Taha Kılınç / Yeni Şafak
Aynı kan
“Arap İsyanı” ibaresi, yakın tarihimizin en yanıltıcı terimlerinden biridir. Yalnızca Şerif Hüseyin ve ailesiyle onları destekleyen bazı kabilelerin başlattığı isyana, Osmanlı coğrafyasının her yerindeki Arap nüfus kitlesel biçimde katılmış gibi bir algı oluşturan bu terim, Arap dünyasına dair güncel genellemelere zemin hazırlar: “Bizi arkamızdan vuranlar…” Böyle genellemeler Türkiye kamuoyunda Araplara karşı ölçüsüz bir nefret ve önyargı doğururken, imparatorluğu en kritik zamanda gerçekten arkadan vuran başka aktörleri de ustalıkla gözden kaçırmaya yarar. Mesela Çanakkale cephesinde, İngilizlerin safında Osmanlı’ya karşı savaşan Yahudileri…
İngilizlerin kontrolündeki Mısır’da eğitilip donatılan, ardından 17 Nisan 1915 günü Gelibolu cephesine sevk edilen Yahudi gönüllüler, tarihe “Siyon Katır Bölüğü” adıyla geçti. Cephe önünde ve gerisinde savaşa iştirak ettiler, imparatorluk dağıldıktan sonra da Filistin topraklarına yönelerek aktif biçimde Arap kıyımına katıldılar. Siyon Katır Bölüğü’nün iki kurucusundan biri, Joseph Trumpeldor, 1 Mart 1920 günü Arap köyü Tel Hay’da Filistin’in yerli sakinlerine karşı Siyonizm uğruna savaşırken öldürüldü. Diğer kurucu Vladimir Zeev Jabotinsky ise, 1940’taki ölümüne kadar, İsrail’de bugün hâlâ ana akım içinde temsil edilen, Arap ve İslâm düşmanı Likud çizgisinin ideoloğu ve teorisyeni olarak sivrildi.
Chaim Weizmann ve David Ben-Gurion gibi İngiliz siyasetine yakın duran Siyonist liderlerin aksine, Jabotinsky, Filistin topraklarının Araplarla hiçbir şekilde uzlaşmadan ve “diplomatik usullerle vakit israf etmeden” işgalini savunuyordu. Bu yolda katliamlar, tedhiş eylemleri ve tehcir de dâhil olmak üzere, her türlü yöntem kullanılmalıydı. Araplar, “hayvanlardan daha aşağı” bir ırktı ve onların yaşam hakkı yoktu. 1923’te kaleme aldığı “Demir Duvar” adlı ünlü makalesinde görüşlerini sistemleştiren Jabotinsky, ana akım Siyonizm’den koptu ve “Revizyonist Siyonizm”i kurdu. Buna göre, bugünkü Ürdün, Suriye ve hatta Irak’ın bir bölümü de Siyonizm’in hedefinde olmalıydı. Revizyonistlerin terör örgütü “Irgun”du, gençlik kolları da “Betar” adıyla sahneye çıktı. Jabotinsky’nin yanından hiç ayrılmayan isimlerden biri ise Ben-Siyon Netanyahu idi. Ben-Siyon’un 1949’da dünyaya gelen oğlu Benyamin, İsrail’in müstakbel başbakanlarından biri olacaktı.
Vladimir Jabotinsky, 4 Ağustos 1940’ta, Betar’ın gençlik kampı için bulunduğu New York’ta kalp krizinden öldüğünde, terör bayrağını sadık talebesi Menahem Begin devraldı. Begin, Araplara karşı gaddarlıkta ustasını fersah fersah geride bıraktı, çünkü Jabotinsky’nin planladığı pek çok şeyi hayata geçirecek imkânlar buldu. Irgun terör örgütünün lideri olarak, Deyr Yâsîn Katliamı (9 Nisan 1948) başta olmak üzere çok sayıda insanlık suçuna imza atan Begin, aynı zamanda İngilizlere de saldırmayı ihmal etmiyordu. 22 Temmuz 1946’da Kudüs’teki King David Hotel’in güney kanadında konuşlanan İngiliz manda idaresi ofislerine düzenlenen bombalı saldırı, Filistin meselesinin BM’ye havale edilmesine yol açacaktı.
1973’te Likud Partisi’ni kuran Menahem Begin, dört yıl sonra partisini İsrail tarihinin en yüksek oy oranıyla iktidara taşıdı. 1979’da Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’la imzaladığı Camp David Anlaşması nedeniyle Nobel Barış Ödülü’nü de alan Begin, Ben-Siyon Netanyahu’nun oğlu Benyamin’in adeta taptığı bir liderdi. 9 Mart 1992’de ölen Begin, bu sayede 23 Haziran 1992 seçimlerinde partisinin uğradığı hezimeti ve sonrasında Benyamin Netanyahu’nun Likud liderliğini üstlendiğini de göremedi. Netanyahu’nun parti kongresindeki rakibi de Menahem Begin’in oğlu Benny Begin’di.
Netanyahu böylece Siyon Katır Bölüğü ve Vladimir Jabotinsky ile başlayıp Menahem Begin, Ariel Şaron ve Yitzhak Şamir’le devam eden katliam, vahşet ve kan döngüsüne eklemlenmiş oldu. “Araplar…” diye başlayan olumsuz kaba genellemeleri sorgulamadan tekrarlayanlar ve Siyonist çizginin İslâm coğrafyasına dayattığı tarih anlatısını ezbere kabul edenler, bu kesintisiz zincirin ne kadar farkındadır, bilinmez. Zaten en büyük golleri de, “Bugünlere nasıl gelindi?” sorusunun cevabına kafa yormadığımız için yemiyor muyuz?