Somali’deki Nüfuz Mücadeleleri ve Türkiye’nin Konumu

Taha Kılınç, Somali’de 2’si Türkiyeli 90 kişinin hayatına mal olan saldırıyı değerlendirdiği yazısında, bölgedeki nüfuz mücadelelerine dikkat çekerek BAE-Suudi ekseninin Şebab örgütü üzerinden Türkiye ve Katar’ı engellemeye çalıştığını söylüyor.

Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı (01 Ocak 2020) şöyle:

Taşeron Terör

Hafızalarımızı tazeleme adına, yaklaşık iki buçuk yıl öncesine gidelim:

14 Ekim 2017 Cumartesi günü, Somali’nin başkenti Mogadişu, arka arkaya düzenlenen iki terör eylemiyle sarsılmıştı. Tam 585 kişinin hayatını kaybettiği ilk saldırıda, bomba yüklü bir kamyon şehrin en kalabalık kavşaklarından birinde, diplomatik temsilciliklerin yer aldığı ve yabancı askerlerin konuşlandığı korunaklı bölge yakınlarında infilak etmişti. Patlamanın yaşandığı noktada bir petrol tankerinin de bulunması can kaybını artırırken, 100’den fazla ceset tanınamayacak şekilde yanmıştı. Yine 100’den fazla kişinin ise, cesedi dahi bulunamamıştı. Bundan iki saat kadar sonra, başkentin bir diğer semtinde gerçekleşen bombalı saldırı iki kişinin daha ölümüne yol açmış, bir üçüncü bomba yüklü kamyon ise Somali polisi tarafından ele geçirilmişti. Aynı günde 587 kişinin öldüğü saldırılar, ülke tarihinin en kanlı terör eylemleri olarak kayıtlara geçmişti.

Herhangi bir grubun resmî olarak üstlenmediği 14 Ekim saldırılarında, Somali istihbaratına göre “olağan şüpheli” Şebâb örgütüydü. Eylem, Şebâb’ın daha önce düzenlediği çok sayıda terör saldırısıyla büyük benzerlikler gösteriyordu, ayrıca saldırıda kullanılan kamyonun şoförü de örgüt üyesiydi. Bilâhare yapılan soruşturma, terör saldırısında asıl hedefin, Katar ve Türkiye’ye ait diplomatik temsilcilikler olduğunu ortaya çıkarmıştı. Şebâb’ın, bu iki ülkeyi gözüne kestirmesi, Somali için yeni bir durum değildi.

Mogadişu, geçtiğimiz cumartesi günü (28 Aralık) kanlı bir terör eylemine daha sahne oldu. Şehrin güneybatısındaki yoğun bir kavşakta, yine bomba yüklü kamyonla düzenlenen saldırıda en az 90 kişi hayatını kaybetti. Ölenler arasında iki de Türk vatandaşı bulunuyordu bu defa. İlk etapta herhangi bir örgütün sorumluğu üstlenmediği görülürken, saldırıdan iki gün sonra Şebâb adına yapılan açıklamada, eylem sahiplenildi. Esas hedefin Türkler olduğunu ilk kez vurgulayan Şebâb sözcüsü, “Müslüman Somali halkına acı veren kayıplar için çok üzgünüz, hayatını kaybeden Müslümanlara taziyelerimizi sunuyoruz. Yaralananlara ve malları zarar görenlere geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz” dedi. Türkiye’yi Somali’nin kaynaklarını sömürmekle suçlayan Şebâb, “Türkiye, topraklarımızdan çekilene kadar onlarla savaşmayı sürdüreceğiz, ancak masum Müslüman Türk vatandaşlarına karşı değiliz” mesajını verdi.

ABD, İngiltere, Çin, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi çok sayıda yabancı aktörün cirit attığı Somali’de, mevcut hükümetin işleyişine yardımcı olan ülkelerden biri de Türkiye. Katar’ın desteği ekonomik boyutta kaldığı için, terörün kendisine taşere edildiği Şebâb’ın, Türkiye’yi hedef seçtiğini açıkça ilân etmesi gayet anlaşılır. Çünkü Türkiye, Somali’ye desteğini sadece insanî ve siyasî yardımla sınırlı tutmuyor, işin askerî ve istihbârî boyutu da var.

Somali’nin tek “suçu”, Türkiye’ye topraklarında alan açması değil. Barış Pınarı Harekâtı başladıktan hemen sonra, 12 Ekim 2019 günü Arap Birliği “Türkiye’nin saldırganlığını kınamak üzere” toplandığında, yayımlanan bildirgeye şerh düşen iki ülkeden biri Somali’ydi (diğeri Katar). Somali’nin şerhi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ülkedeki etkinliği ve gücü düşünüldüğünde, gerçekten takdir edilmesi gereken bir tavırdı. Ortadoğu coğrafyasının yabancı güçler tarafından istilası karşısında dut yemiş bülbüle dönen Arap yönetimlerinin, konu Türkiye olunca birden bire şahin kesilmesini de bu vesileyle bir kez daha görmüştük.

Somali’de, Libya’da, Suriye’de… Türkiye ne zaman sahaya inse, karşımızda hep aynı bloku görüyoruz. Normal şartlarda kendi aralarında birçok konuda fikir ayrılıkları ve çatışmalar yaşayan ülkeler, Türkiye ortak paydasında çok hızlı birleşiyorlar. Hatta sözde “yanımızda” duran ülkeleri bile, aniden karşımızda görebiliyoruz. Akla hayale gelmedik aktörler, mantık sınırlarını zorlayan ittifaklar kurarak, aynı hedefe kilitleniyor: Türkiye’ye sahada rol kaptırmamak. Terör yoluyla, uluslararası kurumlar eliyle, medya kanalıyla... velhasıl elde bulunan her türlü vasıtayı kullanarak, kendi “şer eksenleri”ne odaklanıyorlar. Yüzlerce masum insanın kanının üzerinde savaş tamtamları çalarak ve sözde “istikrar” getirdikleri ülkelerdeki her şeyi alt üst etme pahasına.

Türlü imkânsızlıklara ve reel-politiğin dayattığı zorluklara rağmen, vicdanın ve insanlığın tarafında saf tutmak… Bu çizgi, hiçbir zaman bozulmamalı. Tarih, bugün mecbur kalınan şeylerle gönüllü olarak yapılan yanlışlar arasındaki ayrımı yaparken, çok adaletli ve şeffaf davranacaktır.

Yorum Analiz Haberleri

İşgal edilen zihinler
AK Parti ve MHP’nin gençlik teşkilatları Filistin davasının neresinde?
Metalaşan değerler ve ahlaki çözülme
İslam düşmanları neden Müslüman mezarlığına defnediliyor?
Geçmişimiz ve unutma sorunu