Son noktayı koyan Devlet

Akif Emre

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un küçük çapta devrim olarak nitelenen konuşmasının bu kadar ilgi görmesinin nedeninin sözlerinin içeriğiyle olduğu kadar kürsüdeki konumuyla da ilgili olduğu açık. Başbuğ'un konuşması karşısında devletin temellerinin sarsıldığı türünden bir şeyler söylemek bir yana eleştirmenin bile imkansız oluşu siyaset kültürümüz açısından önemli bir göstergedir.

Tayyip Erdoğan, partisini kurma aşamasında "Türkiye milliyetçiliği" kavramı üzerinde bir söylem geliştirmenin siyasal karşılığı üzerinde yakın çevresiyle tartışıyordu. Bölücülükle suçlanacaklarını ya da başka siyasi sonuçlar doğuracağını düşünmüş olmalılar ki bu söylemi dillendirmediler ya da gereksiz gördüler. Yakın zamanda da Türkiye vatandaşlığını gündeme getirdiklerinde bölücülük dahil her türlü itham dolu eleştirileri göğüslemek zorunda kaldılar. Bu söylemi bölücülüğe prim veren, teröristleri cesaretlendirici bir ihanet olarak yorumlayanların sayısı hiç de azımsanacak gibi değildi. Doğru veya yanlışlığından bağımsız olarak ülkenin siyasi iktidarının bu tespitlerinin medya, akademi ve bürokrasi dahil etkin çevrelerde tartışmaya son noktayı koymak bir yana yeni tartışmaları körüklediğini biliyoruz. Aşırı ithamlara varsa da tartışılmasından daha doğal bir şey de olmazdı zaten.

Benzer tespitleri askeri bürokrasinin en tepesindeki isim yapınca neden tartışmalar bir anda sona eriyor, adeta son nokta konmuş oluyor. Çünkü bizim seçkinlerin zihninde (olanca çağdaş, demokrat olma iddialarına rağmen) devlet demek asker demektir de ondan. Devlet bir meseleye son noktayı koymuşsa en muhalif olanların bile itiraz etmesi düşünülemezdi. Asker algısının bu çarpık tezahürü kendisini sol ve muhalif sayanlardan muhafazakar kesimlere kadar zıt görünen kanatları birbirine yaklaştıran ortak gelenektir.

Cumhuriyet seçkinlerinin asker üniformasına iliştirilmiş devlet algısında, batılılaşma serüvenimiz açısından bir öncülük misyonu vardır. Osmanlı'dan bu yana modernleştirici misyonuyla ordu bu anlamda pekçok girişimin öncüsü sayar kendini. Tanzimat'tan Cumhuriyet devrimlerine, çok partili hayattan askeri darbelerin gerekçelerine kadar önemli dönüşümler askerin müdahalesi, daha doğrusu son noktayı koymasıyla hayata geçirilmiştir.

Fakat son olaylarda nedense askerin siyasi iktidarın gerisinden geliyor olması ilginç bir durum arz ediyor. Her ne kadar "son nokta" algısı hâlâ askere yönelik olsa da sivil hükümetin öne geçmesi, bir bakıma askerin onu teyit eder anlamında arkadan gelmesi söz konusu.

Bu geriden gelme yahut hükümet söylemini teyit anlamında bir uzlaşının ortaya çıkışının ne kadarının iç dinamiklerle ilgili olduğu, üzerinde düşünülmeye, tartışılmaya değer bir konudur. Dünya siyasetinin başat aktörlerinin son 200 yıllık iç gelişmelerdeki önemli dönüşüm/kırılma noktalarında belirleyici olduğu tarihi tecrübeyi göz önüne almadan bu sorunun cevabının verilmesi mümkün değildir.

Toplumla barışma adına "Türkiye halkı" ya da "Türkiye vatandaşlığı"na dayalı kimlik tanımlamalarının ihmal ettiği dini ve kültürel aidiyetleri dışlayan, görmezlikten gelen hatta bunun gündeme getirilmesini felaket gören bakış açısı terk edilmedikçe dış etkiye açık olma halinin daha kötüsü ( bu müdahalelerin gerekçesi olan) iç çelişkilerin sona ermesini beklemek tarihten ders almamak anlamına gelir.

YENİ ŞAFAK