Şiddetle dans...
Ali Bayramoğlu / Yeni Şafak
Türkiye'nin içinde olduğu aşama ile Kürt sorununun geldiği safha dikkate alındığında ahlaken ve siyaseten uzak durulması gereken temel bir husus var.
Bu husus, daha doğrusu hastalık, şiddeti “basit ve düz bir nedensellik” içinde ele almaktır.
Bu husus, daha doğrusu hastalık, şiddeti “basit ve düz bir nedensellik” içinde ele almaktır.
Şiddeti, her koşulda onu kullananların tercih ettiği değil, mecbur kaldığı mutlak bir sonuç olarak görmek ve sorumluluğu her yönüyle, her tarihsel anda dış nedenlere çıkarmaktır.
Bu tutum, şiddeti doğrulayan ve meşrulaştıran kapıları zorlar.
Oysa meşruiyet ve siyaset karşısında şiddet ana sorundur...
Nitekim hükümetten Kürt hareketine, soldan liberallere, “şiddette ilişki” ya da “şiddete mesafe”, bugün Kürt meselesinin tanımı ve seyri konusunda en temel kriterlerden birisidir.
Kabul etmek gerekir ki, bugün alevlenen çatışmaya, yeni kalkışma dalgasına rağmen, “kart kurt seslerinden” Kürt'ün, Kürtçenin, Kürt kimliğinin varlığının kabulü ve sindirilmesine giden yolda epey ilerledik.
Son yıllarda yaptığı reformlarla Kürt sorunu açısından temsil ve örgütlenme imkânları oluşturan, siyaset ve özgürlük zeminini önemli ölçüde pekiştiren bir ülkede yaşıyoruz...
Bu durumda, Kürt sorununun çözümü istikametinde, devlet alanının demokratikleşmesi, Türklerin bu sorunu sindirmesi kadar, Kürt siyasi alanının da çoğullaşması, Kürtlerin de ilkeci bir tutumla demokratik siyasete yönelmelerinin hayati olduğunu görmemek mümkün olabilir mi?
Hükümetin sorumlulukları tartışılsın ve eleştirilsin…
Açık toplumun, toplumsal talep ifadesinin, demokratik itirazın olmazsa olmazıdır bunlar.
Ama bunu, bir açıklama şeması, her şeyi belirleyen tek faktör, “kestirme yol” haline getirmenin bir anlamı yok.
Sol ve liberal kesim Kürt siyasi hareketinin sorumluluğu da tartışılmak zorundadır. Geçiştirerek, satır arasında değil, ciddi ciddi tartışmak zorundadır.
Bugün Güneydoğu'da yaşananlar, güvenlik bölgesi ilanları, sivil mağduriyeti, ihlaller Kürt siyasi hareketinin yeni stratejisinin bir sonucudur...
Tartışma meselesine dönelim...
Tartışmak özellikle sol zihniyeti kuşatan, ancak oradan pek çok yere sirayet eden, bu köşede sık dile getirdiğimiz şu dört hastalıklı unsuru görmeyi ve bunlarla hesaplaşmayı gerektiriyor.
1. Her kritik noktada ve her fırsatta Kürt sorununu, sorun okumasını aşırı siyasi bir algıyla AK Parti (ya da iktidar partisi) takıntısı ile iç içe sokmak eğilimi...
2. Mağduriyet “duygusu”na, mağduriyetçi tutuma ve Kürtlerle empati ilişkisine dayanan bir siyasi pozisyon refleksi... Bu refleksle “Kürt sorununu Kandil'in politikasına kilitleyerek tartışma ve tanımlama eğilimi...”
3. Bunların sonucu olarak, “şiddet-siyaset-hukuk arasındaki sınırları” belirsizleştirmek ve mevcut Kürt politikasının gönüllü lojistik destek unsuru haline dönüşmek...
4. Diyalog dilinin altında temel olarak çatışmacı bir tutumun yatması. Mağdurculuktan güç alan, haklı-haksız, zorunlu-keyfi, meşru-gayrimeşru, doğru-yanlış milliyetçilik ya da kimlik tanımları, şiddet analizleriyle kuvvetli bir şekilde faydacılığın altını çizme. Siyasanın toplum karşısındaki, hedef ya da ütopyanın ilke karşısında hâkimiyeti öne çıkarma...
Şiddet karşısında ilkesel duruşa ihtiyaç büyük ama, önce düşünme refleksini geliştirmek gerek...
Yoksa, ya büyük otoriter ayak güçlenir ya da yeni otoriter adacıklar ürer.