Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan “Türkiye ‘terörle mücadelede başka bir alternatif de var!’ diyor” başlıklı yazısının (17 Eylül 2018) konuyla ilgili kısmı şöyle:
Türkiye, İran ve Rusya liderlerinin Zirve toplantısını gerçekleştirdiği Tahran’a bir hafta sonra benim de yolum düştü. Aldığım özel bir daveti, bu aralar Amerikan ambargosuna maruz kalan İran’da toplum düzeyinde işlerin nasıl yürüdüğünü doğrudan gözlemleme imkanı bulabileceğimi düşünerek kabul ettim.
Doğrusu uzun süredir gitmediğim Tahran’ı son gördüğümden bu yana epey gelişmiş, daha bir derli toplu, belediye hizmetleri itibariyle çok daha iyi buldum.
Ambargonun etkisiyle İran Tümen’i neredeyse dolar karşısında üç kata yakın değer kaybetmiş. Bu durum halkta elbette başta büyük bir hoşnutsuzluğa yol açmış, ilk günler yoğun tepkiler, protestolar yaşanmış ancak zamanla insanlar durulmuş. İnsanlar hızla yeni duruma adapte olmuş. Hayat kendi seyrinde bütün canlılığıyla devam ediyor.
Yıllardır ambargo ve yaptırımlara maruz olarak yaşamaya alışmış olan İran halkının bu son ambargoya da hızla alışacağı görülüyor. Tahran’da birkaç yıl önce bitirilmiş olan İletişim Kulesi dünyanın en büyük sekizinci yüksek kulesi sayılıyor ve altındaki alışveriş merkeziyle birlikte dolup taşıyor. 15 milyon nüfusuyla Tahran kendi şehirleşmesinde ambargo şartlarına rağmen, dolarsız da önemli bir mesafe kat edebileceğini göstermiş. Birkaç yıl içinde bir sürü beş yıldızlı otel açılmış.
Ziyaretim Muharrem ayına denk geldiği için Tahran’dan sonra uğradığım Tebriz’de geceleyin başlayan ve saatlere kadar süren Muharrem yasını izlemenin bambaşka ve çok farklı bir deneyim olduğunu söylemem gerekiyor.
Aşure günlerinde genellikle herkes siyah renkli elbiseler giyiyor. Neredeyse bütün bir şehrin çoluğuyla çocuğuyla topyekun katıldığı Tebriz’in kilometrelerce uzayan ana caddesinde ona yakın noktadaki toplantılarla gerçekleşen bir matem. Şehrin her yanından bu toplantılarda Hz. Hüseyin’e okunan ağıtlar ve mersiyelerin hoparlörlerden yükselen sesleri dev davulların seslerine karışarak enteresan bir temsili ortaya koyuyor. “Senin çağrına uydum geldim (Lebbeyk ya Hüsyn) diyerek başlayan bu temsilin Şiiliğin en önemli merkezlerinden biri olan Tebriz’den başlayarak Tahran’a kadar uzanan bir politik teolojisi var ve Tahran’ın buna verdiği bir cevap var.
Bu teolojiyi anlamadan Tahran rejiminin bunca saldırıya rağmen nasıl ayakta durabiliyor olduğunu anlamak elbette mümkün değil.
Sohbet etme fırsatı bulduğum Tebrizli dindar bir Azeri, Türkiye’nin İran’la birlikte Tahran’daki birlikteliğinden çok memnun olduğunu söylerken ben yine de ben İran’ın halkını katleden Esed’i desteklemesini anlayamadığımı samimiyetle ifade ettim. “Bugün çağrısına katıldığınız Hüseyin’in katili Yezit bugün Esed’in şahsında temsil ediliyor. O Yezit bugün kendi halkından bir milyon Hüseyin ve bir milyon Kerbela kılıyor, göremiyor musunuz” dedim. Dedi ki “bunlar siyaset”.
Dedim ki, peki ya Yezid’in yaptığı neydi?