Yakın siyasi tarih bize şunu çok iyi öğretti: Türkiye’de siyaset ve toplumu iktidar sınıfları adına ipotek altında tutmanın yollarından biri de hiç şüphesiz provokatif eylemler ve haberlerdir. Üstelik de bu süreçte etnik ve mezhebi azınlıklar üzerinden işlem yapmanın en kolay ve garantili bir yol olduğunu da biliyoruz.
Elbette provokatif eylem ve haberler ilk elde çeteci mantığın ürünüdür. Çeteci mantığın ülkemizdeki en güçlü temsilcisi de hiç tartışmasız İttihatçı-Kemalist kadrolardır. Ancak muhalif addedilen sol-sosyalist örgütler ve Alevi kesimlerin de birtakım provokatif eylem ve haberler üretme hususunda İttihatçı-Kemalist kadroları aratmayacak yetkinlikte olduğunu anlatan ciddi gelişmeler yaşıyoruz. Ne var ki bu gelişmeler karşısında intibak sorunu yaşayan siyasi analistlerin, toplum bilimcilerin, sosyal politikacıların ağzını bıçak açmıyor oluşu da hepimiz için esaslı bir endişe kaynağı sayılmalıdır.
Ajitasyon ve Provokasyon Akrabadır
Türkiye’de Kemalist ideoloji ve kadroların bekası için seferber olanların tamamı Suriye’deki Esed/Baas rejimin bekası için de canla başla seferber oldular. Ancak Suriye’deki rejimin bekası için seferber olanların İslam fobisi bağlamında çok daha geniş bir cepheyi ortak payda altında toplama kabiliyetlerinin daha yüksek olduğu şüphe götürmez.
Baksanıza 30 aydan bu yana Türk ve Kürt ulusalcıları arasında sergilenen dayanışmalar göz yaşartacak cinsten. Liberal ve ulusalcı kanatları temsil eden gazetelerin manşetlerden pişti olmaları da artık vakayı adiyeden oldu. Düne kadar düşmanı olmakla iftihar ettikleri İran ve Hizbullah’ın stratejisine Esed’in bekası uğruna bugünlerde sadakatle bağlanan ultra laik-seküler Kemalist, sosyalist ve Alevilerin aydınlanma ve ilerlemeye olan imanlarından şüpheye düştüklerini söyleyeceğiz neredeyse.
Mütemadiyen yayınlanan “oruç tutmadı bıçaklandı, namaz kılmadı dövüldü, başını örtmedi yüzüne kezzap atıldı” türünden haberlerle zaten devlet eliyle baskı altında tutulan Müslüman topluma daha ağır baskılar yapıldı. En son geçtiğimiz yıl Malatya’da Ramazan ayında Alevi bir aile ile davulcu arasında çıkan tartışmanın vardırılmak istendiği nokta neydi? Şu kanaat teyit edilmek isteniyordu: Alevilerin inancı, ameli, kimliği Sünniler eliyle baskı altında tutuluyor.
Yakın zamanlarda buna benzer farklı olaylar da oldu. Adıyaman, Ankara ve İstanbul’da bazı Alevi ailelerin evlerinin korkutma amaçlı işaretlendiği, Alevilerin bölgedeki aşırı İslamcı unsurlar eliyle yeni bir tehcire ve katliama uğratılacağı gibi propagandalar yapıldı. Özellikle Kemalist-sol ve liberal yayın organlarında kabarttıkça kabartılan ve laik devlet dayatmalarına haklılık kazandırıp İslami değerleri kamusal alandan tamamen arındırmaya matuf söylem biçimleri çokça tekrar edildi.
Alevi Mazlumiyeti Çalışılmış Bir Markadır
Bu türden olayların ardından özgürlük ve adaletle eşitlenmek istenen Alevi kimliğine mağdur ve mazlum rolü uygun görüldü. Taassup ve zulme payanda olmakla itham ettikleri Sünni-İslamcı kimliğine de mağduriyetin ve mazlumiyetin müsebbibi gibi bir rol isnat edildi. Bu tasnif ve isnat o kadar kesin ve keskindi ki (en son olaylar için söyleyelim özellikle) saldırı denilen olayları faillerinin Alevi ve sol örgütlerle bağlantılı olması neredeyse hiçbir tartışma konusu yapılmadı. Failler yakalanıncaya kadar söylenen sözler, atılan çığlıklar, direniş için birlik ve dayanışma mesajları vs. saldırganların İslamcı-Sünni değil de Alevi-solcu oluşlarının ortaya çıkmasıyla beraber derin bir sessizliğe hatta iğrenç bir pişkinliğe evriliyordu.
Mağduriyet bir durum değil çirkin bir pazarlama tekniği şeklinde çıkıyordu karşımıza. Hatta öyle ki mağduriyet edebiyatı profesyonel bir PR çalışması şeklinde renklendirilen, çeşitlendirilen ve daha ileri teknikler kullanılarak kalıcılaştırılan piyasa değeri yüksek bir markaya dönüştürülüyordu. Alevi mağdurdur, mazlumdur her zaman haklıdır. Her ne şekilde ve niyetle olursa olsun Alevilik eleştirisi etnik-mezhebi ama özellikle de Sünnici bir dayatmanın tezahürü olarak yaftalanmaktan kurtulamıyordu.
Alevilik inancı ve siyasetine kutsiyet atfeden ve onu dokunulmaz kılan bu siyasal-kültürel hegemonya Suriye’de Nusayri azınlığa dayalı Esed/Baas cuntasının katliamlarına hız verdiği dönemde daha bir kemikleşti ve daha baskın hale geldi. Öyle ki her dönem olduğu gibi Suriye krizinde de Kemalist-sol siyaset muhalefetini Türkiye’deki Alevi-Nusayri kesimleri yıkıcı eylemlerle öne çıkararak sergilemeyi tercih etti. Türkiye’deki Alevi-Nusayri mazlumiyeti vurgusuyla Suriye’deki Esed/Baas rejimine meşruiyet kazandırma operasyonları paralel yürütüldü.
Bu süreçte Suriye’deki 50 yıllık askeri cunta yönetiminin katliam ve yıkımlarını aklayıp paklamak üzere Selefi-Sünni korkusu ölümcül bir virüsün yaygınlaştırılması gibi yaygınlaştırıldı. Üzerinde çalışılmış ve çok amaçlı tasarlanmış bu (siyasi) virüsle Suriye’de Esed/Baas rejimin bekasını garanti altına almayı hedefleyenler eş zamanlı olarak Türkiye’de de AK Parti hükümetini çökertip Kemalist oligarşinin muhafazasına soyunanlardı. Fakat yanlış anlaşılmasın sakın, bu konuda Taraf ile Aydınlık, BirGün ile Sözcü, Cumhuriyet ve Sol ile Milliyet’in üstlendiği misyon sanıldığı gibi birbirinin zıddı değil aksine birebir kopyasıydı. Bu durum Nusra-Kaide kod adıyla öne çıkarılan her haber Perinçek-Çölaşan çizgisinin medyada ana akımı temsil ettiğini gözler önüne seriyordu.
7 Eylül’de Sultangazi’de gerçekleşen ve “Suriyeli Alevi sığınmacıların kaldığı cemevine silahlı saldırı!” şeklinde yansıyan haberlerin dikkat ve ilgiyle takip edilmesi halinde yukarıda sarf edilen cümlelerin gerçeklik değeri daha net takdir edilmiş olur. Konu şöyle takdim edildi: 1- Suriyeli Alevi-Türkmen aileler Esed/Baas zulmünden değil de İslamcı örgütlerden kaçarak İstanbul’a geldiler. 2- Suriyeli Alevi-Türkmen aileler AKP hükümeti ve belediyeler barınma imkânı vermedi, Alevi mülteciler de cemevlerine sığındılar. 3- Sultangazi Cemevine sığınan Alevi-Türkmen ailelere İslamcı unsurlar silahlı baskın yaptılar. 4- İslamcılık-Sünnilik belası hem Suriye’de hem de Türkiye’de mazlum Alevilerin peşini bırakmıyor.
Peki, saldırganların MLKP’den sabıkalı Alevi vatandaşlar olduğunun belirlenmesi üzerine sonuç ne oldu? Başta haberin kaynağı İstanbul Alevi Koordinasyonu olmak üzere Hükümete ve Müslüman topluma sistematik olarak iftira atan Taraf, Milliyet, Sol, Evrensel, BirGün, Yurt gibi Şebbiha gazeteciliği dut yemiş bülbüle döndü. Bakalım yeni bir provokasyon ve kara propaganda seferberliğini ne şekilde tertipleyecekler.