HAKSÖZ HABER
Beyan Yayınları tarafından neşredilen “Bir Müslüman nasıl bakmalı?” kitap serisinin editörlüğü Yasin Aktay ve Mahmut Hakkı Akın tarafından gerçekleştirildi. 20 konunun incelendiği kitap serisi kimisi güncel kimisi belirli bir tartışma geçmişine sahip konulara odaklanıyor.
Seri şu kitaplardan oluşuyor:
Bir Müslüman Demokrasi’ye Nasıl Bakmalı? Yasin Aktay
Bir Müslüman Irkçılık ve Milliyetçilik’e Nasıl Bakmalı? Bekir Biçer
Bir Müslüman Gelenek ve Muhafazakarlık’a Nasıl Bakmalı? Yasin Aktay - Mahmut Hakkı Akın
Bir Müslüman Batı Medeniyeti’ne Nasıl Bakmalı? Mahmut Hakkı Akın
Bir Müslüman Evrim ve Sosyal Darwinizm’e Nasıl Bakmalı? Atila Doğan
Bir Müslüman Kader ve İnsanın Özgürlüğü’ne Nasıl Bakmalı? Cemalettin Erdemci
Bir Müslüman Ekonomi ve Faiz’e Nasıl Bakmalı? Necmeddin Güney
Bir Müslüman Kur’an ve Tarihsellik’e Nasıl Bakmalı? Şevket Kotan
Bir Müslüman Kur’an ve Sünnet’e Nasıl Bakmalı? Mevlüde Aktay
Bir Müslüman Mezhepler, Tarikatler ve Cemaatler’e Nasıl Bakmalı? Kadir Gömbeyaz
Bir Müslüman İslam Tarihi’nin Sorunlu Konuları’na Nasıl Bakmalı? Yasin Aktay - M.Mahfuz Söylemez
Bir Müslüman İslam’da Yönetim Biçimi ve Halifelik’e Nasıl Bakmalı? Abdulkadir Macit
Bir Müslüman Felsefe’ye Nasıl Bakmalı? Sedat Doğan
Bir Müslüman Sosyal Medya’ya Nasıl Bakmalı? Mustafa Derviş Dereli
Bir Müslüman Cinsellik ve Aşk’a Nasıl Bakmalı? Kadir Canatan
Bir Müslüman Kadın Sorunu ve Feminizm’e Nasıl Bakmalı? Ayşe Güç
Bir Müslüman Deizm ve Ateizm’e Nasıl Bakmalı? Ömer Faruk Erdem
Bir Müslüman İslamcılık, İslam Birliği ve Ümmet’e Nasıl Bakmalı? Alev Erkilet
Bir Müslüman Modernleşme ve Modernizm’e Nasıl Bakmalı? Faruk Karaarslan
Bir Müslüman Çağdaş İdeolojiler’e Nasıl Bakmalı? Yunus Şahbaz
Merve Sönmezler, Hatice Alpay ve Ayşe Feda Kaya, “Bir Müslüman nasıl bakmalı?” kitap serisinden bazı metinleri Haksöz Haber için değerlendirdiler. Çalışmanın güncel tartışmalara odaklanan sosyal medya ve deizm kitaplarının yanında güncelliğini yitirmesi pek mümkün gözükmeyen modernizm konulu içeriğin incelendiği üç yazıyı okurlarımız için bir arada sunuyoruz.
Bir Müslüman sosyal medyaya nasıl bakmalı?
Merve Sönmezler
Kitap, hayatımızı gün geçtikçe daha fazla kuşatan, etkisi altına alan sosyal medyanın tarihsel süreç içerisindeki gelişimine değinerek başlıyor. Daha sonra günümüzde görsel kültür, beğeni, gözetim, tüketim ve mahremiyet gibi kültürel içerimleri ve bunların sosyolojik ve psikolojik etkileri çerçevesinde, ayetler ve hadisler ışığında nasıl bir perspektif geliştirilmeli sorusuna cevap arıyor.
Tarihsel serüven
Yazının icadının ardından, belki de bu alanın en önemli gelişmesi kitle iletişim çağını başlatan matbaanın icadıdır. Telgraf, telefon, bilgisayar, televizyon ve akıllı telefonla devam eden bu tarihsel süreç; insan iş gücünün yerini alan yapay zeka ve robotlar ile devam etmektedir. Bir yandan hayatımızı kolaylaştıran bu gelişmeler belli kurallara bağlanmadığında ve belli sınırlılıklara tabi tutulmadığında aynı ölçüde belki de daha fazla zarar vermektedir. Her şeyin bu denli ulaşılabilir olması, ahlaki temel ve sınırlılıklarla çerçevelenmediğinde hızlı tüketimi, hedonizmi, kuralsızlığı getirmektedir. İnsanlık modernizmle beraber ontolojik bir kopmanın eşiğine gelmekte ve fıtrattan koparak ilahi yaratıştaki ahlakiliğin modern felsefeyle ortadan kaldırılmasıyla, değerler bakımından tamamen sekülerleşmiş böylece hiçbir kadim değeri kalmamış, yaratılış gayesinin uzağına düşmüştür. Bu bağlamda Tanrı’yla ilişkisi kesilmiş seküler dünyada insanın eşya ile kurduğu bağın da dejenereye uğramasına, doğanın tahribinden vahşi kapitalizme ve sömürüye kadar modern medeniyetin bütün vahşetinin teolojik zemini oluşmuştur. Geldiğimiz noktada ise trans hümanizm tartışmalarıyla insanın hayattan kovmaya kalktığı Tanrı’nın yerine kendini koyduğu görülmektedir.
Kadim geleneklerimizde eşyaya hürmet inceliğinden kopmanın sonucu olarak; insanları dahi tüketmeyi empoze eden bir paradigmanın içerisine düşmüş durumdayız. İnsanın insandan kaçarken teknolojik araçlara sarılması, makine-insan bütünleşmesine yönelik vurguları artırmakta ve insana dair geriye ne kalacağı konusunda endişelendirmektedir. Bu bağlamda Neil Postman’ın televizyon ile ilgili “En küçük çocukların izlemekten men edilemeyeceği, en berbat yoksulluğun dahi vazgeçmeyi gerektirmeyeceği, en yüce eğitim sisteminin bile belirleyiciliğinden kurtulamayacağı epistemolojinin yeni kumanda merkezi konumuna erişmiştir.” sözlerini anımsatmaktadır.
Kültürel içerimler
Farkında olalım veya olmayalım dijital ortamlar kendi mantalitesini ve paradigmasını dikte etmektedir. Medya unsurları yaşam deneyimlerimizi o denli etkilemekte ki, insanları medyanın belirlediği ölçü ya da önyargılarla değerlendirdiğimizi fark etmekte bile zorlanırız. Beğeniden tecessüse, yeni tüketim formlarından mahremiyet anlayışındaki dönüşüme kadar sosyal medya pratiklerini, kullanıcıların hayatlarına önemli ölçüde dokunmakta ve bu dokunuş fiziki/gerçek dünyadan ya da sosyokültürel çevreden çok daha etkili olmaktadır.
Güvenlik ve gözetimin zirveye çıktığı bu dönemde yine dünya çapında en büyük sorunun güvenlik sorunu olması dikkat çekicidir. Bir yanda güvensizlikten bütün nesillerden daha fazla korunmaktayız; fakat diğer yandan da önceki hiçbir kuşağın hissetmediği güvensizlik duygusunu hissetmekteyiz. Sosyal medya platformlarıyla gözetim çok daha kolay; nitelikli ve sistematik hale gelmiştir. Adeta “Truman Show’’ filmindeki gibi gerçek dünya sandığımız bir film sahnesinde veyahut George Orwell’in distopik romanı 1984’teki “gözetim toplumunu” yaşamaktayız.
Üzerinde durulması gereken husulardan biri de tecessüs yahut yaygın adıyla “stalk” kelimesiyle karşılanan “dikizleme” kültürü! Merakla başlayıp tecessüse varan ve insanların kusurlarını ayıplarını aramaya ve bunları ifşa etmeye yönelten bu eylem, insani, hukuki, dini pek çok hassasiyetin aşındığı kültürel bir ortamı normalleştirmektedir. “Düşünce özgürlüğü” kavramına sığınarak dijital ortamlarda iyice kök salan ve sosyal medyanın kendine ait meşru bir kuralıymış gibi algılanan bu durum adeta kimsenin yadırgamadığı bir normallik vasfı kazanmış durumdadır. Fakat görmezden gelinen veyahut bilinmeyen önemli nokta, hukuki yaptırım ya da dini karşılığı bağlamında, dijital ortamların kesinlikle herkesin herkese istediğini söyleyebileceği bir dünya olmadığıdır. Bu bağlamda müslüman şahsiyetin “Kim bir Müslümanın bir ayıbını örterse Allah da onun kıyamette bir ayıbını örter” (Buhari, Mezalim,3) hadisi başta olmak üzere kusurları örtmek ve kötülüğü yaygınlaştırmamakla ilgili pek çok ayet ve hadisin gösterdiği üzere, kullanıcıların dijital ortamlarda yapıp ettiklerinden de sorumlu olduğu bilincine sahip olması elzemdir.
Hemen her şeyin gösterişe dayandığı, adeta gösterilmediğinde varolduğuna veya yaşanmadığına inanılmayan, eşyanın hakikati ve özü hakkında “sadece görülen hakikattir” anlayışının hakim olduğu bu çağ, görsel kültürün diğer kültürel unsurlara bir nevi tahakküm uyguladığı bir çağdır. Öyle ki bu çağda artık özel bir anın geride bıraktığı duyguyu anımsamak amacıyla çekilen fotoğraflar sırf etkileşim olsun diye özel anlar oluşturmaya dönüştü. Bunlardan en yaygın olanlar doğum günleri, “baby shower”, “bride” partileri ve yetişemediğimiz niceleri… Her ne kadar bilinçli toplum kesimi tarafından gülünç bulunsa da ciddi etkileşim kitlesinin olduğu ve normalleştiği yadsınamaz bir gerçektir. En özel mahrem hallerin paylaşılması, özel alanının kamusallaşması ve mahremiyetin yok olması sonucunu doğurmaktadır.
Arka plan ve psikolojik/sosylojik tespitler
Bu başlık altında sosyal medyanın ne kadar “sosyal’’ olduğu, medyaya yöneltilen eleştiriler ve sosyolojik/psikolojik sonuçlarından hayatı nasıl dönüştürdüğüne kadar bir dizi temel problemler tespit edilmiştir. Bu konuda iki zıt kutup bulunmaktadır; medyayı aşırı övenler grubunda, gazeteciler, teknokratlar vs. bulunurken diğer kutupta çoğunlukla felsefeciler, aydınlar, eğitimcilerin olduğu görülmektedir. Bu bağlamda aydınların yönelttiği “medyanın, ideolojik bir arka planın bulunduğu; küresel ölçekteki şirketlerin menfaatinin ön planda tuttuğu bir hegemonya içerdiği, geleneksel kültürleri istila eden emparyalist bir tarafının olduğu, her türlü içeriği endüstrileştirme potansiyeli taşıdığı, imge bombardımanıyla insanları gerçekelerle medyatik algılar arasında bıraktığı” şeklindeki ciddi eleştiriler, Müslüman olarak bugün bizim de dikkate almamız gereken eleştirilerdir.
Yazar, kullanıcıların fiziki dünyadaki kimliklerine ek olarak dijital kimlikler de elde ettiklerini bu yeni durumun psikoloji literatüründe çoğunlukla “benlik” sosyolojik bağlamda ise “kimlik” kavramı üzerinden sorunsallaştığını ifade ederek bu sorunların fomo, fobo ve nomofobi gibi yeni psikolojik rahatsızlık türleri ortaya çıkardığını vurgulamaktadır.
Son olarak, pandemi sürecinde ivme kazanan ve politikacılardan resmi kurumlara, sivil toplum kuruluşlarından dini kurumlara, sanatçılardan futbol takımlarına, işletmelerden öğrencilere tüm kitleleri kapsayan ve doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen sosyal medya, medya okuryazarlığı ve dijital dini medya okuryazarlığı gibi bazı kavramların peşinden giderek bu mecralara yönelik bakış açısını mümkün olduğunca derinleştirmek, yeni dijital çağa hakim olmak, kapsamlı bir perspektif kazanmayı ve sosyal medya fıkhı geliştirmeyi bizler için elzem kılmaktadır.
Bir Müslüman Deizm ve Ateizme nasıl bakmalı?
Hatice Alpay
Deizm ve ateizm gibi kapsamlı bir konunun bir kitapla tartışıp bitirebileceğimiz bir konu olmadığını bilmekle birlikte bu yazıda "Bir Müslüman Deizm ve Ateizme nasıl bakmalı?" adlı kitaptan yola çıkarak konuyu açmaya çalışacağız.
Öncelikle kitapta doğru bir bakış açısı edinebilmek için deizm ve ateizm çıkış nedenleri ile birlikte açıklanmış, bu düşünceleri neden benimseyemeyeceğimiz ve kendi içlerinde nerelerde çeliştikleri ifade edilmiş.
Her ne kadar teizm ve ateizmin arasında kabul edilse de insanları ateizme sevk ettiği düşünülen deizmin tarihsel sürecini gözlemlediğimizde aslında Ortaçağın karanlığında kilisenin gölgesinden bilimin ışığıyla aydınlığa çıkmaya çalışan bir çabayla karşılaşırız.
5. yüzyıldan itibaren Kilisenin baskıcı yönetimi ve dinden bilime kadar her alanda sorgulanamaz bir güç olması insanları inanç ve yaşam biçimi açısından sınırlamış ve fikirlerini özgürce belirtmelerini engellemişti.
Bütün bunların sonrasında aslında doğrudan dine ve metafiziğe karşı olmayan, yalnızca insanları dayatılan bozulmuş inancı ve hurafeleri reddeden, ayrıca kendilerini "Hristiyan Deistler" olarak adlandıran bir grubun ortaya çıkması bize deizmin ortaya çıkma nedeninin ilahi gücü red olmadığını gösterir.
İtibar kazanmasıyla Kilisenin anlayışına göre devam etmek zorunda kalmayan bilim, zamanla ilerlemeler kaydetmiş fakat insanların zihninde her şeyin merkezine yerleştirilmiştir.
İlerleyen zamanlarda akıl ve bilimi merkeze alan deizm anlayışında kutsal mesajın, meleklerin, cennet ve cehennem gibi ruhani kavramların reddedilmesi ile tamamen farklı bir anlayışla evrildi ve bugünkü halini almıştır.
Kitapta da bahsedildiği gibi "Mükemmel olan tanrı kusursuz evreni yarattı ve insana bıraktı. O müdahale etmediği için dünya artık kusursuz değil." mantığıyla "evrenin kanunları'nı Tanrı, yeryüzünün kanunları'nı insan belirler" fikri ortaya çıktı.
Kilisenin Hristiyan inancını topluma zorunlu kılması görüldüğü gibi geri tepmiş ve böylece insanlar kilisenin dayattığı bir yanlıştan kaçarken bambaşka bir yanlışa yönelmişlerdir.
Kitapta kilisenin baskıları sonucu ortaya çıkan deizmin İslam sonrası çıkmamasını İslam'ın ilme ve ilim ile uğraşanlara verdiği değerle açıklanır. Hakikaten de dinimiz bizden okumamızı, araştırmamızı, sorgulamamızı ister. Kitapta değinilen diğer bir önemli nokta da burayla bağlantılıdır. Müslümanların Kuran'ı Kerim'i anlayarak okuma oranlarının düşük olduğuna değinilerek kilisenin ortaçağda gücünü elinde tutabilmesinin en önemli sebebinin insanların kendi kutsal metinlerini okuyamadıkları olduğu hatırlatılmıştır. Buradan varılan sonuç ise eğer insan dinini kendisi araştırmayıp başkasının önüne getirdiği şekilde kabul ederse inandığı dinin doğru mu yanlış mı olduğunu bile bilemez. Böyle durumların hem geçmişte hem de günümüzde ne yazık ki çok örnekleri var.
Kitapta deizmin eleştirildiği bir başka nokta ise dinlere yaklaşırken her dini Ortaçağ'da hakim güç olan kilisenin baskıcı ve şiddet içeren anlayışlarıyla bağdaştırmasıdır. Bu anlayışa inanan insanların dinlere önyargılı yaklaşması tahmin edilebilir bir şeydir. Az önce değinilen noktanın önemini burada daha iyi anlıyoruz. İnancımız ve fikirlerimizi önümüze gelen hazır cümlelere göre belirleyemez, buna göre taraf tutamayız.
Deizm tanımlandıktan, din ve bilim ile arasında olan bağ açıklandıktan sonra sıra ateizme geliyor. Ateizm de çeşitleri ile birlikte açıklandıktan sonra ateizmin eksik olduğu noktalar ve bunları İslam inancına göre nasıl açıklayacağımızı buluyoruz.
Ateizm deizmden farklı olarak yaratıcının varlığını reddettiği için teizm ile tanrının varlığı hakkında tartışır. Tezini destekleyecek iddialarda bulunur ve teizmin iddialarına da kendince cevapları arar. Bu tartışmalar da bir kısmı kötülük problemi, hayatın kaynağının evrim olması gibi hepimizin bildiği başlıklar etrafında döner. Bu başlıklara kısaca değinilmiş ve Müslümanların görüşleri belirtilmiş, ayrıca somut şekilde örneklendirilmiştir.
Ateizmin tartışmalara başlarken en hatalı olduğu taraf ise dinin inananların genelinin inandığı ve kabul ettiği anlayışlardansa marjinal grupların ortaya koyduğu açıklamaları esas alarak dini yargılamasıdır. Bir diğer nokta ise esasen ele alınması gereken dine mensup olan kişilerden ziyade dinin kendisidir. Sonuç olarak hak dini yanlış şekilde hayatına geçirenlerden dolayı dinin kendisi "sorunlu" ya da "yetersiz" olarak adlandırılamaz.
Kitabın sonunda insanlar inansa da inanmasa da Allah'ın bütün insanların rabbi olduğu, her birimize nimetlerinden verdiği, merhametlilerin en merhametlisi olduğu vurgulanıyor.
Bir Müslüman Modernleşme ve Modernizm’e Nasıl Bakmalı?
Ayşe Feda Kaya
Modernleşme ve Modernizm günümüzün en tartışılan kavramlarından olmanın yanı sıra Müslüman gençlerin günlük hayatta en zora düştüğü ve zorlandığı konuların başında gelir. Hepimiz biliriz bir modernizm olgusu var, hala da sürmekte ve gelişmekte; fakat yapılan genel muamele modernitenin getirdiği ayrıntıları yorumlamada boğulup büyük resmi görmemek/görememektir. Haliyle insan şu anda halen içinde yaşadığı soyut bir olgunun temellerini kavramakta tek başına zorlanabilir. Bu zorluk modernizm bağlamında ciddiyetin hat safhada olduğu bir konumda bunun nedeni ise onun insanın hayatını en küçük noktasına kadar elinde tutuyor olması. Eğer biz Müslümanlar modernizm konusuna açıklık getiremezsek günlük hayatımızda nasıl modern birer mümin olabiliriz? İşte Faruk Karaarslan “Bir Müslüman Modernleşme ve Modernizm’e Nasıl Bakmalı?” kitabında tam olarak bu soruna el atmış.
“Bir Müslüman Nasıl Bakmalı” serisinin tüm parçaları gibi Modernizm kitabı da günümüz dünyasında bilgi karmaşasında kaybolan Müslümanlar için duru ve zengin bir anlatım sunuyor. Modernizmin tanımı ve doğuşundan başlayan metin Faruk Karaarslan’ın açıklayıcı anlatımıyla ülkemize ve günümüze olan yansımalarından bahsederek bir Müslümanın bu kavrama nasıl bakması gerektiği ile son buluyor. Eserin hedef kitlesi ise serinin de başlığında geçen Müslümanlar, daha doğrusu Müslüman gençler. Gerek üslup gerek içerik bağlamında incelendiğinde kitabın bu terimle yeni tanışmış okurlara yönelik olduğu görülüyor. Bu da nihayetinde açık ve duru bir anlatım, basitten karmaşığa giden fikir ilişkileri ve hızlıca okunabilecek bir sayfa sayısını beraberinde getiriyor.
İlk olarak girişi modernizm nedir ne değildir üzerinde durarak oluşturan yazar, kavramın doğası gereği karşılaşılan tanımlama sorunu ve benzer terimlerle olan karmaşayı ele alıyor. Ardından tarihsel arkaplan ışığında modernizmin dünya üzerine etkisini, Türkiye’nin modernizm ile geçmişten günümüze olan ilişkisini sunarak gelişme bölümünü tamamlıyor. Sonuç kısmında ise tüm bu tanım ve geçmiş bilgleri göz önünde tutarak bir Müslüman’ın modernizme nasıl yaklaşması gerektiği tartışılıyor. Metnin ana konuya yaklaşırken basitten karmaşığa doğru gelişmesini oldukça yerinde bir karar buldum. Bu sayede hem okuru kafa karışıklığına sokmadan bilgilendirme yapılıyor, hem de geçmişte bu konuda araştırma yapmamış okurların da faydalanabileceği bir nevi başlangıç kitabı olarak işlev görüyor.
Metnin kavram tanımı ve tanıtımı yaparken kullandığı tarafsız bakış açısı, okur nezdinde güvenilir bir etki bırakmanın yanı sıra ardından aktarılan şahsi fikirlerin çok daha rahat anlaşılmasına olanak sağlıyor. İçlerinde Anthony Giddens ve İlber Ortaylı’nın da olduğu birçok alıntı ve aktarma aşırıya kaçmadan, örnekleri somutlaştırma ve tanık gösterme amaçlarıyla başarılı bir şekilde kullanılmış.
Modernizm konusunda metnin eleştirisi, kavramın ülkemize ilk giriş yaptığında toplumun ve devletin zihin yapısı ile uyuşmazlığını veya uyuşmadığı noktaları ele almak olmuş. Bu noktadan sonra Cumhuriyet döneminde yapılan dramatik modernleşme çabası ve bu bahsedilen iki noktanın getirdiği olumlu/olumsuz sonuçlardan bahsediliyor. Sonuç olarak gelinen noktada ise modernizm olgusunun kişi ve toplum bağlamında büyük bir imkan, aynı zamanda büyük bir imtihan sıfatı taşıdığı vurgulanıyor.
Eserin incelediğim kadarıyla diğer modernizm metinlerinden temel farklarından birisi, olabildiğince objektif bir şekilde kavramın tarihsel arka planını açıklaması. Belli bir taraf baskın gelmeden kavramın getirdiği olumlu ve olumsuz sonuçların bir arada başarıyla sunulması. Tüm bunları yaparken de Müslüman bakış açısından sapmayıp imanın çizgilerinden taviz vermemesi.
“Modernleşme” “modernite” “modernizm” terimlerinin ana merkezde olduğu metinde “gelenekselden kopuş” “sekülerleşme” “ilerlemecilik” “devrim” kavramları ayrıntılı olarak açıklanıyor ve devamlı olarak kullanılıyor.
Kitabı genç ve henüz kütüphanesi dolup taşmamış Müslümanların hiç şüphe duymadan okuyabilecekleri başarılı bir eser buldum. Özellikle bunu vurgulamamın sebebi ise metnin kavram tanıtımı yaparken ki başarısı. Sade ve anlaşılır bir dille konuyu ilk defa duyan birine anlatırmışçasına bir üslup kullanılmış, bu da metnin sonunda verilen nasıl bakılmalı sorusuna okurun da kendi içinde de bir cevap üretmesine olanak tanıyor.
Şahsen kitabın en beğendiğim bölümü “Modern Bir Vehim Olarak Aydınlanma” olsa gerek, bunun sebebi ise çoğu zaman bahsedilmeyen Aydınlanma devrinin getirdiği zararlardan bahsediyor olması. Tüm Avrupa’nın neredeyse kutsal saydığı bu devrin saf akıl ve güzellik getirdiği algısına karşı gelen bir düşünce ve kanıtlar zinciri işlenmiş.