Sol literatüre sığınarak “darbe niyetleri” gizlenebilir mi?

Sol’un jargonuyla bile söylense, cuntacılara 50 yıl sonra darbeci diyebilmek o günlerdeki darbe hasretini ve darbe çığırtkanlığını unutturur mu? Denmediği için unutturmayacağını varsayabilir miyiz?

HAKSÖZ HABER

9 Mart 1971’de darbe yapma niyetinde olanlar, bir başka darbeci grubun öne geçip ilk hamleyi yapmasıyla darbeyi kendileri yapmış gibi sevinerek darbeyi devrim olarak nitelemişlerdi. 12 Mart 1971 darbesinden birkaç gün sonra ise durumun öyle olmadığı anlaşılmıştı. Darbeyi yapanların “sol” kesimden olmaması “devrimcileri” birden bire faşist yapmıştı.

Türkiye solu, darbe özlemini “devrim” kavramı ile niteleyerek, içinde saklamaya devam ettiği gibi bugün hala o “darbe” günleri için gerçek bir özeleştiride de bulunmadı. Oysa sol cenah sürekli olarak devinim halinde olduğunu iddia eder, özeleştiri kaygısı ile sorunlarını çözmeye çalıştığını iddia ederdi. Gelin görün ki “zihinde kurulanlar” gerçek hayata uyarlanmadı. Türkiye’de gerçekleştirilen birçok askeri darbenin solculara karşı yapıldığını iddia etmek ise, ayrı bir “zihinsel yoksunluğu” simgeledi.

12 Mart 1971 darbe sürecinde devrin en kitlesel sol gençlik örgütü Dev-Genç, yayınladığı bildiri ile devrimci gençliğin belli şartlarla “ordudan gelecek her ilerici hareketi sonuna kadar desteklemeye hazır olduğunu” ilan ediyordu. Objektif olarak bakıldığında da muhtırayı alkışlıyordu.

Dönemin Dev-Genç başkanı Ertuğrul Kürkçü ve gençlik liderlerinden Oğuzhan Müftüoğlu bugün insanların hafızalarıyla dalga geçercesine 12 Mart’ı desteklemediklerini iddia edebiliyor.

Kürkçü’nün içinde yer aldığı siyasi hareket 9 Mart tarihinde darbe yapmayı planlıyordu. Açıkça askerî bir darbe ile hükümeti devirip sözde devrimi gerçekleştireceklerdi. Ordu içerisinde örgütlenen solcular 12 Mart’taki darbe ile sevinmiş ardından, “bizimkiler değil” diyerek üzülmüşlerdi.

Bugünlerde de 12 Mart 1971 Darbesi’nin 50.yılı dolayısıyla o günlerin tarihi tekrar gündeme geldi. O dönemlerde “darbe ile ilintili” olan isimler de söyleşilerde, köşe yazılarında o günleri farklı anlatmaya devam ediyor. Bunlardan biri de hiç kuşkusuz döneme Dev-Genç ile damga vuran isimlerden Ertuğrul Kürkçü oluyor.

Ertuğrul Kürkçü ‘birartıbir’ sitesinden Yücel Göktürk ile yaptığı söyleşide sol jargon ile kelimelere adeta “raks ettirerek” o dönemlerde kendilerinin yeterince “olgun” olmadıklarını o zamanki meselelere bugün daha geniş bakabildiklerini iddia ediyor.

Kürkçü, “Türkiye’nin silinmiş hafızasına kavuşmaya başladığı andaki kimi bilgi kırıntılarından parçalı, bulanık bir perspektif oluşuyordu, ama bugünkü metodolojiye, bilgi dağarcığına, tecrübeye sahip değildik. Bunların hepsi elli yıl yaşamayı ve elli yıl içinde bazı başarılara karşılık pek çok yenilgiyle de tanışmayı gerektirdi. Sağlam, özlü bilgiler kulaktan dolma olarak gelseydi de o zaman ne işimize yarardı, onlarla ne yapabilirdik, bilemiyorum. Tarihi gerçekliğin kendisi ile onun bizim zihnimizdeki yansısı arasında hep bir mesafe olduğunu, ama tarihin ileri gitmekte olduğunu da elli yıl sonra baktığımda söyleyebilirim. Çünkü gerçeği aradığımız yer aslında onun kaybedildiği yerdi. O açıdan yanlış bir şey yapıyor değildik.”

Yücel Göktürk’ün, “12 Mart gününden başlayalım. Nerede, nasıl aldınız muhtıra haberini? Beklediğiniz bir müdahale miydi?” sorusuna Kürkçü,

O gün öğle vakti SBF yurdunda toplanacaktık, toplantıya geldiğim sırada birtakım konuşmalar duydum, muhtıra yayınlandı diye. Muhtıra ne? Niye yayınlandı? Anlamak için o zaman yalnızca Ankara’da deneme yayını yapan TRT TV’den açıklamayı dinledik. Gördük ki, aslında beklenen, ama nasıl olacağını bilmediğimiz şey olmuştu. Çünkü uzun zamandır askeri darbe beklentisi vardı ve bu askeri darbenin soldan bir radikal darbe şeklinde olacağı da gündemdeydi. Bütün bu tartışmalara tanık olarak son iki yılı yaşamıştık. Ama sonuçta, 8-9 Mart’taki girişimden geriye çekilindiğini ve başarıya ulaşmadığını biliyorduk. Devamı hakkında bir öngörümüz yoktu. Dolayısıyla, olan hem bildiğimiz hem bilmediğimiz hem beklediğimiz hem beklemediğimiz bir şeydi. Fakat muhtıranın meselelere yaklaşımı sağcı, gerici, düzen koruyucu askeri darbe eğiliminin baskın olduğunu düşündürüyordu. Öte yandan, muhtıra çeşitli reform taleplerini de içeriyordu ve bu karmaşıklığı o an çözmek kolay değildi. Sonraki birkaç gün içinde durum netleşti. Gerçekleşen melez bir hamleydi. Böyle bir melez hamleyi öngörmüş değildik.” diyerek sözde geçmişin muhasebesini yaptığını düşündürtüyor. Oysa o günler için Kürkçü hala “yanlış bir şey yaptıklarını düşünmediğini” ifade ediyor.  

Solun ve sözde toplumun ordu ile siyasal bir değişim yaratma arzusunda olduğu ifade edilirken Kürkçü, bundan ne zaman vazgeçildiğini de şu sözlerle aktarıyor,

“Ordunun hakem rolü dolayısıyla, ona yaslanarak toplumsal, siyasal bir değişim gerçekleştirme beklentileri, 15-16 Haziran sonrası ilan edilen sıkıyönetimle birlikte büyük bir hızla zayıfladı. Solda çok önemli tutum farklılaşmalarına yol açtı bu durum. Türkiye’nin demokratik bir siyasal rejimle yönetilmeye devam edebileceği ya da en azından usûlen de olsa demokratik parlamenter bir rejimde yaşanabileceğine dair beklentiler de son derece zayıfladı…”

50 yıllık tarih birikimi iyi ki sadece Sol’un insafına kalmıyor. Şayet tarihi sadece Sol yazmış olsaydı Türkiye tarihi Sol’un söylemleri ve kavramsal karmaşası ile boğulacak ve 50 yıl önce darbe teşebbüsü taşıyanların kim olduğunu bilemeyecektik. 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!