Asım Öz / Star Kitap
Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren sosyal bilimlere, edebiyat eleştirisine ve siyasi analizlere ilişkin sol muhayyile doğrultusunda yayımlanmış metinlerin büyük bir kısmı belli kavramları süreklilik içinde tekrarlar. Çoğu zaman seçiciliğin ihmal edildiği basılı malzeme toplamı aynı zamanda Batı’daki moda yaklaşımların Türkiye’ye ve Türk toplumuna nasıl eklemlendiğini gündeme getirmek için kritiğe tabi tutulmayı bekliyor.
Psikanalize dayandığı iddiasıyla Türkiye’deki siyasal gelişmeleri açıklamaya çalışan harareti hayli yüksek bir metinde sıkça zikredilen “mazlumluk psikolojisi”, “eziklik söylemleri”, “mazlumların tarih anlayışı”, “iktidar fetişizmi”, “intikamcı tazmin eğilimleri” gibi onlarca terkip var. Türkiye’de sol hareketin önemli bir bölümünün özel anlamından kopuk bir “cins isim” gibi kullanmayı sevdikleri istisnai “faşizm” kavramını da ilave edebiliriz buna. Akademik yönü güçlü hatta “liyakatli” kabul edilen onca dergide bunların üstünkörü kullanılmasında da hiçbir beis görülmüyor. Hâl böyle olunca akşam faşizm analizi yapıp sabah “her şey güzel olacak” diyerek uyanmak arasındaki çelişki fark edilmiyor.
Bir “tahlil şıklığı”, hatta “malumatfuruşluk alameti” sayılması gereken fakat yüzeysel olan bu değerlendirmelerle ilgili hayli dikkat çekici bir tuhaflık da şurada: Ülkedeki entelektüel iktidar odaklarına muhalif figürlerce yüzer-gezer bir yöntemle yaygınlaştırılması. Tüm bunlar hesaba katılırsa, teorik sorunları mesafeli ve bütünlüklü bir şekilde mütalaa etmenin önemi kendiliğinden anlaşılacaktır. Ne var ki, Türkiye’de eleştiri dünyası mevcut durumu sorgulamak bir yana henüz konuşmaya bile hazır değil. Oysa dünyaya, topluma ve insana belli bir bakış tarzını aşikâr kılan böyle bir muhayyilenin nasıl işlediğini araştırmak ve hususiyetlerini ortaya koymak daha anlamlı görünmektedir. Üstelik böylesi çalışmalar popüler ve akademik metinlerdeki yeni/eski konumların tespitini mümkün kılabilecektir.
POLEMİK VE KRİTİK
Geçmişten bugüne intikal eden sol muhayyilenin belli başlı bazı unsurlarına dikkat çeken Ahmet Demirhan, “âgâhlığa bir çağrı” olmasını da umduğu ‘Göbeğini Kaşıyan Adam’ın Psikanalizi kitabındaki polemik yüklü yazılarında soldan üretilen metinleri olabildiğince ciddiye alarak, metinlerle diyaloğa girmeye gayret ediyor. Demirhan’ın 1980’lerin bazı süreli yayınlarının izini sürerken ortaya koyduğu titizlik, 1990’ların en itibarlı akademisyenlerinin yayın kurulunda yer aldığı akademik dergilerde yayımlanan yazıları eleştirme tutumunda da görülüyor. Ayrıntılı bir tahlile yönelerek teorik olarak yanlış anlaşılmış noktaların da açıklık kazanmasını sağlayan kitabın sadece savaşçılığının (polemikos) değil, merkezi addolunan düşünce odaklarına dair gelişkin kritik çerçevesinin de hesaba katılması gerekir. Hatta birbirlerine rakip akımların kolaylıkla bir arada zikredilmesi gibi teorik çelişkilere odaklanması dikkate alındığında bu yönü hayli vaat edici görülebilir.
Kitapta toplanan yazıların tümü okunduğunda Türkiye’deki sol muhayyileyi anlamaya çalışırken temelde bir özelliğe dikkat etmek gerektiği hemen fark edilecektir. Dönemler içinde hayli değişik izlekler ve vurgular belirginlik kazansa da solun gündeme getirdiği teorik çerçevelerle arasının pek hoş olmadığını hatırlatan Demirhan tahkim edilen merkezi nokta bağlamında şunları söylüyor:
“Bizde sol düşünce ve hareket, kendisini bir muhayyile sahibi bir hareket olarak göremeyecek kadar ‘klasik’ ve üsttenci. Böyle olunca aslında kendisini bildiği zamandan beri söylediklerini, edindiği bir takım yeni teoriler eşliğinde, sanki yeni şeyler söylüyormuşçasına söylemekten başka altı kalın hatlarla çizilecek bir özelliğini bulmak çok zor.(...) Yeni teorileri, Türkiye’ye, Türk toplumuna eklemlerken ya hep aşırılıkla veya hep bir eksiklikle, ama ancak da kendisine benzeterek gündeme getirebiliyor.”
EĞİP BÜKEN PSİKANALİZ AYGITLARI
Ahmet Demirhan neredeyse tüm yazılarında okunduğu, kullanıldığı, alıntılandığı her yerde belli bir etki bırakan Nurdan Gürbilek, Orhan Koçak, Oğuz Demiralp, Jale Parla, Umut Tümay Aslan, Fethi Açıkel, Oruç Auroba gibi isimlerin edebiyat, toplum, sinema ve siyaset üzerine yazdıklarıyla diyaloğa girerek derinlikli bir çözümleme sunar. Demirhan’ın sol muhayyilenin Türk edebiyatını değerlendirmesine dair metinlerinde dikkati çeken husus, psikanalizden ödünç alınan ama içerikleri doldurulamayan birtakım kavramları sıklıkla kullanmanın ürettiği vesayettir.
Kitabın tümüne yansıyan polemik üslubu başvurulan teorilerin veya onlarla özdeşleşen düşünürlerin kendilerine yönelik olmayıp, “bir teoriyle ya da en çok üzerinde durulan bir mesele olarak psikana7lizle bir sarkaç kurulması ve sarkacın sadece tek yanlı işletilmesiyle ilgili”dir. Belli başlı izah biçimlerinin “burada, burası için yeniden üretimi”ni sorunsallaştıran Demirhan, tekil metin örneklerini didik didik ederek “savaşılması gereken” şöyle bir kavramsal liste çıkarır karşımıza: “Kaptırılmış ideal”, “kutsal mazlumluk”, “ebedi/müebbet çocukluk”, “melankoli”, “Türklük”, “toplumsal iktidar”, “akustik ayna”, “sol ilahiyat”, “faşizm” “aydın krizi”.
Teorik meseleleri çeşitli veçheleriyle bilhassa politik yönleriyle ele alan Ahmet Demirhan, psikanalizin sosyal bilimlerde kimi zaman ufuk açıcı ve söz konusu alanı genişletici bir işlevi ifa ettiğini yadsımaz. Nitekim polemiklerde adı geçen isimlerin birçoğunu kendisi de okumakta, onların düşüncelerinden yararlanmaktadır. Kitaba adını veren ilk yazıdan verilecek bir örnek meseleyi nasıl ele aldığını bütün açıklığıyla ortaya koyar:
“[B]eşeri bilimlerde başka türlü ifade edilebilecek bir olguyu, bir durumu, bir gelişmeyi, bir değişimi psikanalizin aygıtlarının kullanılarak kolonize edilmesi, her zaman bir yerlerde bir çatlak, bir aşırı yorum, bir yanlış anlama, bir kavramı kavram olmaktan çıkaracak denli genişletme ve yayma, hiç olmadı bir eğip bükme içerir. Bu durum, kendine özgü bir şekilde ifadelendirilme tarzı da yaratır ve bu ifadelendirmeler, “psişik” birer “ikame” işlevi görmeye başlar; belirli bir durumu, hali, denebilirse ‘özne’yi açıklamak için psikanalizleştirilmiş kavramlar halini de alırlar.”
Unutmamak gerekir ki, belli metinlerin tercüme edilmesi, sadece bunları kendi dilimizde okuma, anlama ve yorumlamanın ötesine geçer. Herhangi bir disiplindeki yahut düşünürdeki kavramın kendi mecrasında neye tekabül ettiğinin de izini süren Ahmet Demirhan’ın yazdıkları, Türkiye’deki eleştiri pratiklerinin teoriyi ve edebiyatı “tahrif edişlerini” masaya yatırmak için önemli bir başlangıç olabilir.
HEİDEGGER’DEN ZİYADE HEİDEGGER ÜZERİNDEN
Burada önemli bir husus daha var: Kitabın tümünü yerli yerine oturtmak için, 1980’lerden itibaren daha geniş bir bağlamda Türkiye’de Heidegger’in alımlanmasındaki sorunları da dikkate almak gerekir. Türkiye’de 1980’li yıllarda Yeni Gündem, ikincisi de 1990’ların ortasında Defter sayfalarına yansıyan Heidegger tartışmalarına dayanarak söyledikleri günümüzde “Heidegger’den ziyade Heidegger üzerinden” gelişen mottocu yaklaşımlara ilişkin önemli dayanak noktaları sağlamaktadır. Bütün bunlar akılda tutulduğunda, Türkiye’de düşüncenin ne şekle büründüğünü tanımlamak daha kolay olur. Dolayısıyla 1980 sonrası üzerine şu ya da bu zaviyeden fakat söylenen her şeyi silmeden konuşmayı düşünen herkesin savaşa (polemos) hazırlıklı olması gerekir.
Hülasa edilmeye çalışılırsa edebiyat eleştirisini, Yeşilçam sinemasını ve Türk siyasetini özellikle psikanalizin terimleriyle yoğuran isimlerin yazdıklarının ancak teorik metinlerin bihakkın takibiyle kavranabileceğine inanan Ahmet Demirhan, sol muhayyilenin ihtiyatlı bir biçimde kullanılması gereken kavramları gelişigüzel kullanarak eski alışkanlıklarını sürdürdüğünü belirtir. Ancak dahası da var: Demirhan, belirli bir oranda okunup çokça tüketilen metinlerden yola çıkarak, Kemalizm’ini terk edemeyen sol jargonun, “biz”deki kültürün sahteliğinden bahsederken kendisini sahte kılma performansına odaklanır. Ayrıca metinlerdeki dipnotların ima ettiklerini de tartışma sürecine dâhil etmek teorik alana dair farklı okuma güzergâhlarını beraberinde getirecektir.
Açıkçası Türkiye’de sol düşünce ve hareket ile ilgili çeşitli çalışmaların varlığına karşın günümüzde revaçta olan sol muhayyile ile ilgili çok fazla eleştirel değerlendirmenin bulunmadığı biliniyor. Ahmet Demirhan’ın sol entelektüel üretime ve muhayyileye dair çeşitli gözlemlerini de içeren polemik yönü hayli güçlü olan ‘Göbeğini Kaşıyan Adam’ın Psikanalizi belli başlı isimleri, eserleri, metinleri ve kavramları yerli yerine oturtmak için mihenk taşı niteliğinde.