"Son terörist yok edilene kadar" sözünü, bir çocuk safiyetiyle ciddiye alıp soralım: "Son terörist acaba kim?" Gözümüzde canlandırmaya çalışalım. Karanlık bir surat. Yılan gibi bakan gözler. Sırtını bir ağaca vermiş, eli bir keleşin kabzasında.
Veya karanlık bir odada, bir C-5 kalıbına uzaktan kumanda ile ateşlenecek bir bomba düzeneği yerleştiriyor. Gözünüzün önüne bütün alternatifleri getirin. Acaba kim? Şu anda nerede? Ne düşünüyor?
Pazar günü yazdığım "Son terörist ve 12 Eylül'ün son mağduru" başlıklı yazıya çok fazla tepki aldım. Yaptığım 12 Eylül'ün uyguladığı sistematik "devlet terörü" ile, 25 yıldır yok etmek üzere peşinde olduğumuz "son terörist" arasında bir illiyet bağı kurmaktı. İlliyet bağı veya bir ortak payda.
Bu "illiyet bağı" veya "ortak payda" Kürt sorununu çözecek olan "demokratikleşme açılımı"nın ruhunu oluşturmalı. "Devlet terörü" sona ermeden, sona erdiğinden ve bir daha geri dönmeyeceğinden emin olmadan "son terörist"i bulamayız. Kendi adıma konuşayım: Bu ülkede bir daha devlet terörü olmayacağına inanırsam, "son terörist"i bulur ve kendi ellerimle ben yok ederim. Şayet bir şekilde "devlet terörü" yeniden hüküm sürerse o zaman "son terörist" ben olurum. Elime silah alacak halim yok. Bütün vatandaşları kaplayacak isyan duygusunu ifade ediyorum.
Devleti var eden hukuktur. Devlet kendisini var eden hukuku çiğnediği zaman meşruiyeti kalmaz. Devletin sahip olduğu şiddet kullanma ayrıcalığını yerine getiren güvenlik birimleri, ellerindeki silahı hukuk dışında kullandıkları zaman bunun adı "devlet terörü"dür. Terörün en acımasız, en yıkıcı ve en zalim biçimi budur. Hiçbir terör biçimi, devlet terörü kadar insan onuruna ve merdaneliğe aykırı olamaz.
Yıllar boyu, özellikle genç nesiller devlet terörüne maruz kaldı. Kimliğimizde, kişiliğimizde, düşüncelerimizde, ilişkilerimizde, gece gördüğümüz rüyalarda bu terörün izleri var. Devlet terörünün şekillendirdiği bir ülkede yaşarken, bizi hâlâ esir tutan bu zincirlerin hesabını görmeden, önümüzde duran sorunlarla baş edemeyiz. Hiç olmazsa bu sebep-sonuç ilişkisini fark etmeliyiz.
Anlatılanları bir kenara bırakın. Deniz Gezmiş, yaramazlık yapan bir çocuktu. Asılması "devlet terörü" idi. 70'lerin ikinci yarısında azan sokak terörünü, işte bu "devlet terörü" tetikledi, besledi ve büyüttü. Türkiye sancılı bir şekilde yeni bir hayat kalıbına dökülüyordu. Bu sancılar içinde sağa sola savrulanları alıp kışkırtan devlet içinden birileri, devlet terörü ile bir iktidar projesi çıkarttı. Bu iktidar projesinin amacı 12 Eylül darbesiydi. Devlet bu proje için terörü tırmandırdı, tırmandırmak için cinayetler işledi. Hâlâ ortaya çıkartılamayan fail-i meçhul cinayetlerin failleri, bu devlet içine yerleşmiş resmi sıfatlı teröristlerdi.
Tek başına 12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'nde icra edilen devlet terörü olmasaydı, PKK terörü bu kadar uzun süre var olabilir miydi? 12 Eylül diktası giderayak Kürtçe rüya görmeyi bile yasaklayan bir kanun çıkartarak terör estirmeseydi, Kürt sorunu bu kadar büyür müydü?
"Demokratikleşme açılımı" etrafında kutuplaştığımız üniter devlet, ulus devlet, resmi dil, milli kimlik gibi kavramlar bir kenarda dursun. Aradığımız şey hukuk. İfade sokak ağzında yerini buluyor. Terörün her türü kahpelik. "Önce devlet biraz delikanlı olsun."
12 Eylül'ün 29. yıldönümünde yazılanlar ve konuşulanlar toplumun geçmişiyle hesaplaşarak geleceğini kurtarmaya azmettiğini gösterdi. Bu azimle "son terörist"i de bulur ve etkisiz hale getiririz. Acı tecrübelerimizle, devlet terörünü başını kaldıramayacak şekilde yerin dibine gömdüğümüz gün "son terörist"in de hakkından geleceğimizi biliyoruz.
Kim oldukları önemli değil; "son terörist"ler bizim sabrımızla, yüreğimizle, aklımızla buharlaştırıp yok edeceğimiz kişiler.
ZAMAN