Solcu Katillere “in” Ülkücülere “out” Adalet mi?

Yıldıray Oğur, ülkücülerin serbest bırakılmasına kızan solculara dönük yazdı: Ya sizin katilleriniz?

HAKSÖZ-HABER

12 Eylül sürecinde işledikleri cinayetler nedeniyle idam cezası alan bazı ülkücülerin 3. Yargı Paketi çerçevesinde çıkarılan yasadan yararlanarak serbest kalmaları özellikle sol çevrelerde şiddetli tepkilere yol açtı. Yıldıray Oğur, bugünkü yazısında sol yazar ve çevrelerin tutumlarındaki çifte standarda dikkat çekerek solun 12 Eylül sürecindeki “kanlı tarihi”ni gözler önüne seriyor.

Oğur’a göre ülkücülerin serbest bırakılmasına kızan solcular, 20 yıl önce serbest bırakılan kendi “idamlık” katillerini görmüyorlar bile. Oğur’un yazısı benzer suçları işlemesine rağmen sol çevrelerin propagandif çalışmalarıyla nasıl mağduriyet edebiyatı yaptıklarına da ışık tutuyor.

Katillerimiz artık eşittir

Yıldıray Oğur / Taraf

17 Mart 1978 günü gece 22:00. Moloz dökmek için İçerenköy yakınlarında taşocağına giden kamyon şoförü, köpeklerin çalıların arasındaki bir şeyi eşelediğini gördü. Yaklaştı. Manzarayı görür görmez hemen karakola haber verdi. Çevreyi arayan polis beş genç adamın cesedini buldu arama sırasında. Bu arada yakınlardaki gecekondulardan, arama yapan polisin üzerine ateş açıldı.

Kurşunla öldürülmüş insanlara ait cesetlerin bir kısmında darp ve işkence izleri vardı. Biri gözünden vurulmuştu.

Cesetler geçim sıkıntısı yüzünden daha yeni Giresun Görele’den İstanbul’a göç eden ve Oto San fabrikasında çalışmaya başlayan beş arkadaşa aitti. 23 yaşındaki Sinan Koca’nın biri 10 günlük üç çocuğu vardı. 29 yaşındaki ağabeyi Cevat Koca’nın bir, 29 yaşındaki Bahri Bilgin’in yedi, 27 yaşındaki Ömer Bayraktar’ın dört ve Salih Ulu’nun bir çocuğu.

Beş arkadaş kiradan kurtulmak ve Görele’deki ailelerini yanlarına getirmek için birer gecekondu yapmaya karar vermişlerdi. Gecekondu için seçtikleri yer devrimcilerin kurtarılmış bölgesi olan 1 Mayıs Mahallesi’ydi. Ülkücü olan beş işçi, Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu MİSK’e üyeydi. Gecekonduları yaptılar ama başları devrimcilerle belaya girdi. Bir gün kahveye çağrıldılar. Sonradan bunun TİKKO’nun Halk Mahkemesi olduğunu öğrendiler. Suçlu bulundular. İnfazlarına karar verildi. Elleri arkadan bağlanıp, İçerenköy yakınlarındaki taşocağına götürüldüler...

Katliamı yapan beş TİKKO militanı, 1991 yılında çıkarılan ve Anayasa Mahkemesi’nin eşitliğe aykırı bularak genişlettiği şartlı salıverilme yasasından faydalanarak 13 yıl sonra tahliye oldu.

25 haziran 1980 günü MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı emekli binbaşı Ali Rıza Öztürk’ün kapısını kiralık evlerini gezmek isteyen biri kadın dört kişi çaldı. Öztürk’ün eşi Fahriye Öztürk, kiralık evi gezdirip, konuşmak ve yemek ikram etmek üzere dört kişiyi evine çağırdı. Yemekler yendi. Bu sırada çevreyi kuşatan kiracı rolündeki dört militan silahlarını çıkardı ve ateş açmaya başladı. Kurşunlarla Ali Rıza Altınok, eşi Fahriye Altınok’la birlikte 16 yaşındaki kızları Nilgün Altınok da can verdi.

Evin duvarına “Faşist yuvalarını dağıttık” yazan Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği üyesi dört kişi kaçtı. İkisi kardeş olan katillerden kadın olanı 1981 yılında bir çatışmada yaralı olarak yakalandı. Kardeşi yargısız infaz olduğu için uzun süre kamuoyunda tartışılan çatışmada öldürüldü. MLSPB’li kadın militan 10 yıl sonra 1991 yılındaki şartlı tahliye yasasından faydalanarak serbest kaldı. Şiir kitabı yazdı, şiirlerinden şarkılar yapıldı. Ödüller aldı.

1979 yılının 18 Eylül’ünü 19 Eylül’e bağlayan gecesi Adana Yapı Meslek Lisesi’nde görevli yedi öğretmen ve bir müstahdem kaldıkları bekarlar lojmanında televizyonda Oyun Bitti filmini izlemeye hazırlanıyorlardı. O sırada içeriye yüzü maskeli ellerine uzun namlulu silahlar olan iki kişi girdi. Yere yatın diye bağırdı ve taramaya başladı. Ahmet Güleç, Davut Korkmaz, Müslüm Teke, Yılmaz Kızılay, Mustafa Karaca ve Özcan Doruk adlı altı genç öğretmen kurşunlarla hayatını kaybetti. Aynı anda yakınlardaki beş bankaya da saldıran militanlar bir de bombalı pankart asmışlardı: Akıtılan kanlar yerde kalmayacak. Korkmayın, artık biz varız. THKP-C.

Altı ülkücü öğretmeni öldüren Devrimci-Yol üyesi dört kişi 12 Eylül’den sonra yakalanıp, askerî mahkemede yargılandı. Delil yetersizliğinden bu katliam için ceza almadılar. Ama diğer cinayet eylemlerinden ikisi müebbet ceza aldı. Biri hapishaneden kaçtı, bunun kitabını yazdı. Diğer zanlı da 1991’deki afla serbest kaldı. Köşe yazarlığı yapıyor.

Ve Bahçelievler Katliamı. Yedi TİP’li genç hunharca katledildi. Zanlılardan bir kısmı yıllarca adaletten kaçırıldı, devlet tarafından korundu. Olay sonrası yakalanan Ünal Osmanağaoğlu 14 yıl, Bünyamin Adanalı 21 yıl, Muhsin Kehya 24 yıl hapis yattıktan sonra yargı paketine eklenen bir maddeden yararlanarak tahliye edildi.

1991’deki aftan onların neden yararlanamadığını ve neden şimdi tahliye edildiklerini dün Taha Akyol köşesinde hukuki olarak net biçimde izah etti:

“1991 yılında Özal’ın çıkardığı 3713 Sayılı Kanun’la, bütün “idam” (müebbet hapis) cezaları, “on yıl hapis yatmış olma”ya indirildi, on yıl yatan solcu eylemciler tahliye edildi. Söz konusu ülkücülerin cezası ise 7 defa müebbetten 10x7=70 yıla inmişti! Üçüncü Yargı Paketi, bu suçlar için de “içtima”, yani bir tane “sonuç ceza”nın esas alınması hükmü getirdi... Bu bir kayırma değil, ceza hukukunda sağ-sol ayırımın kaldırılmasıdır.”

Bir iç savaştan çıktı Türkiye. Hâlâ bu iç savaşın harareti sürdüğü için ne soğukkanlı bir tarihi yazılabildi ne de “benim katilin senin katilinden” çıkıp adaletli değerlendirmeler yapılabiliyor.

1991 yılında devrimci katiller “özgürlük” sesleriyle tahliye edilmişti. Onların öldürdüğü ülkücülerin ailelerinin sesini kimse duymadı. 21 yıl sonra katiller arası eşitsizlik giderildi ve ülkücü katiller de tahliye edildi.

Katiller arası bile olsa eşitliği savunmak adaletin gereğidir. Buna mecbur kalmak ise bizim trajedimiz...

 

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm