Sömürge kafaların Yusuf Tekin’e garezleri

"Yaklaşık iki yüzyıldır Müslümanlar üzerinde kendini savunmaya, sorgulamaya, özünü eleştiriye davet eden bir baskı var. Birçok aydın sayılan Müslüman bile, o baskı altında çok zengin bir savunmacı söylem ve literatür de oluşturmuştur. "

Yasin Aktay/Yeni Şafak
 
Sömürge kafaların Yusuf Tekin’e garezleri
 
Yaklaşık iki yüzyıldır Müslümanlar üzerinde kendini savunmaya, sorgulamaya, özünü eleştiriye davet eden bir baskı var. Birçok aydın sayılan Müslüman bile o kadar benimsemiştir ki bu baskıyı, o baskı altında çok zengin bir savunmacı söylem ve literatür de oluşturmuştur. Geçtiğimiz günlerde bir vesileyle bu literatürün karmaşıklıkta ve entelektüellerde zirve yapmış isimlerinden biri olan Cezayirli Muhammed Arkoun’un bu savunmaya davete icabet etmek üzere geliştirdiği bir kavramsallaştırmasına değinmiştim. İslam’ın Müslümanlar tarafından “düşünülmeyen” veya “düşünülemez” alanlarından bahsediyordu Arkoun.
 
Öyle resmediyordu ki durumu, sanırsınız Müslümanlar belli bazı konulara hayatta hiç dokundurmaz hiç düşünmez düşündürtmezler. Zinhar, Arkoun ya İslam düşünce tarihi içinde her alana ve her soruya dair alabildiğine zengin çoksesliliği ve cesareti bilerek gözardı ediyor veya yeterince bilmiyordu. İslam düşünce tarihi içinde sorgulanmamış, şüphelenilmemiş ve bu şüphe dolayısıyla üzerine defalarca gidilmemiş bir tek konu, en ufak bir alan yoktur. Aslında İslam düşünce tarihinden kendine en aykırı fikirler için bir referans bulmak isteyenlerin dahi bulmakta zorlanmayacakları bir durum söz konusudur. İslam düşüncesi alanında durum böyle ama bu kavramsallaştırmayı Arkoun gibi bir zata yaptıran düşünce ortamını da görmek gerekiyor. Bu ortam zaten İslami bir ortam değil bilakis Fransız-Batılı bir ortamdır. Yani bir ucunda işgal diğer ucunda iki yüzlü bir medeniyet iddiası.
Arkoun Cezayir’de yaşamıyordu pek ama resmettiği İslam düşünce ortamı için Cezayir’in işgal altındaki konumu yeterli ilhamları vermiş olmalıydı. En azından son yüzyıldır İslam düşüncesinin bütün yetkinliği ve derinliğiyle üretilebileceği bir ortam söz konusu bile değildir. Düşünce üzerinde sınırlar, tabular, yasaklar koyan ise asla İslam değildi. Bilakis işgalcilerin zihinlerde oluşturduğu sınırlar herhangi bir konuyu düşünmek için en kaba sınırları koymuşlardır. Bu sınırları aslında kendisi gibi Cezayirli olan Malik bin Nebi çok güzel göstermişti. “Sömürgecilik/işgal zihinlerde gerçekleşen bir şeydir. Sömürgeleştirilmek için zihinlerin sömürgeleştirilmeyi kabul etmiş olması gerekiyor” Bu yaklaşım aslında yüzyıldır mustarip olduğumuz sömürgecilik gerçeğine bambaşka bir ışık tutuyor.
 
Bugün özgür, bağımsız olduğunu zanneden birçok ülke insanı işgal altında olduğunun farkında bile değil. Saten sömürgecilik bize kendini hissettirmeden ilerleyen sinsi bir düşmandır. Buna mukabil Gazze halkı, toprakları işgal edilmiş olsa de düşman zihinlerini ele geçirememiş olduğu için sömürgeleştirilememiş bir halktır.
 
Sömürgecilik bilakis düşünülemeyen alanlar üzerinden kendini var eder. Basitlik, bayağılık, kuru hamaset, cehalet ve kabalıkla. Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Yusuf Tekin’in düşünmeye bile değil sadece hatırlamaya davet ettiği bir konu tam da sömürgeleşmiş kafaların yüreğini hoplatmaya yetmiş oldu. O kadarlık bir düşünceyi kaldıramaz sömürgeleşmiş kafalar ve kişilikler.
Yusuf Tekin’in laiklikle ilgili söyledikleri konuyla ilgili azıcık siyaset bilimi malûmatı olanın rahatlıkla takdir edebileceği tarihi verilere dayanıyor. Birilerinin Laiklikten Kur’an’ı yasaklamak, camileri kapatmak ve binalarını başka şeylere çevirmek, dindar insanlara baskı yapmak olduğunu söylüyor. Bunu söylerken elbette çok kolay tespit edilecek, aslında hatırlanacak mebzul miktarda tarihi veriye dayanıyor. Ama sömürge kafalar bu uzun yola girmek istemiyorlar. Onlar açısından “düşünülemez” hatta “düşünülmesi teklif dahi edilemez” bir alandır bu. Neden? Böyle bir şeylerin olmadığını mı düşünüyorlar?
 
Eğer öyle düşünüyorlarsa aslında ilginç bir durum çıkar ortaya. Yani çok büyük bir inançla bağlı oldukları tek parti siyasetçilerine böyle bir hareketi yakıştırmıyorlar. Yani bir başka açıdan CHP’nin böyle bir hareketi asla onaylamadığını, ona böyle bir hareketi isnat etmenin hakaret olduğunu düşünüyorlardır. Bu iyimser bakış tabii, yine de ilk Kemalist kuşak ile son Kemalist kuşak arasında bu kadar bir farkın oluşmuş olması enteresan bir durumdur.
Ancak tarihi veriler kabak gibi ortada: Kur’an gerçekten yasaklandı, camilerin önemli bir kısmı kapatıldı bir kısmı ahıra veya başka alanlara dönüştürüldü, ezan susturuldu, İmam-Hatipler kapatıldı, Müslüman halka savaştıkları ve yurttan kovdukları düşmanın serpuşu zorla giydirildi, bu halk her alanda kendi savaştığı düşmanına benzemeye mecbur bırakıldı. Bunların hangi biri inkâr edilebilir? Bırakın inkâr etmeyi, bu konuları hatırlatmayı, üzerinde düşünmeyi bile ortalığı velveleyi vermek için yeterli sebep gören bir tabu saltanatı hemen ses veriyor.
Yusuf Tekin’in bir yerde söylediği bu sözler üzerine CHP’nin bütün tabu muhafızları bütün bağnazlıklarıyla harekete geçip linçe koşmuş. Böylece tekrar kimin ne düşünülemeyen alanları olduğu bütün açıklığı ve ibretliğiyle görünmüş.
 
Yusuf Tekin laikliği kategorik olarak karşı çıkmıyor halbuki. Dünyanın her yanında laiklikten anlaşılan anlam içeriğini ve standardı ortaya koymuş sadece: tüm vatandaşların dini inanç ve ibadet özgürlüğünün güvence altına alınmasıdır. Tabu muhafızları sosyal medya linciyle yetinmemiş bir de mahkemeye koşmuşlar. Aslında belki iyi olur, bu sayede CHP’nin bu alanda yaptıkları mahkeme sürecinde değerlendirilmiş olur, yargılanan Yusuf Tekin değil tam da bugün CHP’ilerin bile partilerine yakıştırmadığı bu unutmak istercesine utanılası icraatları olur.
Gerçekten utansalar ve unutmak isteseler aslında “milli birlik-beraberlik” adına biz de unutmalarına yardımcı olurduk, yüzlerine vurmazdık her vesileyle. O kadarlık bir nezaketimiz vardır evelallah. Ne var ki bu konuda ne utandıkları var ne de her fırsatta aynı kıymeti ortaya koymaktan geri durdukları.
Yusuf Tekin’in tam da safları birleştirmekten bahsedildiği bugünlerde böyle bir konuyu açmasının doğru olmadığını söyleyenler galiba konuyu gerçekten onun açtığını sanıyorlar. Konu hiçbir zaman kapanmadı ki. Hiç ara verilmeksizin AK Parti döneminde bile eğitimimiz Cumhuriyet tarihi konusunda olabildiğince ideolojik hatta mitolojik olmaya devam ediyor. Konu eski ama etkisi ve etkinliği hala her gün her saat tekrarlamaya devam ediyor, olduğu için lakayt kalmanın daha büyük bir vebal oluşturduğu bir noktadayız. Biz susup bu ayıplarını unutmalarına yardımcı olsak bile kendilerini her gün yeniden hatırlatmaktan hiç geri durmuyorlar.
 

Bırakın 75-100 yıl önce yaşananları daha 14 yıl önce bu ülkede aynı sömürgeci-sömürgeleşmiş tıynetle başörtüsünü yasaklamış olduklarını, İmam-Hatip okullarını kapanma noktasına getirdiklerini ve bu okullardan mezun olanları katsayı uygulamasıyla üniversite okumaktan menettiklerini, 15 yaşına kadar Kur’an dersi alınmasını yasakladıklarını bile inkâr edebiliyorlar.

Dediğim gibi, banallıklarını, cahilliklerini, tarih konusundaki mitolojik-ideolojik evhamlarını bize de çocuklarımıza da her gün ısrarla ve zorbalıkla dayatmaya kalkışmasalar, sizin dininiz size der, ne kadar kör kütük taptıklarına hiç bakmadan biz de işimize bakardık. Oysa biz “dininiz size” desek de onlar “hayır sizin dininiz size değil, bizim dinimiz de size” dayatmasına devam ediyorlar.
Yusuf Tekin çok doğru söylemiş, zamanında söylemiş ve az bile söylemiştir. Temsil ettiği sadece kendi görüşleri değil, sürekli olarak nazlandırılarak faşizan bir makama yükseltilip orada sürekli beslenen haksız otoriterliğe karşı çıkmanın münasip olmayan bir zamanı yoktur.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!