Sözkonusu çetecilerse hukuk teferruattır, değil mi canlarım?

Şimdi pardon ama; Kemal Alemdaroğlu'nun, İlhan Selçuk'un ve Doğu Perinçek'in Ergenekon Operasyonu çerçevesinde gözaltına alınmasını, 'derin devletin inşası' olarak okuyanların, 'intikam planı' olarak niteleyenlerin, AK Parti'nin korku salma politikası olarak tevil edenlerin 'hukuk ve adalet'i savunduğuna inanabilir miyiz? Çıngar çıkarmayı şimdi aklına getirenlerin tek derdi, suçluların cezasını görmesi, suçsuzların salıverilmesi mi yani? Teessüfleri adaletin tecellisi için mi?

Cevabınız 'evet' mi?

Cumhuriyet Başsavcısı'nın gazete kupürlerinden derlediği iddianamesine en ufak bir eleştiriyi bile hazmedemeyip hukuk dekanlarını devreye sokarak "yargıya saygılı olun" tiradları atanların, Ergenekon gözaltıları esnasında birdenbire ağız değiştirdiğini ve bu ağızların "sözkonusu çeteciler Cumhuriyetçiyse, hukuk teferruattır" terennümüne evrildiğini görmemezlikten mi geleceğiz yani?

26 Hukuk Fakültesi Dekanı şimdi de çıkıp, "Çeteciliğin cezasını verecek hukuktur, ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun, mahkemelere güvenin" filan gibi; ne kadar duyarlı, he kadar hassas, ne derece hakkaniyetli ve de dikkatli olduklarını gösteren kahramanca çıkışlar yapmayacak mı?

Hepsini birden, hemen cevaplayalım: Hayır, dertleri adalet değil. Hayır, görmemezlikten gelmeyeceğiz. Ve hayır, Dekanlar da bu kez hukuk havariliği yapmayacak, susacak, aralarından bağımsız yargıya saygısızlık olduğunu bile bile, bunun 'AK Parti'nin intikam planı' olduğunu söyleyenler bile çıkacak.

Neden mi? Çünkü bu ülkede hukukun da, adaletin de ve hatta insanlığın da ihlali mümkündür, birilerince hak telakkisidir. Bu uğurda ikiyüzlülük, çiftestandart, dalavere, kalpazanlık, düzenbazlık, hinoğluhinlik mübahtan öte, müstehaptır, hatta vazife telakki edilir. Bu kadar oyun, aba altından sopa gösterme, sembol savaşı ve tekerine çomak sokma projesi suç olarak değil, amaca hizmet eden metod olarak makbuldür. Ama hukuk güme gitmiştir, hakikatin üstü ustaca örtülmüştür, ne gamdır.

İlhan Selçuk'un sabaha karşı yatağından alınıp götürülmesine çok bozulurlar sözgelimi ama 28 Şubat sürecinde, çetecilik gibi ciddi bir suçlamadan da değil, dönem konjonktürünce suç addedilmiş, 'cadı' ilan edilmiş 'dindarlık' gibi bir kabahatten dolayı gece yarıları yaka paça 'merkeze alınan' onlarca medya mensubundan, işadamından, ünlü isimden söz açıldığında 'haketmişti' noktasına gelirler.

Bundan iki yıl önce Genelkurmay Başkanı Büyükanıt hakkında iddianame hazırlayan Van Cumhuriyet Savcısı Sarıkaya'yı meslekten ihraca götüren 'hukukun üstünlüğü' yayınlarını yapanlar, AK Parti için kapatma davası açan Başsavcı Yalçınkaya'ya neredeyse topyekun seferberlikle yine hukuk adına koruma kalkanı örerler, ama sözkonusu çetecilik suçlamasıyla gözaltına alınan 'Cumhuriyetçi, laik, ulusalcı' isimler olduğunda mahkemelere, hukuka, yargıya filan itimatları bıçakla kesilmiş gibi sona erer. Gözaltı kararını veren savcıya, kararı veren mahkemeye -ki onlar da bu Cumhuriyet'in savcısıdır, mahkemesidir- sitemler, reddiyeler düzerler.

AK Parti'nin kapatılma iddianamesini ağzılarının suyu akarak, kadeh tokuşturarak, içinden 'oh' çekerek bağırlarına basanlar için bu kez, "Beyler yavaş olalım, temiz olanları mahkemeler aklar" cümlesi tedavülden düşer. Çünkü gözaltına alınan sözkonusu kişiler, rejim mekanizmasının siyaset ve ideoloji konusunda ürettiği lokal mitolojinin ilgili branşıyla koruma altındadırlar. Yaptıkları her daim yanlarına kar kalmalıdır, yoksa koparacakları gümbürtüyle Türkiye'nin altını üstüne getirebilirler.

Oysa diğer yanda, bu havagazı pompalamalarının sökmeyeceği-sökmemesi gereken evrensel hukuk kriterleri bekler; birilerinin yüksek standartlı ayrıcalıkları için, korumakla, adil olmakla yükümlü olduğu koskoca bir ülkenin ve koskoca bir milletin bedel ödemesine razı olmama ilkesiyle bağlıdır, ivmesini ve hızını bundan alması gerekir. Fakat bu, Cumhuriyet'in başından bu yana ayrıcalık talep edenlerin tatminine yetmez. Tıpkı millet iradesinin tecellisi tatminlerine yetmediği gibi. Küplere binerler.

Tıpkı orduyu sivil toplum kuruluşlarıyla darbeye azmettirdikleri gibi, hukuku da medya ve bürokrasi eliyle darbeye azmettirmeye, azmederler. Tıpkı laiklik gibi, tıpkı Cumhuriyet gibi toplumu ikiye bölen bir eskrim mücadelesinin ekipmanına dönüştürüp, sınıfsal kaprislerini diretmenin, komitacı ruhunu açığa vurmanın kullanışlı bir edevatı haline getirirler.

İplikleri pazara çıkmış, hatta tezgahlardan hiç inmemiştir ama, ısrarlıdırlar. Hala, kimisi bir Başbakan'ın asılmasının coşkuyla karşılandığını "Çok güzel bir Cumhuriyet dönemi başladı" diye savunur; bazısı da "Fransa'da oy verme hakkı 1930'lara kadar sadece vergi verenlere ve diploma sahipleri olanlara tanındı" şeklindeki gevelemelerle 'konservatizm'i demokrasi zannettiğini belgeler.

'Ergenekon' konusundaki çark edişleri düpedüz 'suçüstü'dür; ama üstünlük ve ayrıcalık vehmini yüzsüzlüğe tahvil etmişlerdir bir kez, asla kabullenmedikleri gibi, yansıtırlar. Doğrusu hukuk adına da, Cumhuriyet adına da, laiklik adına da utanç vericidirler. İnsana 'bu mankafalar hiç değişmeyecek' duygusu verirler; ümitsizlik verirler, hüsran verirler, kasavet, gerginlik, kaygı verirler. Ama sorsanız, kaygıyı da, korkuyu da, gerilimi de onyıllardır sistem tarafından tepelenenlerin çıkardığını söylerler.

Yeni Şafak gazetesi