Yasin Aktay’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı (06 Haziran 2020) şöyle:
“Libyalı Kardeşlerimizi Asla Darbecilerin ve Lejyonerlerin İnsafına Bırakmayacağız”
Dün Tarhune’nin düşmesiyle birlikte Libya’da yepyeni bir döneme geçilmiş oldu. Ondan bir gün önce uzun zamandır darbeci Hafter’in kontrolünde bulunan ve bütün Libya hava sahasını oradan kilitlemiş bulunan Trablus Havalimanı düşmüştü. Bunların her biri askeri anlamda çok büyük başarılar. Her başarının ardında da BAE’nin finansmanıyla Rusya ve Fransa’dan temin edilmiş yüksek teknolojili silahların imha edilişinin görüntüleri veya ele geçirilmesinin muhteşem hikayeleri var ve tabii ki bütün bu görüntü ve hikayelerin başrolünde Türkiye’nin İHA veya SİHA’ları ve TSK ile MİT’in aklı, cesareti ve desteği var.
İzliyorsunuzdur. Türkiye’nin bir süredir Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) verdiği destekle birlikte sahada bütün dengeler değişmiş durumda. Yakın zamana kadar BAE, Fransa, Mısır ve Rusya’nın desteklediği darbeci general eskisi Hafter, Libya’nın meşru hükümetinin merkezi olan Trablus’u, yönetim merkezinin bulunduğu semtine kadar kuşatmış bulunuyordu. Uluslararası toplumun, BM’nin Libya halkının meşru temsilcisi olarak tanıdığı hükümet Trablus’ta sıkışıp kalmış, oradan da düşmesine ramak kalmıştı. Son hamle için, son vuruşa geçtiği anda karşısına Türkiye çıktı ve o andan itibaren bütün dengeler değişmeye başladı. Şimdi kaçan Hafter, kovalayan Trablus’un meşru hükümeti. Bu kovalamacanın nereye kadar süreceğine dair işareti ise, dün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Libya Başbakanı Faed el Serrac’ı Külliye’de kabulünde verdi.
“Hafter’i bir kenara koymak mümkün değil gibi bir anlayışla yaklaşım gösteren ne yazık ki devlet başkanları veya devlet temsilcileri de var. Onlara tekrar hatırlatıyoruz. Hiçbir zaman Libya halkının sorunlarıyla ilgilenmeyen ve Libya’nın geleceğini sürekli tehdit altında tutan bir kişinin bu konuda masaya oturacak bir temsili kabiliyeti de olamaz. Bu kişi ve ona askeri, mali, siyasi destek sağlayanlar, barışın önündeki en büyük engeldir. Darbeci Hafter’i destekleyerek Libya’yı kan ve gözyaşına boğanları elbette tarih yargılayacaktır.”
Erdoğan bu sözleri, Libya’da BM himayesinde ve Libya halkının öncülüğünde sürdürülecek olan ve bütün Libya halkının katılımıyla gerçekleşecek olan bir diyalog sürecinden yana olduklarını ifade ettikten sonra söyledi. Bunun anlamı artık Hafter’in Libya’daki diyaloğun veya siyasi sürecin bir tarafı olma vasfını kaybettiğidir.
Esasen Hatfer’e bu fırsat son saldırılarını başlatmadan kısa süre önce Berlin’de tanınmıştı. Orada bile işlemiş olduğu savaş suçlarına rağmen bu hak fazladan verilmişti ancak o yine belki Trablus hükümetini tamamen devirerek bütün sürece tek başına hakim olmaya doğru bir tamahkarlık sergiledi.
Ancak bu tamahkarlık onun sonu oldu, çünkü eline geçirdiği ilk fırsatta diğer taraflara karşı darbe yoluyla hakim olma alışkanlığı tedavi edilebilir, kontrol edilebilir bir alışkanlık değil. Bu alışkanlığa sahip birinin herhangi bir siyasi süreçte güvenilir bir taraf olarak değerlendirilmesi mümkün değil. Bu Libya halkı için açık bir tehlikedir ve Libya halkı bu tehlikeye karşı korunmalıdır.
Nitekim Erdoğan da mesajını açık ve net bir biçimde verdi: “Libyalı kardeşlerimizi asla darbecilerin ve lejyonerlerin insafına bırakmayacağız.”
Bu arada yıllardır Fransa’da yaşamakta olan çok değerli bir Türk akademisyenin özellikle Türkiye’nin son zamanlarda Libya’da kat ettiği başarılardan ne kadar heyecanlandığını anlatan bir mesajı dikkatimi çekti. Mesajının asıl dikkatimi çeken ve beni de Türkiye medyasının ilgi düzeyiyle ilgilenmeme yol açan yanı Türkiye medyasının bu büyük başarıya sergilediği ilgisizliğe dair söyledikleri. Akademisyen dostum “Fransa ve Avrupa medyasında UMH’nin son zamanlardaki başarıları Türkiye’nin büyük başarısı ve ilerlemesi olarak niteleniyor ve medyada çok önemli yer buluyor, ama bakıyorum aynı ilgi Türkiye medyasında yok.”
Halbuki bu olay bir Kıbrıs çıkarmasından bile çok daha tarihi ve çok daha önemli. Üstelik sesiz sedasız gerçekleşiyor. Akademisyen dostum dikkat çekince fark ettim, gerçekten de takip ettiğim bütün İngiliz ve Arap medyası bu olaya Türkiye medyasından daha fazla yer veriyor. Bizde bile ilginin bu iki günde yoğunlaşmasının asıl sebebi sahada Türkiye desteğiyle UMH’nin kaydettiği başarılardan ziyade Libya başbakanın Cumhurbaşkanını ziyareti.
Ne yalan söyleyeyim, bu tür durumlarda sergilenen abartılı coşkulardan ben her zaman ürküntü duyarım. Çünkü bu tür coşkulu davranışların nihayetinde bizdeki milli duygulardan ziyade bir süre sonra şoven duyguları daha fazla güçlendiriyor olması tehlikesini yaşıyoruz. Bu hadiseler dönüp sağlıklı bir tarih bilinci için bir derse dönüşmesi ne güzel olur oysa.
Arkadaşa verdiğim cevabı da paylaşayım bari: Olaya iyi tarafından bakalım. Bir, Türkiye için artık bu tür başarılar çok abartılı coşkulara konu olmanın ötesine geçti. Türkiye’nin rutini haline geldi. Her gün her alanda bu tür başarılar katediliyor olması Türkiye’nin gücünün artık belli bir noktaya ulaşmış olduğunu gösteriyor.
İki, neticede bu zaferler Türkiye’nin desteğiyle de olsa resmen Libya UMH güçlerinin başarılarıdır. Uluslararası manzarada Türkiye’nin başarısı veya ilerlemesi gibi görünse de Türkiye’nin iddiası Libya’da savaşmak değil, barışın, huzurun ikamesi ve son kertede Libya’nın gerçekten Libyalılara terkedilmesidir. Abartılı bir başarı coşkusunun Türkiye tarafında yaşanmamasında Türkiye’nin sergilediği bir asaletin ve iddialarıyla tutarlılığın eseri vardır.
Bu da Libya’ya çökmeye çalışan ve Türkiye’nin orada ne işi olduğunu pişkince soran sömürgeci işgalci-darbeci güçlere ayrı bir ders olsun.