'Askeri hep laik kesim kışkırttı'. Doğan grubunun duayen gazetecisi Mehmet Ali Birand'a ait bu söz. 'Medyanın genlerinde darbecilik var' ifadesi de... 'Günaydın' mı demeli buna, yoksa tebrik mi etmeli?
Bu bir analiz veya tespit değil, itiraf. Birand bu yükü sırtında ve ruhunda taşımaktansa orta yere boca ediverdi. Şimdi kendisi rahatlamış olmalı, laikçi medya çevreleri de iyice bunalmış...
Gelin hep beraber itiraf edin, günah çıkarın, tövbe edin. Siz de rahatlarsınız, memleket de. Çünkü bunu zaten biz biliyoruz; siz kendi kendinize itiraf etmiş olacaksınız. Belki ardından da yüzleşirsiniz geçmişinizle. Üstelik yeni Türkiye'de bu işin artık geleceği de yok. Deniz bitti, darbeler dönemi kapandı. Hadi çılgın ve çaresiz üç beş subayı kışkırtıp bir darbe daha yaptırdınız diyelim, kaç gün dayanabileceksiniz ki. Önce orduyu, ardından ülkeyi böleceksiniz, yabancı müdahalelere davetiye çıkartacaksınız... Bütün Türkiye üzerinize çökecek, altında kalacaksınız.
İyisi mi itiraf edin ve razı olun demokrasiye. Özgür olmak, eşit olmak kötü değil; insan, ayrıcalıksız da yaşayabiliyor.
Yıllardır laikçi, Kemalist kesimlerin ve medya çevrelerinin darbeye zemin hazırlamak için nasıl çabaladığını yazdık durduk. Halk bunları duydu, anladı. Duymazdan gelenler Birand'ın tarif ettiği tayfaydı. İşbirliği yapınca belgeleri, bilgileri, yeraltında gömülü silahları bile görmediler gazetelerinde. Kör olduklarından değil, içinde olduklarından...
Bütün bunların gerisinde laikçi Kemalistlerin demokrasi korkusu var. Halkın egemen olduğu, yönettiği bir Türkiye'ye razı değiller; değiller çünkü o zaman iktidardan, paradan ve statüden aslan payını alamayacaklarını biliyorlar. Haklılar da bunda. Demokrasi yerine 'oligarşi' işlerine geliyor. Kemalizm adı altında iktidar ve para hırslarına ideolojik bir kılıf da buldular. Gariban askerleri de bu sahte 'Kemalistlik'leriyle kandırdılar.
Birand, 'darbe kışkırtıcısı' ve genetiği askerci kesimlerin adını da koyuyor; CHP, büyük sermaye, yargı, ordu ve medya.
CHP'nin sicili 1960'tan beridir bozuk. Rakiplerinin askerler eliyle 'hal'ledilmesine ve halkın vermediği iktidarı askerî bürokrasiden almaya hep razı ve hazırdılar. Son yıllarda da beklentileri buydu; AK Parti'yi askere ve yargıya havale etmişlerdi. Ama şimdilerde CHP bile siyaset yapmaya karar vermiş görülüyor. En azından 12 Haziran'a kadar. Kim bilir, belki sandıkta işi halledemezlerse yeniden eski yöntemlere dönebilirler.
'Besleme sermaye' derin devlete göbekten bağlıydı. Onlar için siyasiler gidici, sivil-asker bürokratlar kalıcıydı. Hem darbe hem de vesayet dönemlerinde 'devletin gerçek sahipleri'yle iş tuttular, kazandılar halkı kazıkladıkça. Askerî rejimler ülkeyi içeriye kapattıkça halka kalitesiz mal satmaya devam edebildiler, piyasa ekonomisi değil, devletçilik yapıldığı sürece memleketin kaynaklarını tepedeki adamlarıyla yağmalayabildiler.
O yüzden bu laikçi Kemalist sermaye sadece demokrasiye değil, piyasa ekonomisine de karşıydı. Rekabet onların idam fermanıydı. Rejime sadakat ilan edip tepedeki üç beş bürokratı kafalayarak halkın kaynaklarına ulaşmaya imkân veren bir düzenden yanaydılar. Şimdi onlar da kazanıyor piyasa ekonomisi içinde. Tamam görece az kazanıyorlar, üstelik Anadolu'dan yükselen yeni sermaye ile de paylaşmak zorunda kalıyorlar, ama yine de iyi kazanıyorlar. Demokrasi ve piyasa ekonomisi Türkiye'yi büyüttükçe onlar da büyüyor. Artık içlerinde 'bu bize yeter, maceraya destek olmayalım' diyenler çoğalıyor. Ayrıca bunların çoğunun 'yabancı' ortakları da izin vermiyorlar bizimkilerin maceracı eğilimlerine.
Ordu da değişti. Büyük bir kesimi darbenin bu ülkeyi bitireceğini, böleceğini biliyor. Dünyanın Türkiye'de bir askerî rejime izin vermeyeceğinin farkındalar.
Tek değişmeyen ise 'malum medya'. Çünkü onların derdi 'intikam'; kendilerine meydan okuyan ve hep istemedikleri adamları seçen bu halktan intikam almaya kararlılar. Onlar 'itirafçı' değil, 'intikamcı'.
ZAMAN