Düşünme eylemi aslında ‘geniş’ düşünmeyi ima eder. Yoksa herkes istese de istemese de zaten düşünür. Biraz ‘geniş’ düşündüğünüzde ise örneğin Başbakan’ın Ermenistanlı çalışanlara ilişkin gafını yapmazsınız, çünkü kendinizi daha zor duruma soktuğunuzu idrak edersiniz. Benzer bir biçimde biraz ‘geniş’ düşündüğünüzde soykırım lafını da uluorta bugün yaşanan olaylar için kullanmazsınız, çünkü bu kelimeyi sıradanlaştırmanın, sizi kaçındığınız geçmişle yüz yüze getirdiğini fark edersiniz.
Ne var ki Türkiye’nin başbakanı bazen bu ‘geniş’ düşünmeye rağbet etmiyor ve duygularının düşünceye tercümesiyle yetiniyor. Öte yandan her şeyin hesapçı bir düşünmeye indirgendiği siyaset dünyamızda Erdoğan gibi duygularının öne çıkmasına izin veren, hakiki insanlara da ihtiyaç var. Ayrıca soykırım denen olgu gerçekten de bir yönüyle epeyce sıradan... Özellikle ulus-devletler ve milliyetçi rejimler ellerine fırsat geçtiğinde bu yöne sapmakta tereddüt etmiyorlar.
Dolayısıyla soykırımın sıradan bir insanlık suçu olduğunu kabul etmek ve kendimizin de o insanlığın parçası olduğunu unutmamak lazım. Bu kavrama daha yakından baktığımızda ise, karşımızda gözlemlenebilen bir olgunun olmadığını, soykırımın gözlemlerimizin bütününe verdiğimiz ad olduğunu görmekte yarar var. Diğer bir deyişle etrafımıza bakıp ‘soykırım’ gözlemi yapamayız. Cinayetler, yıkımlar, hak ihlalleri, tehcirler görebiliriz, ama ‘soykırım’ tek başına görülebilen bir nesne değildir. Bizler olayların sonrasında söz konusu cinayet, yıkım, hak ihlali ve tehciri ‘soykırım’ adı altında bütünler ve tanımlarız.
Kısacası soykırım, yaşanmış olan bire bir gerçekliğin değil, onun anlamının adıdır. Bu durum soykırım kelimesinin değerini düşürmez, aksine insanlık açısından önemini vurgulamak üzere yaşanmış olan olayı daha da belirginleştirir ve çevresindeki olgu karmaşasından ayırır. Bu tesbite bazı milliyetçi Ermenilerden ve muhtemelen başka birçok insan hakları aktivistinden gelen bir eleştiriye değinmek gerekebilir... Onların öne sürdüğüne göre, bir şeyin tanımının belirli bir tarihsel anda yapılmış olması, o şeyin ‘kendisi olarak’ tanımdan önce var olmadığını göstermez. Yani örneğin yeni bir böcek türünün keşfedilmesini düşünelim... Keşfetmek o böceği diğerlerinden ayırarak tanımlamayı ifade eder. Oysa aynı böcek biz onu tanımlamadan önce de vardı ve adı konmamış olsa bile hayatın parçasıydı. Bu mantığa göre soykırım tanımının 1948’de yapılmış olmasının sınırlayıcı bir işlevi olamaz ve daha önceki olaylar da, eğer tanıma uyuyorlarsa, soykırımdır.
Bu itiraz ilk bakışta gayet akla uygun gelmekte. Ancak biraz daha ‘geniş’ düşünebiliriz... Yeni ‘keşfedilen’ böceğin biz onu keşfetmeden önce de yaşadığı açık olsa da, söz konusu böceği diğerlerinden ayırma ölçütüne karar veren böceğin kendisi değil biziz. Diğer bir deyişle eğer bizim öznel tanımımız ve onun ardındaki bakış açımız değişirse, aynı böceği bir başka kategorinin içine de yerleştirmek mümkündür. Kısacası burada keşfedilen böceğin tekilliği, bizim onu tekil kılan bir ölçütle bakmamızı gerektirir. Aynı şey soykırım için de geçerli... Bugünün dünyası, yaşanmış olan olayların belirli niteliklerini öne çıkartarak ve onlar arasındaki ilişkiyi irdelemek üzere özel anlamlar geliştirerek, bazı olay kümelerini farklı birer olgu olarak sunmakta. Böylece tek tek bakıldığında cinayet, yıkım, hak ihlali veya tehcir gibi gözüken olaylar, birleştiğinde soykırım olarak anlam kazanmakta.
Bu durum soykırımın niçin sıradan bir kavram olduğunu da bize söylüyor. Çünkü gerçekte hiçbir olaylar kümesi tam olarak birbirine benzemiyor. Bu durumda onları aynı kategorinin içinde toparlamak, giderek daha kapsayıcı, bütüncül ama kaçınılmaz olarak daha muğlâk ölçütlere ihtiyaç gösteriyor. Bugün soykırım çalışmaları ile uğraşan akademik insanların en fazla üzerinde durdukları konulardan biri, bu kavramın henüz ‘sağlam’ bir kavramsal zemine oturamamış olmasıdır. Oysa bu çok da şaşırtıcı değil... Düşünün ki bir böcek türü keşfetmiş durumdasınız, ama o türden topladığınız her yeni örnek diğerlerinden biraz farklı. Bu durumda hangi farklılıkları türün kendi içinde, hangilerini dışında sayacaksınız? Yanıt yine size bağlı... Bunun da ölçütünü koyacak olan sizsiniz. Böylece tanımın ima ettiği öznellik ikinci bir düzleme sirayet ediyor. Yani hem baştan gerçekliği bir kalıba oturtuyor, hem de daha sonradan o kalıbı gelen örneklere göre esnetiyorsunuz. Daha da kritik olarak şu ana kadar yaşadıklarınız bundan sonraki soykırım örnekleri hakkında herhangi bir öngörüde bulunmanın pek de akıllıca olmadığını ima ediyor. Bu durumda öngöremediğiniz örnek çeşitlerini de içine alan bir tanıma ihtiyacınız var demektir, çünkü aksi halde ikide bir tanım değiştirmek zorunda kalırsınız. Ne var ki söz konusu ihtiyaç, baştan daha gevşek bir soykırım tanımına razı olmayı ima eder...
Böylece günümüzde geçerli olan, son derece geniş bırakılmış soykırım tanımına gelirsiniz. Bu öyle bir tanım ki, çevremizde yaşanmakta olan insanlık suçlarında mağdurun herhangi bir kimlikle bağlantılı olması halinde devreye girebiliyor. Siz de zaten bu kavramı gayet rahat kullanıyor, haklı olarak birçok olaya ‘soykırım’ diyorsunuz. Sonra da ‘bunların hepsi soykırım ama benim yapmış olduğum değil’ diye dünyanın müstehzi bakışlarına rağmen ısrar ediyorsunuz. Galiba biraz daha ‘geniş’ düşünmeniz ve insanlığınızdan feragat etmek istemiyorsanız, aynı tanımın kendiniz için de geçerli olduğunu kabul etmeye hazır olmanız gerekiyor.
TARAF