karşımıza enteresan bir KAOS-GL haberi çıkıyor. Anayasa tartışmaları üzerine hazırlanan bir habere iliştirilen “KAOS-GL’den görüş istendi” haberi o kadar ‘objektif’ yazılmış ki şaşmamak mümkün değil. Anayasa Uzlaşma Komisyonu sivil toplum formatında örgütlenen “gay ve lezbiyenlerden de görüş istemiş”. Ahlaksızlığa çağrı yapmak üzere örgütlenmiş bir fesat odağını davet etmesi Komisyonun bir ayıbı olduğu kadar bu çağrıyı öne çıkarıp normal bir habermiş gibi okuyucuya sunmak da gazetenin ayıbıdır.
Uzun bir süre Star gazetesi üzerinden zaman zaman “Müslümanların homofobik rahatsızlıklarını rehabilite etmek” amacıyla yazılar kaleme alan Hidayet Şefkatli’ye geçen yıl yol verilmesi iyi bir adımdı. İyi bir adımdı ama demek ki Star’daki sorun Şefkatli’nin tercihiyle sınırlı bir sorun değilmiş. Topluma, “kimse korkmasın, herkesin içi müreffeh olsun, sivil anayasa gay ve lezbiyenleri de kapsayacak bir genişlikte” müjdesi mi verilmek isteniyor, tam anlayabilmiş değilim.
Arka sayfaya gelince uzun yıllar boyunca Hürriyet, Sabah, Akşam gazetelerinde “kaldırılması patron tarafından dahi teklif edilemeyen” bir arka sayfa güzeliyle karşı karşıya kalıyoruz. Her ne kadar Star’ın arka sayfa güzeli de diğerlerinde olduğu gibi çırıl çıplak değilse de üzerinde çikolatadan yapılmış kıyafetimsi bir şey varmış gibi gözüküyor. Gözüküyor gözükmesine lakin Paris’teki çikolata fuarından kıyafet diye çikolatadan erotizm üreten ahlaksız modacıların tasarımını okuyucuya sunmanın mantıksızlığını, ifsat ediciliğini, günaha davet ediciliğini anlamak ne mümkün.
Ne sanatsal açıdan ne de toplumsal açıdan hiçbir olumlu katkıya vesile olan dizilerin, dizi oyuncularının saçma sapan ilişkilerinin öne çıkarıldığı haberler Star’ın 23 Ekim Pazar nüshasında da okuyucuya boca edilir. Kim hangi diziden ayrılmış, kim hangi diziye transfer olmuş, kim nerede ve kiminle evlenmiş haberleri geçit yapıyor gazete sayfalarında.
Star’ın 23 Ekim’deki arka sayfa güzeli ise “Monica Bellucci 47’sinde mankenlere taş çıkardı” başlığıyla veriliyor. İtalyan aktristin iki güzel resmiyle verilen haberin hemen altında ise İngiltere Prensi Harry’nin bir kokteylde tanıştığı garson kızla yaşadığı aşkı konu edinmektedir. Haberler böylece sürüp gidiyor.
Şöyle bir soru sorsak: Mustafa Karaalioğlu’nun kimliği ve yaşam tarzı bu türden bir gazete yayıncılığına el verir mi? Hiç sanmıyorum. Bu türden bir yayıncılık anne babası veya eşi ve çocukları başta olmak üzere kendisinin de mensup olduğu ve hitap etmeye çalıştığı toplum kesimlerine hayır mı getirir yoksa şer mi?
Müslümanca duyarlılıkları, ortalama ahlaki ilkeleri berheva eden ve benzer örnekleri Star’da hemen her gün sergilenen bu türden bir haberciliğin yol açtığı ifsadı Ahmet Kekeç, Sibel Eraslan, Elif Çakır, Nasuhi Güngör, Mustafa Akyol gibi yazarların yazılarındaki tespitlerin değil telafi etmesi dengelemesi dahi mümkün değildir.
Hedef habercilikse, gazetecilikse, çok satmaksa bunun mutlaka zikredilen zaafları alışkanlık hatta yayın stratejisi haline getirerek sürdürülebileceğini iddia etmek gerçeklerle bağdaşmaz. Toplumun zaaflarına oynamak, iktisadi ve siyasi lobilerin beklentilerini meşrulaştırma ameliyesini tabana yayarak sıradanlaştırmak, resmi ideolojiye ve magazin kültürüne bitişik nizam hareket etmek bilebileceğimiz, bilemeyeceğimiz kadar çok felakete yol açacaktır. Söz konusu edilen felaketler doğası gereği hem aileleriyle birlikte bu işin içerisinde olanları hem de hitap ettikleri geniş toplum kesimlerini ağır ağır dönüştürecek, başkalaştıracaktır.
Yakın geçmişte yaşanmış örneklerin sayısı az değil. TGRT’nin ve sahiplerinin, yöneticilerinin acıklı hikâyesi herkesin malumu. Diğer bazı kuruluşların TGRT’leşme sürecini tamamlayıp tamamlamadığını hep birlikte izliyoruz.
Esasen hatırlatmaya çalıştığımız mevzu şu: Bütün insanlar için fakat hasseten Müslümanlar için istisnası olmaksızın siyasi veya iktisadi iktidar ilişkilerine endekslenmiş bir çizgi önce çürümeye sonra da kaybetmeye mahkûmdur. Kesinlikle bu böyledir. Hakkı ve sabrı tavsiye etmek ise ertelenemez bir görevdir.
Çürümeye ve kaybetmeye mahkûm olmak istemiyorsak siyaseten olduğu kadar iktisadi, sosyal, kültürel, sanatsal alanlarda da kendi özgünlüğümüze sarılmak zorundayız. Kemalist paradigmaya karşı kimilerinin hemencecik sarıldığı liberal, post-modern paradigma güvenli bir liman değil. Allah-u Teala’ya karşı bizi mahcup edecek hiçbir davranışın meşruiyeti de makuliyeti de olamaz. Hatalarımız için mazeret değil, onların telafisi için gayret sarf etmeliyiz.
Haksöz Haber