Söz ile eylem arasındaki makas açıldığında...

MÜCAHİT GÖKDUMAN

“Karanlığa küfredeceğine bir mum yak.”

—Konfüçyüs

Söz söylemenin kolaylığı ile harekete geçmenin güçlüğü arasındaki kıyas, eskiden beri bilinir ve ifade edilir. Söylem düzeyinde kalan düşüncelerin bir ağırlığı olsa da kişiye bedel ödetmesi ve onu sıkıntıya sokması az görülür. Bir eyleme geçildiğinde ise onun bütün sorumluluğu kişinin omuzlarında demektir. Modern dönemde, söz ile eylemin bu kadim eşitsizliğine bir de sözlerin ağırlığı ve bağlayıcılığındaki müthiş düşüş eşlik etmiştir. Siyasetten sanata, ahlaktan felsefeye, oradan gündelik hayata ve medyaya değin hemen hemen her alanda sarf edilen sözlerde; tutarlılık, geçerlilik, süreklilik, bilgiyle ve mantıkla uyumluluk gibi kaygılar pek az gözetilmektedir. Söz zemini bu kadar kaygan olunca, buradan sahici bir eylem çıkmamaktadır.

Konuşmanın hafif/kolay tabiatı bazen malumat taşıyıcılığının önünü açmaktadır. Sadece gündelik hayattaki dedikodular, birtakım basit konuşmalar değildir problemli olan. Entelektüel alanda da konuşanlar için söz ve eylem bütünlüğünden ne kadar bahsedilebilir? Tartışmalı bir konudur. Çünkü yol göstermek, öncülük etmek, aydınlatmak misyonlarını üstlenmiş insanların yani münevverlerin hayatın içinden uzaklaşıp teorik alana hapsolması ve düşünceyi bir egzersiz alanı olarak görmesi büyük bir problemdir. Çünkü ihtiyacımız olan, bilgi ve veriyi olduğu gibi taşıyan ve aktaran pratik değildir. Teknoloji çağında bulamayacağımız bilgi pek azdır. Bu sebepten onu aynı şekilde iletmek, sadra şifa olmamaktadır. Burada mühim olan nokta, kişinin o bilgiyle nasıl bir ilişki kurduğu ve onu ne şekilde tecrübe ettiğidir. Bize lazım olan bilginin kendisi değil, onun kişinin hayatında nasıl yaşandığının bilgisidir. Mesele, kişinin bilgiye/malumata nasıl bir renk verdiğidir. Böylece kişinin bir hikayesi oluşur ve biz onu ete kemiğe bürünmüş şekilde görürüz. İhtiyacımız olan budur. Çünkü bizi iyileştiren bilgiler değil, hikayelerdir. 

İster gündelik hayatta olsun, ister entelektüel ya da teknik alanda olsun düşüncelerin/sözlerin test edilmeye ihtiyacı vardır. Bir mesele üzerine saatlerce yapılan tartışmaların, öne sürülen iddiaların yaşamın dokusuna değmeden bir ağırlık kazanması zordur. Hayatın kendisi ile insan zihni ve dili farklı saatlere ayarlıdır. İnsanın içindeki gerçeklik ile dış dünyadaki realite hiçbir zaman tam anlamıyla örtüşmez. İnsan ancak hakikate/gerçeğe yakın durma becerisine ve bilgisine sahip bir varlıktır. Her insanın hakikate olan bu mesafeyi farklı ayarladığı dikkate alınırsa sadece söylenen sözlere bakarak bir gerçeklik iddiası oluşturmak komik görünmektedir. Düşünceler/sözler eylemlerle sınanarak, dış dünyanın duvarlarına çarparak hakikate yaklaşırlar. Ampulü icat etmeden önce Thomas Edison’un aklında birçok düşünce vardı. Kendisi bu düşünceleri ve buna dair sözleri kendi içinde çarpıştırmak ve spekülasyon yapmak yerine eyleme geçti ve ampule ilişkin düşüncelerini tek tek sınadı. Böylece doğru düşünceye/formüle ulaştı, ampulü çalıştırmayı başardı. 

Sık sık duyduğumuz bir sözdür: Bilgi çağındayız. Doğrudur. Bilgi/veri konusunda istemediğimiz kadar kaynağa sahibiz. Ancak insan sadece bilgileri taşımak için yaratılmamıştır. İnsan bir hesap makinesinden ya da bilgisayardan çok daha fazla donanıma sahiptir. Bunlar arasında insanın kendi devası ve şifası da mahfuzdur. İhtiyacımız olan bilgilenmekten, sözler söylemekten öte cesurca hayatın içine, insanların arasına karışmaktır. Kendi hikayemizi aramak, bulmak ve inşa etmekle bugüne, geleceğe hatta geçmişe dair umutların taşıyıcıları olabiliriz. Yanılmak, düşmek, hata yapmak korkusundan makul ve gerekli ölçülerde özgürleştiğimiz zaman bizi biz yapan şeylerin ne olduğunu, özümüzün gerçekten neyi barındırdığını anlama fırsatı doğar. Bu büyük bir hediyedir. Freud “Evrendeki en büyük gösteri sen aklını keşfettiğin an başlar.” sözüyle bu arayışa ve mücadeleye dikkat çekmiştir. 

Sözlerimiz ile eylemlerimiz arasındaki makas kapandıkça bu serüven güzelleşecek, insanlığın özgürlük ve adalet arayışı aydınlanacaktır.