Sol Gaziantep’i Kına(yama)dı!

GÜNEY UZUN

Gaziantep’te 4’ü çocuk 9 kişinin hayatını kaybettiği saldırı sonrası sol parti ve örgütler birer basın açıklaması yaparak saldırıyı kınadılar. PKK her zaman ki gibi, Güngören’de, Anafartalar’da, Kumrularda olduğu gibi bu saldırıyı da üstelenmedi. Daha önceden failleri PKK’lı olarak yakalanan eylemlerde ise “ferdi insiyatif” ile yapılmıştır demişti. Tokat Reşadiye ve Silvan saldırıları da Kandil’in bilgisi dışında yapılmıştı zaten!

Aşağıdaki alıntılarına yer verdiğim açıklamaların satır aralarında verilen ve verilmeyen mesajları, vurguları sizlerle paylaşmak isteriz. Çünkü özellikle sitemizden Hamza Türkmen’in yazısı ile birlikte İslami kesimin olaya bakış acısı ile sol kesimin bakış acısının karşılaştırılmasında yarar olduğu düşüncesindeyim.

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) yaptığı açıklamada,

 “Türkiye’yi içeride ve dışarıda savaş ve çatışma politikalarına sürükleyen, komşu ülkelerin içişlerine karışan ve Suriye’de savaş bezirganlığına soyunan, Türkiye’yi ABD’nin üs ve cephane alanına dönüştüren, Suriye sınırını bu tür saldırıları yapabilecek kontralarla dolduran, İran ve Irak yönetimleriyle krizler yaratan, bölgedeki Kürt sorunundan dolayı provokatif girişimleri sürdüren, ülkemizdeki Kürt sorununda şiddeti ve savaşı körükleyen AKP politikaları, halklarımıza gün yüzü göstermiyor.”

BDP Eş Genel Başkanları Gültan Kışanak ve Selahattin Demirtaş, yaptıkları ortak yazılı açıklamada, 

" Hükümetin içerde ve dışarıda izlediği politikaların Türkiye'yi adım adım Ortadoğu'daki bu tehlikeli akıntıya doğru sürüklediğini maalesef ki kaygıyla izlemekteyiz. Ülkenin içine girdiği durumdan kendisi dışında herkesi sorumlu tutan hükümetin radikal ve cesur bir politika değişikliğine giderek basta kalıcı iç barış sağlayacak adımları atmasında, Suriye politikasını da gözden geçirmesinde büyük fayda görüyoruz." denildi.

Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Selma Gürkan açıklama yaparak,

" Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonrada gerici, ırkçı ve ikiyüzlü propagandayla, Türk ve Kürt halkının barış içerisinde bir arada yaşamalarını sağlayamayacaklarını görmelidirler. Halkların duygularını sömüren açıklama ve politikalara derhal son vermelidirler. Yaşanan olay sonrası BDP binalarına yönelik organize bir şekilde gerçekleştirilen saldırılar en az bu patlama kadar kabul edilemez tutumlardır.  Bu güne kadar egemen güçlerin ırkçılık, bölücülük ve düşmanlık güden politikalarının parçası olan bu tür eylemlerin, Türk ve Kürt halkları arasında çatışma ve düşmanlığı büyütmekten, derinleştirmekten başka bir sonucu olmamıştır, olmayacaktır. Öte yandan, saldırılara ilişkin yapılan “kontra eylem” benzetmeleri, Suriye ile kurulan bağlantılar ve basına konan ambargo da ayrıca düşündürücüdür."

Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Eş Genel Başkanları Alper Taş ve Bilge Seçkin Çetinkaya da yaptıkları açıklamada,

“Bilinmeli ki, bu şiddet ve terörün arkasındakiler kirli bir iç savaşın ve kaosun parçası olabilir ama asla barış ve kardeşliğin parçası ve tarafı olamazlar. Gücünü halkı öldürerek göstermeye çalışmanın en büyük zavallılık olduğu asla unutulmamalıdır.

AKP'nin içerde ve dışarıda izlediği savaşçı politikalar ülkemizi bölgesel kaosun içerisine doğru sürüklüyor. Halklar arasındaki ayrışmayı derinleştiren sonuçlar üreten bu gelişmeler içinde barış ve kardeşlik umutları da ayaklar altına alınıyor.

Halka dönük her tür saldırı ve şiddet işte bu kaosun ve bu kirli güç mücadelesinin bir parçası ve sonucudur. O yüzden şimdi görev barış ve kardeşliği savunmak etnik ve mezhepsel ayrışmayı derinleştirmeye dönük her tür saldırı karşısında durarak içerde ve dışarıda barış için mücadele etmektir.” (Evrensel Gazetesi)

Kürt ve Türk Solu’nun yaptığı bu açıklamalarda ortak olan yönlerden biri hükümetin Suriye politikasının bu katliama zemin hazırladığı. Özellikle söylenen, Suriye’de diktatör, zalim, on binlerce insanı katletmiş, zindanlarda on binlerce insanın olduğu, işkencenin sıradan bir uygulama görüldüğü bir ülkede, kendi halkını tankla, topla, helikopterle, uçakla katleden bir rejimle ilişkilerini bozduğun için Gaziantep’te bunlar başımıza geldi. Adeta diyorlar ki “Azınlık Diktası, emperyalist Rusya ve Çinin ve de İran’ın dostunun, işgal altındaki Golan için tek mermi atamamış bu katil Şebbiha ordusunun karşısında neden halkı, direnen Müslümanları destekliyorsun.”  Sol’un Suriye konusundaki acınacak durumu bu işte!

Zulme, zalime karşı başkaldıran Müslüman bir halk olduğunda komplo teorileri ile direnişi karalamak isteyenleri biz Irak’tan ve Afganistan’dan biliyoruz. Suriye, sosyalistlerin azınlık diktası seviciliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Ve bu katliama verilen tepki ile de tescillendi.

Açıklamalarda ortak olan daha doğrusu olmayan ise PKK’ya silahı ve şiddeti bitir çağrısı. TC tarihinde hiçbir hükümetin yapmadığını yaparak PKK ve Öcalan ile başlatılan müzakere sürecinin PKK’nın saldırıları ile sonuçsuz kaldığı bilindiği halde ağızlarından düşürülmeyen “barış” için silahların susması gerektiğine hiç vurgu yapılmıyor. En azından PKK’ya ateşkes önerisinde bile bulunamayan bu örgütler akan kanın sorumluğunu “gerici” kesimlere atma kolaylığına kaçıyorlar. Özellikle Emep sorunun tek çözümünün olduğunu bununda anadil ve özerklik olduğunu söylerken, dağlarda ölen gençlerin siyasi zeminde çözülebilecek bu istekler için öldüğü ve öldürüldüğü çelişkisine gözlerini kapatıyor. Ya da PKK’nın kendi diktasını, yönetme arzusunu, kendisinden olmayanlara uyguladığı baskıyı bize demokratik özerklik diye yutturmaya çalışıyor. Militarist rejimin geriletilip, Ergenekon varı örgütlerin tasfiye edildiği 12 Eylül ile 28 Şubat ile hesaplaşılmaya çalışıldığı, yeni anayasa çalışmalarının sürdüğü bir dönemde Kürt Sorunun çözümünü silahların gölgesi olmadan çözmek için devlete söylenen sözün onda biri PKK’ya söylenmiyor.

Yukarıdaki açıklamalarda AKP’nin şiddet politikaları eleştirilirken nedense PKK’nın Devrimci Halk Ayaklanması denen savaşı tırmandıran stratejisine dokunulmuyor. Şemdinli’de 15-16 yaşındaki genç kızlar ellerinde el bombaları ile intihara gider gibi ölüme sürüklenirken, 80 öncesinin romantik sol hülyası, gerçekleşme olanağı olmadığı 13 Eylül sabahı ansızın anlaşılan “kurtarılmış bölge” adına dökülen kanlar üzerine devrim türküleri söyleniyor. Ama ağıt yakan anaların feryatları devrim türkülerini bastırıyor artık.

Burada Kürt ve Türk Solunun, Ulusalcı-Kemalistlerle, Ergenekoncularla hemfikir oldukları bir alan daha ortaya çıkılıyor. Ortak düşman AKP. Ergenekon deşifre olduğu, ordunun darbe yapamaz hale getirildiği, ekonomik göstergeler iyi seyrettiği bir ortamda iktidar değişikliğinin ve AKP’nın nasıl alaşağı edileceğinin kirli hesapları masum sivillerin, asker ve dağdaki gençlerin kanları üzerinden yapılıyor. Tek çözüm kaldı: PKK ve onun şiddet sarmalı.  Muhalefetin PKK’dan medet  umduğu, yeniden kaos ortamına düşürmek için ortam beklediği aşikar.

Bu açıklamalar içerisinde HDK’nın açıklaması İranlı yetkililerin açıklamaları ile örtüşmekte. Sanki bu açıklamalar aynı kalemden çıkmış gibi. Kimse PKK’nın neden Suriye’nin ve İran’ın taşeronluğu ihalesini aldığını sorgulamıyor. Neden PKK’nın dikta Suriye rejiminden yardım aldığını, direnişi kırmak için muhaliflere saldırdığını, rejimle içli-dışlı olduğunu sormuyor. Türkiye’nin Irak merkezi yönetimi, İran ve Suriye ile ilişkilerinin kötü olduğu bir dönemde Irak Kürdistanı ve Barzani ile ilişkilerinin stratejik işbirliği seviyesinde iyi olduğunu gözden kaçırıyor.

Sol, Fethullah Gülen Cemaatinin ve bazı çevrelerin PKK ile müzakere yapmakla, operasyon yapmamakla suçladıkları bir siyasi anlayışı Kürt sorunun önünde en büyük engel olarak görmek basiretsizliği ile karşı karşıya. İslamcı köklerinden dolayı eleştirilen ve “gerici” olarak nitelendirilen hükümetin dışında sorunun çözümü için hangi çaba ve adımlar atıldı? Hakkari Yüksekova’da, eşinin memleketinde arkadan polise benzetildiği için öldürülen alevi kökenli bir mühendis için kınamaktan ileri gitmeyen basit açıklama yapan sol sendikaların, PKK’nın şiddet sarmalının arkasına sarılıp kendine alan açmak isteyen solun, sosyalistlerin ne Türkiye’de, ne Suriye’de ne de hiçbir Müslüman coğrafyada barış ve adalet getirme imkanı yoktur.

Bingöl’de geçen sene 29 Ekimde canlı bomba ile öldürülen masum insanları, Siirt’te polise yönelik saldırı strateji adına polis otosu zannedilerek katledilen genç kızların, Batman’da çapraz ateşte can veren anne ve minik bebeğin, Hakkari’de öldürülen imam Aziz Tan’ın, Yüksekova’da Müslümanları sindirmek için öldürülen Übeydullah Durna’nın, yakılan Kuran Kursu ve yurt binaların, kaçırılan AKP’li partililerin, Hakkari sokaklarında sivil olarak yürürken enselerinden vurulan polis ve askerlerin hesabını PKK’dan sormadan barış gelmeyecektir. Devletin 1993-96 savaş konseptinin günümüz kopyası olan PKK’nın son 1 sene içinde bunca saldırıları karşısında solun sessiz kalması şiddetin bölge halkını esir almasına razı olmaktır.

Rejim muhalifliği ya da genel manada muhalif kimlik şiddetin tozunu kaçırmış örgütler karşısında susmak değildir. Solun geçmişi hapishanede işkence ile katledilen, devletin ilk kez resmen özür dilediği ve faillerini ömür boyu hapis istemiyle yargıladığı Engin Ceber’in intikamı diye ard arda başarısız eylem yapıp son olarak evrak taşıyan sıradan bir polisi yemek yerken ensesinden vurup “işkenceci polisten intikamımız alındı” şeklindeki açıklamalarla acınası eylemlerle, soygunlarla, çatışmalarla doludur.  Bu yüzden PKK’nın kanla örülü şiddet stratejisine sosyalistlerin ses çıkarması kendileri ile çelişkiyi ifade edeceğinden mümkün değildir.

Kendi örgüt içi infazlarında devletin katlettiğinden fazla adam öldürmüş bir sol geleneğin, kendisi gibi düşünmeyen hiçbir siyasi, politik düşünce ve örgüte güçlü olduğu hiçbir alanda yaşama, faaliyet gösterme olanağı sunmayan bir işçi sınıfı diktasının barış söylemleri ancak Orwell’in 1984’ünde gerçek olabilir!