Üç aylık Stratejik Boyut dergisi, “Türkiye’de solun sollaşamama sorunu”na ayırdığı son sayısı için benden Cumhuriyet, Taraf ve Birgün üzerinden “sol’un günlük basındaki hali”ni ele alan bir yazı istedi. Ben aslında sadece Birgün’ü; bu gazeteyi Ergenekon’da “Yiyin birbirinizi”, referandumda “yüzde 42 sol, yüzde 58 sağ” noktasına getiren şeyin ne olduğunu (“laiklik” algısı) açmaya çalışan bir yazı yazmak istiyordum. Stratejik Boyut dergisinin talebi üzerine planda küçük bir değişiklik yaparak işin içine Taraf ve Cumhuriyet’i de kattım. Fakat o da Birgün ağırlıklı oldu neticede (nedenini yazıda okuyacaksınız). Dergideki uzun yazıyı üçe böldüm; bugün ilk bölümü dikkatinize sunuyorum... İkinci ve üçüncü bölümler 21 ve 24 aralıkta...
***
Türkiye’de “sol” (ister “Kemalist” ister “sosyalist” varyantları) neden halka bir türlü yaklaşamıyor? Cumhuriyet gazetesi neden darbe hararetinin yükseldiği dönemler dışında 20 yıldır ancak 50 bin civarında satabiliyor? Birgün gazetesi neden 5 bine çakıldı kaldı? Kendini “solcu” olarak nitelemese de Taraf neden “solcu gazete” olarak algılanıyor ve neden etkisi çok daha fazla?
Aslında bu soruların cevabı, Cumhuriyet’in satışının “darbe hararetinin yükseldiği dönemler”de artmasında gizli. Aynı anlama gelmek üzere şöyle de diyebiliriz: Türkiye’de sol halkla birleşemiyor, çünkü laiklik algısı sakat ve bu nedenle giderek devlete yaklaşıyor.
Aynı şekilde Taraf da devletin çizdiğinin dışında, özgürlükçü bir laiklik anlayışını benimsediği için devletin uzağında konumlanıyor ve bu nedenle de “solcu” hatta zaman zaman “sosyalist” bir gazete olarak algılanıyor.
Bu yazıda amacım, laikliğin baskıcı bir varyantının son 20 yıldır Türkiye’nin “sol”unu nasıl esir aldığını, “sol”un laiklikle tanımlanmasının nasıl bir anomaliye yol açtığını göstermek olacak...
“Halkın yarısının onay verdiği bir yönetimi muhatap kabul etmemek!”
“ÖDP referandum sonuçlarını değerlendirmek için toplantılar düzenliyormuş. Bunlardan birini de BirGün yazarlarıyla yaptı. O toplantıda şunu söyledim...”
Birgün gazetesi yazarlarından İlyas Başsoy’un 11 Ekim 2010 tarihli yazısı işte bu satırlarla başlıyordu. Sık sık “sosyalist sol”un halkla neden güçlü bağlar kuramadığını soruşturan yazılar kaleme alan Başsoy’un o toplantıda Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) mensuplarına söylediklerinin, benim bu yazıda kurcalayacağım mesele için iyi bir başlangıç olacağını düşünüyorum. Şöyle demiş Başsoy, ÖDP’lilere:
“Türkiye dev bir gemiyse, ÖDP o gemiyi bir halatla çeken, küçük kurtarma gemisi olmalı. Tüzüğü bir yana, adında ‘özgürlük’ ve ‘dayanışma’ olan bir partinin, temel görevidir bu ‘kurtarıcılık’.
“Oysa son yıllarda iki nedenden ötürü ÖDP, ‘özgürlükçülük” misyonunu kaybetmiş gibi görünüyor:
“Birincisi; tarikat medyasının baskısı; Türkiye’de bir tür post-modern karşıdevrim sürecinin yaşanması, tüm kelimelerin tersyüz edilmesi vs.
“İkincisi; Geçmişte sütten ağzı yanan ÖDP’nin bugünün AB zoruyla oluşan göreceli (ve elbette faturalı!) ifade özgürlükleri ortamında, hâlâ yoğurdu üfleyerek yemesi.
“Yani daha cesur olmalısınız. Yani özgürlük taleplerimizi iletmelisiniz. Yani eğer arenada yer edinmeye çalışan bir siyasi oluşumsanız, öncelikle halkın yarısının onay verdiği bir yönetimi muhatap kabul etmeli ve onlara bir ‘özgürlük paketi’ sunmalısınız.
“Siz bu paketi sunmazsanız, adamın size sunacağı pakete razı olursunuz. Veya ona karşı çıkınca egemen medya sizi ‘özgürlük düşmanı’ ilan eder. İşin kötüsü, sadece egemen medyanın müritleri değil, ortadaki insanlar da zamanla bu teze inanmaya başlar.
“İktidarın iktidarını tanıyın ve o iktidarı zorlayın. ‘Özgürlük’ konusunda ahkâm kesmelerini engelleyin. Önlerine özgürlük talepleri koyun ki, ne yapacaklarını hep birlikte görelim.
“ÖDP tekrar, ilk yıllarındaki gibi, toplumu çeken kurtarıcı gemi olsun. Seçimi kazanma, barajı geçme olasılığınız yoksa; bari memleketin entelektüel gerillaları olun. Kaleminizle, kâğıdınızla eylemler yapın. İzleyen reaksiyon partisi değil, izlenen aksiyon partisi haline gelin.”
Aslında İlyas Başsoy’un ÖDP’lilere yönelttiği eleştirilerin tamamı Birgün gazetesi için de geçerli. Tıpkı ÖDP gibi Birgün de “halkın yarısının onay verdiği iktidarın iktidarını tanıma”yı bir türlü içine sindiremiyor. Böyle bir tablonun ağır bir meşruiyet sorununa yol açmaması mümkün mü? Söylemeye gerek yok: İktidarı tanınmayan iktidar partisine dair değildir buradaki meşruiyet sorunu... Sorun, böyle bir iktidarı meşru saymayan “sosyalist sol” bir gazetenin halk nezdindeki meşruiyeti sorunudur.
Peki ÖDP, Birgün gazetesi ve aslında Kemalist’inden (bütünüyle) Marksist’ine (kısmen) kendisine “sol” diyenler neden yapmıyorlar ya da yapamıyorlar bunu? Neden, halkın yarısının teveccühünü kazanmış bir partiyi “sistem dışı” ve “düşman” sayıyorlar?
Benim bu soruya net bir cevabım var: Din ve özellikle de laiklik algıları nedeniyle...
Temel vurgu “laiklik” olursa...
Dört-beş ay kadar önce Sabah’ta Salih Memecan’ın bir karikatürünü görmüştüm. Dönemin “12 Eylül” olduğu hissettirilen karikatürde, işkenceci, kendisine işkence ettiği kişiye “Bakma öyle ters ters,” diyordu, “gün gelecek sen benim yaptığım anayasayı bile çok seveceksin...”
O günlerde, bu karikatür bana, bu yazıda tartıştığım meseleye dair bir şeyler çağrıştırmış, Yeni Aktüel dergisindeki “Geçmiş Günler Geçmemiş Gündemler” başlıklı sayfada şöyle yazmıştım:
İlhan Selçuk, dört-beş sene önce “Ben laik Atatürk Cumhuriyeti’nin varoluşu ve bütünlüğü için, dün bana işkence etmiş olanlarla bugün el ele vermeyi yurtseverliğin doğal ve sade gereği sayıyorum” dediğinde, ona en büyük tepki “sosyalist sol”dan gelmişti. Çünkü Selçuk’un o cümlesinde kast ettiği Milliyetçi Hareket Partisi’ydi (MHP) ve “faşistler”e uzatılan bu gül asla kabul edilemezdi.
Sol, Selçuk’un tavrını sadece lanetledi, üzerinde hiç düşünmedi. Düşünseydi, bu tavrın altında yatan asıl nedenin, onun “laiklik”e her şeyden fazla önem veren bakış açısı olduğunu anlayacaktı.
Bir de şunu: Türkiye’de “laiklik” demek “devlet” demektir. Laikliği her vurgulayışınızda devlete bir adım daha yaklaşırsınız ve devletin “esas tehlike” diye kodladığı “laiklik karşıtlarını” siz de “esas tehlike” olarak görmeye başlarsınız.
“Gericilik”e karşı “laikliği korumak” sizin de birinci göreviniz haline geldiğinde ise artık siz de bir İlhan Selçuk’sunuzdur. Aranızdaki tek fark, onun meramını açıkça ifade etmesine karşılık sizin kıvranmaya devam etmenizdir.
İster “sağ”da ol, ister “sol”da
Türkiye gibi bir ülkede laikliği “devlet”in anladığı ve dikte etmeye çalıştığı gibi anlamak ve savunmak, savunduğunuz ideolojik-siyasi çizgiyi mutlaka etkileyecek, mutlaka zehirleyecektir. Çizginiz ister sağda olsun ister solda, eğer derdiniz halkı etkilemek, ikna etmek ve o yol üzerinden iktidar olmaksa, bu kaderden kurtulmanız mümkün değildir. “Sol”daki İlhan Selçuk’la “sağ”daki Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar, böyle bir laikliğe meylettikleri için aynı kaderi paylaşmışlardır.
Ele alacağım, genel algıyla “solda” oldukları kabul edilen üç gazeteden biri olan Taraf böyle bir laiklik anlayışını tümüyle reddederken, Cumhuriyet militanca savunuyor. Birgün’ün Taraf’la Cumhuriyet arasında bir gazete olarak algılanmasının altında yatan görünmeyen etken de yine, sınırlarını devletin çizdiği laiklik anlayışı karşısındaki pozisyonudur.
Birgün yazarı İlyas Başsoy ÖDP’lilere “ÖDP tekrar, ilk yıllarındaki gibi, toplumu çeken kurtarıcı gemi olsun” derken –bilmiyorum kendisi ne ölçüde kabul eder bunu- ÖDP’nin Kemalist laiklik anlayışından hayli uzak durduğu günlere gönderme yapıyor olmalı. (Böyle diyorum ama, partinin özgürlükçülükten uzaklaşmasının iki temel nedeninden biri olarak “tarikat medyasının baskısı”nı sayması, onun da meselenin özünü ıskaladığı gibi bir kuşkuya yol açmıyor değil.)
Daha fazla ilerlemeden söyleyeyim: Yazının başlığındaki üçlü vurguya (Cumhuriyet, Taraf, Birgün) bakıp da, üç gazeteye eşit ağırlıkta yer ayıracağım sanılmasın... Hayır, öyle yapmayacağım, bence burada Taraf’ın ve Cumhuriyet’in pozisyonları net olduğu için “ilginç” değil. Fakat Birgün, “iddia”sıyla “fiil”i arasındaki mesafe nedeniyle ilginç. O nedenle bu yazıda ağırlıklı olarak Birgün’ü ele alacak, ardından Taraf ve Cumhuriyet’in pozisyonlarına kısaca değineceğim.
TARAF