Sosyal demokrasiden diğerlerine darbe sürecinde sol

Ali Bayramoğlu

Siyaset denilince sıkça siyasi iktidar akla gelir…

Oysa Türkiye'nin siyasi aktörler açısından ana sorununun muhalafet sorunu olduğunu düşünen pek çok kişi var…

Bu doğal…

Zira demokratik siyaset doğası gereği çoğulculuk sadece sayısal değil, fikri çoğulculuğu gerektiriyor.

Türkiye ise bu durumun çok uzağında…

Kendisini devlet yerine koyan, ideolojik krizlerden beslenen, ülke politikasına hemen hiçbir katkıda bulunmayan bir muhalefet siyasetinin egemenliği var.

Aslında bugün yaşadığımız tıkanıklığın temel nedenlerinden birisi bu…

Sadece bu tıkanıklığın değil, bu darbe sürecinin içinden nasıl çıkacağız sorusuna yanıt bulmakta zorlanmamızın nedeni de bu…

Son yılarda şu soruları sorduk: Türkiye muhalefet meselesini çözebilecek mi? Kendisini ulusalcı olarak tanımlayan güruh dışındaki sol ya da sosyal demokrasi belini doğrultarak Türk siyasetine yeniden giriş yapabilecek mi?

Olmadı…

Bu soruları tekrarlamanın artık pek anlamı yok…

En azından solun belini doğrultmasının artık Baykal'ın CHP'si gibi, iç kavgalarını dışarıda, siyaset meydanında vereceği mücadeleden daha önemli gören, "derin siyasetsizliğini rejim bekçiliğiyle örtmeye çalışan bir siyasi parti"yle olmayacağı ortada...

Tersine, bu anlayış geldiğimiz darbe sürecini hızlandırdı ve besledi…

Sosyal demokrasiden diğerlerine solun önünde aşması gereken "iki büyük siyasi zihniyet meselesi" var.

Her geçen gün, bu zihniyet meselelerini daha keskin hale getiriyor. Tesettür yasağının kaldırılma tartışmasından parti kapatma yasağına her tartışma bu meseleleri daha acil kılıyor.

Bu sorunlardan ilki "demokrasinin sadece karar mekanizmalarını oluşturmaya, meşru kararlar üretmeye yarayan, hukuk ve kural dünyasının içine sıkıştırılmış, formel özgürlüklerin çerçevesini belirleyen bir prosedür olduğu takıntısı"ndan vazgeçmektir.

Başka bir deyişle demokrasinin toplum-siyaset bağlarını oluşturan bir temel tavır olduğunu, bir siyasi varoluş ve eylem çerçevesine işaret ettiğini keşfetmektir.

İkinci sorun ise bunun yapılabilmesi, toplum-siyaset bağının kurulabilmesi için "sol zihniyetin kendi tasavvur ettiğinin dışında, onunla kesişmeyen bir toplumun varlığını kabul etmesi"dir.

Başka bir deyişle toplumla kavga etmek, varolanı reddetmek üzerine kurulu, böyle olduğu oranda siyasetsizliğe mahkum bir tutumu terk etmektir.

Böyle niyet içinde olanlara hatırlatılması gereken birkaç husus var.

Siyaset neyin yapılacağı kadar, bunların neden ve nasıl yapılabileceğinin kamuoyuna anlatılmasıdır. Siyaset, sisteme yönelik değişikliklerin sisteme ait değerler içinden üretilecek cihazlarla, bu cihazların sağladığı meşruiyet ve katılım üzerinden sağlanması faaliyetidir.

AK Parti ve Tayyip Erdoğan'ı iktidara getiren aslında bu mekanizmadır.

Siyaset algısını "refleksif ve sınıfsal tepkiler" üzerine oturtan önemli bir seçmen kitlesi var Türkiye'de.

"Sahicilik, halktan olma, ezilmişliğin-sıradanlığın temsili, haksızlık ve adaletsizlik merkezli tepkiler" özellikle düşük gelirli kesimlerde ve orta sınıflarda siyasi tercihleri ve davranışları kuşatan, yönlendiren önemli girdiler.

Ancak görülmesi gereken hayati nokta, bu "sınıfsal tutum unsurlarının daha çok sembolik ögelerle şekillenmesi"dir. "Simgesellik üzerine kurulu sınıfsal yakınlıkların varlığı"dır.

Bu noktada belirli projelere dayalı politik-ideolojik görüşlerin belirleyiciliğinden çok "simgelerin, simgesel algıların kültür ve ekonomiyi ya da eziklik ve faydayı üst üste oturtan belirleyiciliği" ön plandadır.

Bunları görmeden, anlamadan, yönetmeye talip olmadan Türkiye'de siyaset yapmaya kalkışılmasının hiçbir anlamı olmaz.

Olmuyor da…

Olan ise Türkiye'ye oluyor…

Bakın yine sessiz sedasiz bir darbe süreci yaşıyoruz…

Yeni Şafak gazetesi