Sonsuz Düş
Gökyüzü uğrak yerimiz olsa
Ve düşlerimizin saydamlığında berraklaşsa hayat…
Elimizle yakaladığımız bulutları birer birer salsak gökyüzüne
Ve sulasak onları gözyaşlarımızla…
Emeklerimizi, acılarımızı katsak
Ve şimşeklere boğsak da gökyüzünü,
İçimizin aydınlığı olsa anlık ışık yansımaları…
Güneşe uzansak mesela…
Güneşte pişirsek toy huylarımızı…
Güneşte çözdürsek buz tutmuş vicdanlarımızı…
Ve eline bıraksak gökyüzünün,
Tüm anlayamadıklarımızı…
Gökkuşağının renkleriyle çözülse
Ve rengarenk dönse
Umut olsa
Işık olsa
Sonra sevda olsa da
Anlam önemini yitirse…
Amaç, onu sert rüzgarına katıp götürse…
Toprağa insek sonra…
Yeşili güzel gösteren toprağın kahvesine imrensek…
Avuçlasak toprağı,
Kirli ellerimizi temizlesek…
Tanıdık gelen kokusunu,
Daha önce hiç duymamış gibi içimize çeksek…
İliklerimize dolan kokunun toprakla sınırlı kalmayan aromasını çözümlesek…
Toprağın bile kendine haslığını,
Yeşille, rüzgarla, yağmurla, börtü böcekle,
Hayatla iç içelikle tamamladığını idrak etsek…
Bir de örtü gözüyle baksak toprağa…
Ölü gözüyle baksak…
Altında güzel bir hayat düşlesek…
Sonsuzluğun toprağın altında olduğunu anımsasak…
Burada bize ayrılan süre dolmadan
Sonsuzluğa sarılsak…
Sonsuzlukta anlamını bulsa hayat…
Hayatı sonsuzluğa adasak…
-Hale Beyza Avcı-