Döngüler, krizler ve manipülasyonlar ülkesi olmaktan bir türlü kurtulamıyoruz. Belki de kurtulmak istemiyoruz. Maazallah üzerinde siyaset yapacak malzeme bulamayız. Ne de olsa bizi ayakta tutan üzerinde siyaset yaptığımız bu kriz alanlarıdır. Bazen krizleri aşmak istesek bile maalesef buna ilişkin bildiğimiz tek yol, kapanmak ve siyaseti askıya almaktır. Özellikle darbe dönemlerinde bu kapanma ve baskı durumu daha da yoğundur. Şu anki halimiz her ne kadar darbe sonrası bir durumu tarif etmese de 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan tablo; tam bir tıkanmışlık, siyasetsizlik ve tükenmişlik durumunu tarif ediyor. Fakat birçoğumuz bunun farkında değiliz.
Devletin ve iktidarın alanı genişledikçe maalesef özgürlük alanları daralıyor. Çünkü iktidarın beka adına izlediği siyasal stratejiler bir kapanma durumuna yol açıyor. Elbette zorlu süreçlerden geçtiğimizin farkındayız. Nitekim içinden geçtiğimiz siyasal-sosyal-ekonomik iklim bizleri nereye gideceğini bilmediğimiz bir belirsizliğe sürüklüyor ve bu yüzden de toplum olarak birçok yönden duygu-durum bozukluğu yaşıyoruz. İfade ettiğimiz bu iklim, bir kriz durumu olarak tanımlanabilir. Fakat krizleri aşmanın yolu salt etrafımıza duvarlar örmek değildir. Bilakis krizleri ortaya çıkaran sebepleri kökten ve kalıcı çözümlerle ortadan kaldırmaktır.
Üzerinde gezindiğimiz coğrafya kolay bir coğrafya değil biliyoruz. Hele bir türlü aşamadığımız amorf siyasal sistemler ise çok daha fazla zorlu bir durumu tarif ediyor. Dışardan sıkıştırıldığımızın da farkındayız. Mamafih bizler bugün dışsal sorunlardan ziyade içsel hastalıklarımızın toplumsal ve siyasal bünyede açtığı tahribatı yaşıyoruz. Bu halimiz hayra alamet değil. Çünkü bizi içten çürüten sinsi illetleri izale etmedikçe sağlıklı bir sosyal-siyasal dokuya sahip olamayacağız.
Yanı sıra şunları söylemekten de kendimizi alıkoyamıyoruz; yaşadığımız meselelere dair her zaman durum tespitleri yapmak elbette bizi yoruyor ve zaman zaman düşünsel çabalarımızın işe yaramayan nafile uğraşlar olduğu zannına bizi sürüklüyor. Çünkü yaşadığımız ülkenin süregelen, artık normal karşılanan ve bir türlü aşılamayan bir hastalığı var. Bu hastalık, güç zehirlenmesidir. Özellikle iktidar etrafında düğümlenen ve bir ağ şeklinde toplumu kuşatan, gücün danışıklı paylaşımı şeklinde örgütlenmiş bir ağ sisteminden bahsediyoruz. Bu ağın bir tarafında siyasal iktidar, bir tarafında ordu, bir tarafında yargı, bir tarafında bürokrasi, bir tarafında iş dünyası, bir tarafında medya ve bir tarafında da sözüm ona ‘sivil yapılar’ vardır. Bu birimler konjonktüre göre öne çıkar ve siyasete yön vermeye çalışırlar. Hepsinin de tek derdi vardır: kazanımlarını kaybetmemek ve sürekli güçlü olmak ve belirleyici olmaktır. Bundan dolayı da bazen başına buyruk, kimseyi duymayan, öteleyen, aşağılayan, gücüne güvenen kibirli tavırlar serdederler. Sizin uyarı yapmanızı, tenkit etmenizi ve akıl vermenizi istemeyen ve bundan hoşnut olmayan layüsel bir pozisyonda kendilerini görürler. İşte ifade ettiğimiz güç zehirlenmesi tam da budur ve maalesef böylesi bir atmosferde çürüme kaçınılmazdır.
Biz de bu çürüme karşısında zaman zaman umutsuzluğa kapılmıyor değiliz. Çünkü onlara kıyasla zayıf bir pozisyondayız. Fakat her şeye rağmen bu ülkenin daha güzel yerlere gelmesi için bizler bir şeyler söylemek zorundayız. Elbette zorundalık pozisyonunda olmanın hissiyatıyla söylemek istediğimiz şeyler de öyle sırf kelam etmek için söylenmiş şeyler değildir. Bilakis hal-i pürmelâlimizin ifadesidir. Dolayısıyla siyasal ve toplumsal bir özeleştiri olarak kabul edilmelidir.
İfade-i meram cihetiyle şunları söylüyoruz:
Olup biteni görüyoruz; Çünkü tıkanmışlık her yönden kendini gösteriyor…
Endişeleniyoruz; Çünkü Kemalist sistemin o bildik kısır döngüsüne tekrar girme ihtimali beliriyor…
Ayrışıyoruz; Çünkü ilkel milliyetçilik yükseliyor…
Şaşırıyoruz; Çünkü Kürt sorunu bitti sanılıyor…
Kınıyoruz; Çünkü şiddete kurban ediliyoruz…
Ölüyoruz; Çünkü terör sorunu bitmiyor…
Fakirleşiyoruz; Çünkü ekonomik manipülasyonlar yapılıyor…
Uyarıyoruz; Çünkü yetersizlik, durgunlaşma ve kırılganlık artıyor…
Sorguluyoruz; Çünkü otoriterleşme artıyor...
Sabrediyoruz; Çünkü iktidarın tahammül sınırı daralıyor…
İtiraz ediyoruz; Çünkü adalet mekanizması işlemiyor…
Susmuyoruz; Çünkü hukuksuzluklar kanıksanıyor…
Konuşuyoruz; Çünkü siyasal tutarsızlıklar artıyor…
Hayıflanıyoruz; Çünkü popülizm yükseliyor…
Farkındayız; Çünkü siyaset niteliksizleşiyor…
Kızıyoruz; Çünkü sahte dindarlık yükseliyor…
Biliyoruz; Çünkü ahlak can çekişiyor…
Korkuyoruz; Çünkü toplum çürüyor…