Son on beş yıl içinde dünyada yaşanan zihniyet kayması, klasik siyasi pozisyonların üzerine oturduğu toplumsal zemini kaydırdı. Bundan en fazla etkilenen ise 'sol' oldu.
Çünkü kafasındaki evrensel normlara göre toplumu değiştirmeyi ve biçimlendirmeyi hayal eden sol, birden karşısında kendiliğinden değişen ve solun normlarının içini boşaltan bir toplumsal dinamik buldu. Bu normların içini yeniden doldurmak ise topluma yeniden bakmayı ve onu anlamayı gerektiriyordu. Ne yazık ki birçok ülkedeki sol, aynen Türkiye'de olduğu gibi, topluma yabancılaşmayı ima eden kimliksel bir duruşa sahipti. Otoriterliğe teşne olan laiklik anlayışı da bu ülkede, bir yandan solu bir cemaatleşme olarak koruyup yaşattı, ama aynı anda da onu marjinalize edip içine kapattı. Hele İslami kesimin AKP üzerinden yaşadığı siyasi ve sosyal yükselmeyle karşı karşıya kalınca, solun kolu kanadı kırıldı ve laik asabiyeden beslenen bir savunma aktivizmini 'siyaset' sanmaya başladı.
Öte yandan bu bakış, solun bütününü kapsamadı. Demokratlığa kapı açan, kendi içinde epeyce heterojen olan, kültürel kimliklere tıkanıp kalmayan bir başka sol da ortaya çıktı. Kendilerine özgüven içinde 'sosyalist' demeyen ama değilim demeye de dilleri varmayan ikircikli bir grup bu... Ancak otoriter solun temel öncüllerinden hiçbirini paylaşmadıkları da açık. Devletçi değiller, sivilliğin ahlaki üstünlüğüne inanıyor ve sivil toplumun çoğulcu yapısına ve kendiliğindenci değişimine destek veriyorlar. Otoriter laikliğe karşılar, laikliğin özgürlük imkânlarını daraltan değil açan bir ilke olarak hayata geçmesini, kamusal alanın tüm toplumsal çeşitliliği kuşatması gerektiğini savunuyorlar. Milliyetçi de değiller, etnik kimlikler üzerinden geliştirilen ya da zımnen de olsa herhangi bir etnik kimliği temel alan siyasetleri mahkûm ediyor, önermelerini insan olmaktan gelen evrensel vasıflara dayandırıyorlar.
Apaçık bir şekilde, Türkiye'deki klasik merkeziyetçi solun parçası değiller. Ama hâlâ ikircikli bir noktadalar. Referandumda 'yetmez ama evet' diyen epeyce heterojen kitlenin bir bölümünü oluşturdular. Oysa ortada 'evet çünkü yeterli' diyen ve bu grubun muhatap alacağı kimse yoktu. Ama 'yetmez ama evet' sloganı bu kişileri rahatlattı, çünkü böylece hem 'hayır' veya 'boykot' diyenlerden, hem de 'evet'çilerden farklı olduklarını söylemiş oldular. Söz konusu farklılık bu grubun kendisini 'ne AKP yandaşı ne de karşıtı' olarak tanımlamasını sağladı. Bu solcular klasik otoriter sol anlayıştan kopmuşlar, ama iktidarla özdeş algılanma korkusunu aşmalarına yol açacak sağlam bir ideolojik zemin oluşturamamışlardı.
Bu özgürleşen solun kendi ideolojik zeminini bulması son derece önemli. Çünkü burada önemli olan sayı değil, önümüzdeki dönemin anayasa ve Kürt meselesi gibi 'konuşma' gerektiren konularında sağlıklı bir sol bakışın da bulunması, tartışma çerçevesinin genişlemesine hizmet etmesidir. Ancak şu ana kadarki süreçte bu grubun da kolaycı bir yola sapma ihtimalinin yüksek olduğu görülüyor. Türkiye siyaseti üzerinde etkili olmak, toplumsal tercihlere ilişkin olarak 'duyulabilen bir ses' oluşturmakla mümkün. Bu ise toplumun gerçek sorunlarının çözüm yolları ve geleceğin somut olarak nasıl kurulabileceği üzerine önermeler sunmakla mümkün. Diğer bir deyişle siyasetin tercihlerle ilerlediği ve hemen hiçbir tercihin insanı rahatlatacak bir 'doğru' içermediğini idrak etmek gerekiyor.
Bunun anlamı, sadece ilkesel normların tekrarlanarak siyaset yapılamayacağı ve toplumu etkilemenin mümkün olmayacağıdır. Örneğin Başbakan'ın kanal projesine, nükleer ve hidroelektrik santrallere, filtreli internete karşı çıkmak kolaydır. Doğa, çevre, özgürlük dersiniz ve sorununuz çözülür. Ama topluma hiçbir şey demiş olmaz, aksine kendinizi siyasetin dışına itersiniz. Çünkü asıl mesele, alternatif çözümler üreterek ihtiyaçların ve taleplerin nasıl karşılanabileceğini göstermeyi gerektirir. Bunun siyasi partilerin işi olduğunu söyleyebiliriz... Ama en azından bu ihtiyaçları ve talepleri 'gören', 'duyan' ve 'anlayan' bir solculuğun geliştirilmesi gerekiyor. Yoksa toplumun tercihlerinin yanlış olduğunu tekrarlayıp duran Kemalist/Marksist soldan pek fark kalmaz.
İlkesel normlar üzerinden üretilen siyasi duruş, idealizasyon ve kategorizasyon eksenleri üzerine oturur. Zamandan ve toplumdan bağımsız 'doğruların' serdedilmesini mümkün kılar, insanların gece iç huzuruyla uyumalarını sağlayabilir. Ama apolitik kalmaya razı olmayı da ima eder... Oysa topluma dokunan, siyasetin içinden konuşan bir özgürlükçü sol anlayışın yapabileceği çok şey var...
ZAMAN