Solcu bir yazardan 25 yıl sonra 28 Şubat özeleştirisi

Türkiye’nin önde gelen sosyalist aydınlarından Sungur Savran yaklaşık 25 yıl sonra Türk solunun postmodern darbe sürecindeki tutumuna ilişkin dikkat çekici bir yazı kaleme aldı.

28 Şubat sürecinin temel aktörlerinden birinin DİSK olduğunu hatırlatan Sungur Savran “28 Şubat’ın asıl büyük meselesi sosyalist solun 28 Şubat’ı mahcup biçimde de olsa desteklemiş olmasıdır” diye yazdı ve ekledi: “Çuvaldızı kendi tarafımıza batırmayan 28 Şubat analizleri esası es geçmektir.”

Sungur Savran’ın, Türk solunun darbe sürecindeki duruşunu eleştirdiği Birgün’deki yazısını (6 Mart 2021) aşağıda ilginize sunuyoruz:

28 Şubat: İğne ve çuvaldız

28 Şubat Türkiye solunun tarihinde bir lekedir. Bununla hesaplaşmayan herhangi bir 28 Şubat değerlendirmesi gelecek için ders çıkarmamıza izin vermez. Bugün 28 Şubat’a dönüp baktığımızda onun amaçladığının tersini gerçekleştirdiğini, İslamcı akımı engellemeye çalışırken onun içinden düzene adapte olmuş ama bu sayede daha da güçlü hale gelmiş, daha çok taktik manevra uygulayan AKP’nin çıkmasına yol açtığını söylemek kendi başına bir şey ifade etmez. Buna İslamcı hareketin bir kanadı 28 Şubat’ta fırsatçılık yaptı ve kendi önünü açtı diye ilave yapmak da en anlamlı noktaya değinmek değildir.

Başka biçimde söyleyelim: Bugün 28 Şubat'ı değerlendirilirken meseleyi Türk Silahlı Kuvvetleri yanlış bir taktik adım attı diye ele almak ya da İslamcı hareketin içinden çıkan AKP oportünizm yaptı, ama 28 Şubat mağduriyetinden de yakınmaktan geri durmadı demek işin esasını bir kenara bırakmaktır. Bu tür eleştiriler, işin özünün gizlenmesinden başka bir şey değildir. Çünkü 28 Şubat’ın asıl büyük meselesi sosyalist solun 28 Şubat’ı mahcup biçimde de olsa desteklemiş olmasıdır. Çuvaldızı kendi tarafımıza batırmayan 28 Şubat analizleri esası es geçmektir.

Bugün solda 28 Şubat’tan söz edilirken 28 Şubat’ın “postmodern darbe” olarak anıldığı da söyleniyor. Bu terimin ne anlama geldiğini bilen varsa beri gelsin. Biz söyleyelim: “Postmodern darbe” hiçbir içeriği olmadan “şık” görünmeye çalışan bir terim olarak 28 Şubat’ın anlaşılmasını önlemek için uydurulmuş bir ucubedir. Neden? Çünkü Türkiye’nin, sosyalist olsun, liberal olsun, Kemalist olsun, Kürt olsun solunun hemen hemen tamamı 28 Şubat yaşandığı sırada bunun bir askerî müdahale olduğunu reddetmiştir. O neden? Çünkü Türkiye solu Erbakan hükümetinin devrilmesinin hangi yöntemlerle olursa olsun mübah olduğu kanısındaydı. Ama 12 Eylül denen, işçi sınıfı, Kürt ve sol düşmanı askerî darbenin etkileri hâlâ hissedilirken bir askerî müdahaleyi desteklemek çok zordu. Dolayısıyla burada bir askerî müdahale olduğu reddedilmeliydi.

POSTMODERN UCUBE

Adı hiçbir zaman açıklanmayan bir komutan, “demokratlar” çok sıkılıp kıvrandıkları için onlara bir nefes borusu açtı ve “sorunu bu sefer ‘silahsız kuvvetler’ halletsin” buyurdu. Ertuğrul Özkök yönetimindeki Hürriyet gazetesi bu şarlatanlığın üzerine atladı. Özkök, Sincan’da sokakları kat eden tanklar ile burjuvazinin lüks arabalarını birbirine karıştırmış, 28 Şubat’ta yapılan 9 saatlik Millî Güvenlik Kurulu toplantısını da Bakanlar Kurulu sanmıştı zahir!

Aylar sonra, artık minare kılıfa sığmamaya başlayınca, yaşananın bir askerî müdahale olduğu herkes için berrak haline gelince “postmodern darbe” ucubesi dolaşıma sokuldu ve o güne kadar yaşanmakta olanın bir askerî müdahale olduğunu yadsımış olan birçok sol aydın terimin üzerine atladı. Bugün bile “postmodern darbe” terimindeki “darbe” kelimesinin teknik olarak yanlış olduğuna işaret eden pek yok. Biz Şubat 1997’den itibaren “müdahale” diyorduk. Daha önce “müdahale yok” diyenler, birden “darbe” demeye başladılar! İnsan Marksizmden uzaklaştığında ilk olarak kavramsal titizliği bir kenara atar. Çünkü “düşünmek” ve “anlamak”tan ziyade “idare etmek”tir artık amaç.

REFAHYOL DEFOL

Aradan çeyrek yüzyıla yakın süre geçtikten sonra şimdi 28 Şubat’a dönüp baktığımızda solda ortaya atılmış olan “ne Refahyol ne hazır ol!” sloganını özlemle anmak yine sorunları saklama tutumu olur. Böyle bir slogan vardı. Anlamı da açıktı: Biz Erbakan-Çiller koalisyon hükümetini desteklemiyoruz ama bu hükümetin askerî yöntemlerle devrilmesine de karşıyız, başka, üçüncü bir yol savunuyoruz. Evet, böyle bir slogan vardı ama sol bunu kullanmadı ki! Bu dönemde düzenlenen ünlü Sultanahmet Mitingi’nde bunun yerine “Refahyol defol!” sloganı atıldı. Ve de bütün bu dönem boyunca solun yaygın kesimlerinin politikası bu oldu.

Bu da yetmedi. Türkiye işçi sınıfının en önemli tarihî kazanımlarından biri olan DİSK, askerî müdahalenin aracı, destekçisi haline getirildi. Adsız komutanın ve Ertuğrul Özkök’ün “silahsız kuvvetleri”nin en belirgin ifadesi neydi, biliyor musunuz? Bizim o dönem “beşli çete” olarak andığımız bir ittifak: Burjuvazinin ve esnaf-sanatkârın ekonomik kitle örgütlerinin yanında Türk-İş de vardı. Türk-İş’te böyle şeyler sıradandır: Bu örgüt maalesef 12 Eylül hükümetine bile bakan vermişti. Ama Türk-İş’in yanı sıra “beşli çete”ye DİSK de katıldı! O DİSK ki bir önceki askerî darbe döneminde 11 yıl boyunca kapalı tutulmuş, korkunç baskılara maruz kalmıştı. Şimdi aynı DİSK silahlı kuvvetlerin talimatıyla kurulan “silahsız kuvvetler”in bir parçası haline getiriliyordu. O dönemde DİSK’in başında olan Rıdvan Budak yönetimine sesini çıkaran sol partiler ve aydınlar elini kaldırsın!

ÖZELEŞTİRİNİN DEĞERİ

O dönemin bu askerî müdahale yanlısı tutumu solu ve sola bakan kitleleri zehirlemiştir. Bir kere şunu hiç unutmamak gerekiyor: 28 Şubat bugün neredeyse bütünüyle unutulan Susurluk kazasından sadece üç ay sonra sahnelendi. 3 Kasım 1996’da Susurluk’ta gerçekleşen kaza, Çiller ve Ağar’ın başında olduğu hükümetin korkunç cinayetlere dayanan “1993 konsepti” kontrgerilla uygulamalarını bütün toplumun gözünde saydam hale getirmişti. Bu dönemde halk gittikçe düzene karşı eleştirel gözle bakmaya başlamıştı. Çok popüler hale gelen ışık kapatma eylemlerine mahallelerde her gece yapılan kitlesel yürüyüş eylemleri eşlik ediyordu. Sosyalistler bu mücadelede ciddi bir rol oynuyordu. 28 Şubat operasyonu sadece Erbakan’a karşı yapılmadı; aynı zamanda silahlı kuvvetlerin prestijinde gedik açmaya yatkın, Kürt sorununda gerçek bir çözüm arayışının önünü açabilecek, toplumsal mücadelelerin güçlenmesine yol açabilecek olan Susurluk sürecini saptırmak için uygun bir zamanlamayla yapıldı. Susurluk eylemlerini Refahyol’a karşı eylemlere dönüştüren bütün herkes Susurluk mücadelesinin ivme yitirmesinden sorumludur! Oysa bunlar arasında ne çoğu “bundan sonra hiçbir şey aynı olmayacak” deyip duruyordu büyük bir hikmet ifade eder edasıyla. Şimdi de diyorlar mı acaba? Kimseye, salt bir kaza oldu diye öyle emek vermeden, mücadele etmeden iyi bir hayat bahşetmiyor sınıflı toplumların tarihi!

Ama mesele katiyen bundan ibaret değil. 28 Şubat, Türkiye sosyalist solunu işçi sınıfının burjuvazinin her tür gücüne karşı bağımsız bir politika temelinde mücadele etme anlayışından bütün bütüne koparmıştır. O zamandan bu yana geçen çeyrek yüzyıl boyunca kimi hareket silahlı kuvvetlerin, kimi hareket de Avrupa Birliği yanlısı burjuva güçlerin birer uzantısı gibi davrandıysa, 28 Şubat’taki ağır hata bunda önemli bir rol oynamıştır.

Özeleştiri yapılmadıkça bütün bunlar tekrarlanacaktır. Sosyalist solun bütün bileşenlerini, son dönem tarihinde “yetmez ama evet” felaketi kadar ağır hasar yaratmış olan bu politik tutuma ilişkin eleştirel bir değerlendirmeye davet ediyoruz. Tabii, 28 Şubat’ı açık açık desteklemiş olanlara bir sözümüz yok. Onlar Kemalist, aydınlanmacı yollarına devam edebilirler. Ama solun geri kalanı geçmişin muhasebesini yapmadıkça, yeniden böylesine ağır hatalara düşmeye mahkûm olduğunu anlamalıdır.

Karşımızdaki hâkim sınıf güçlerini hiç küçümsemeyelim: Düşünsel yetenekleri bakımından tarihin gördüğü en gelişkin uluslararası sınıfın, yani modern burjuvazinin birikmiş aklını, altı yüzyıllık dev bir imparatorluktan gelen deneyimle pekiştiren bir yerli burjuvazi ile mücadele ediyoruz. Ya da ediyor muyuz?

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!