Yossi Melman / Mücerret
İsrail menşeli bir uyuşturucu tarihi
Mayıs 1955’te, o sırada New York’taki Birleşmiş Milletler İsrail komitesinin bir üyesi olan Zena Harman, Kudüs’teki Dışişleri Bakanlığı’na gizli bir telgraf gönderdi. Diplomat Harman, güvenilir kaynaklardan Arap Birliği’nin BM Narkotik İlaçlar Komisyonu’nun 10. oturumuna sunulmak üzere, İsrail’in Mısır’da uyuşturucu ticareti yaptığını açıklayan bir rapor hazırladığını öğrendiğini bildiriyor ve bakanlığa uyarıda bulunuyordu.
Harman, Kudüs’te bulunan üstlerini Arap Birliği’nin Orta Doğu’daki tehlikeli uyuşturucuların durumu hakkında bir bildiri yayınlamayı planladığı konusunda “(Birlik) Arapların gücünü azaltmak için uyuşturucu ilaçlar sattığımızı iddia ediyor . . . . . Bunun için hazırlanmamız gerekiyor. ” diyerek uyardı.
Harman’ın bahsettiği bilgiler doğruydu. Kısa bir süre sonra, Arap Birliği’nin narkotikle mücadele bürosunun başında bulunan Abdel Aziz Safwat, raporu zamanında BM komisyonuna sundu. Beklendiği gibi, rapor İsrail’i, genel olarak Arapları, özelde ise Mısırlıları, birbiriyle bağlantılı iki “uyuşturucu zehirlemesi” yöntemiyle suçlayarak, İsrail’i sert bir şekilde kınıyordu. İddia edilen ilk yöntem iddialı ve pahalıydı, alışılmadık bir altyapı ve uzmanlık gerektiriyorken, ikincisi daha basit ve ekonomikti.
Abdel Aziz Safwat ilk yöntemi şu şekilde tanımladı: “İsrail’de kokain, eroin ve sentetik uyuşturucu üretimi için küçük fabrikalar ve bu uyuşturucuları Orta Doğu’daki bazı ülkelere ve bazı Avrupa ülkelerine götürecek bir düzen vardır. Söz konusu uyuşturucu kaçakçılığı saygın firmaların isimlerini taşıyan sahte etiketler kullanılarak yapılmaktadır. Ayrıca “beyaz” uyuşturucuları Kıbrıs, Cenova ve Marsilya üzerinden deniz yoluyla ve genellikle İsrail hava yolları ile Amerika Birleşik Devletleri’ne ulaştırmak da bu yöntemin parçalarından birisi.”
Safwat’ın, İsrail’in Araplar arasında uyuşturucu yaymanın ikinci ve daha mütevazı yöntemine ilişkin açıklaması özellikle esrar üzerine odaklanmıştır. Bu yöntem yalnızca İsrail’in Lübnan veya Ürdün’den ülkeye kaçırılan esrar malzemelerini geri dönüştürmesini ve daha sonra Mısır’a yeniden kaçakçılık yapmak için malzemeleri toplamasını gerektirmektedir. Raporda şu ifadeler yer almaktadır:
“Tarafımca yapılan soruşturmalar, İsrail’in ülke içinde Hint keneviri yetiştirme niyetinde olmadığını, Lübnan ve Ürdün’den gizlice getirilen haşhaşı yeterli gördüğünü ortaya çıkarmıştır.”
Sonraki yıllarda da İsrail hakkında benzer suçlamalar yapıldı ve bunlar Mısır basınında yankı buldu. Önemli bir günlük gazete olan Al Ahram, Süveyş Krizi sırasında (1956) esrar kaçakçılarının, (bu kaçakçıların Mısır ordusu tarafından ele geçirilen Necefli Bedeviler olduğu tahmin ediliyor), İsrail Savunma Kuvvetleri tarafından görevlendirilen askerlerce Mısır’a gidişlerine izni verdiğini yazdı. Gazeteye göre, “Yahudiler [Sina’nın] işgali sırasında esrarı çölün iç bölgelerine nakletmek için askeri araçlar kullandılar.”
İsrail temsilcileri, Mısır’ın iddialarını şiddetle yalanladılar. Dışişleri Bakanlığı, İsrail Polisinden gelen bilgilere dayanarak yaptığı açıklamada, “İsrail’de haşhaş yalnızca kişisel domestik tüketim için ekilmiştir ve yetiştirilen hiçbir esrar yurt dışına kaçırılmamıştır.” ifadelerine yer verdi.
1954’te İsrail polisi esrarın ülke çapındaki çeşitli geçiş kamplarında yetiştirildiğini keşfetmesine rağmen, esrarın yurt dışına kaçırılmadığı iddiasını yalanlamak ve İsrail ile Mısır arasında yürütülen propaganda savaşının bir parçası olarak nitelemekten başka bir şey yapmadı. Oysa ki, ihmal edilemeyecek kadar büyük miktarlarda haşhaş, İsrail aracılığıyla, Lübnan’dan Mısır’a kaçırılmıştır.
Burada alıntılanan tüm belgeler ve bilgiler, Ben-Gurion Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları bölümünün kıdemli tarihçisi Haggai Ram’ın yeni kitabında yer alıyor. Ram’ın araştırmaları yıllarca İran üzerine odaklandı ve yazdığı kitap ve makaleler onu bu alanda uzman olarak tanınmasını sağladı. Ram’ın ilgi alanlarını çeşitlendirme ve manda döneminde Filistin’de ve İsrail’de esrar fenomenini inceleme kararı politik olmaktan öte akademik bir karardır. Her halükarda, “Intoxicating Zion: A Social History of Hashish in Mandatory Palestine and Israel” adlı eseri, bu alanda eşi görülmemiş orijinal bir araştırma çalışmasıdır.
Profesör Ram, “Yaklaşık 10 yıl önce, farklı yerlerde ve zamanlarda çeşitli uyuşturucu geçişleri, esrar, kokain, aynı zamanda tütün ve kahve hakkında bol miktarda araştırma literatürüne rastladığım zaman bu konu hakkında yazmaya karar verdim” diyor. “Bu çalışmalar, sınır ötesi siyaset, ekonomi ve kültürün alanlarının bir birleşim noktası olarak uyuşturucu ticareti ve kaçakçılığı tarihini ele aldı.”
Haggai Ram, “Esrar ve afyonun Britanya İmparatorluğu’nun sömürgelerindeki, özellikle Hindistan ve Mısır’daki geçmişi hakkında epey bilgimiz olmasına rağmen, Filistin-İsrail’de olanlar hakkında çok az şey biliyoruz. Kitabım 1950’lerde ve 1960’larda Sömürge olan Filistin’de bir İsrail Devleti kurulmasını, sınır ötesi kaçakçılığı-ticareti yapılan, tüketilen, durmaksızın tartışılan yasadışı bir mal olan esrar perspektifinden inceliyor” şeklindeki ifadelerde bulundu.
Ram, haşhaşın Filistin’e 1920’lerde ve büyük ölçüde 1930’larda ticari amaçlarla gelmeye başladığını belirtiyor.
Haggai Ram, “Filistin-İsrail’deki esrar tarihi benzersiz bir geçmişe sahiptir, ancak aynı zamanda uyuşturucunun başka yerlerdeki geçmişleriyle de benzer yönler taşımaktadır” diye vurguluyor. Kullanımının Orta Çağ’da, Arap, İran ve Osmanlı-Türk Ortadoğu’sunda oldukça yaygın olan esrarın, modern çağda Filistin-İsrail’deki kullanımı nispeten yeni bir fenomendir.
“Bölgedeki ilaç/uyuşturucu kullanımı, dünya çapındaki uyuşturucu ticaretini kontrol etmek için benzeri görülmemiş küresel önlemlerin alınmasından sonra etkili bir şekilde başlamıştır. Alınan bu önlemler, Yunanistan’dan Mısır’a esrar kaçakçılığı yoluna son verince, Yunanistan’dan esrar tedarik edemeyen Mısırlı tüketiciler, Suriye ve Lübnan’daki tedarikçilere yöneldiler. Sonuç olarak sömürge altındaki Filistin, kuzeyde Lübnan’dan güneyde Mısır’a kadar uzanan uyuşturucu zincirinin merkezi bir halkası haline geldi. ”
Rota nasıl oluşturuldu?
“Filistin’deki sömürgeci otoritelerin ülkede döşediği demiryolu hatları, esrarın başlıca kaçakçılık yollarından biriydi. 1942’de Mısır’ın Süveyş Kanalı üzerindeki Kantara kentini Hayfa’ya bağlayan hat, Lübnan’ın Beyrut ve Trablus şehirlerine kadar uzatıldı. Hat daha da uzatılarak Yafa’dan geçti ve Tel Aviv merkezine yakınlaştı.”
Ram kitabında, Filistin’de yürütülen birçok esrar kaçakçılığı operasyonunu anlatıyor. Örneğin, 1929’da Mısır’daki İngiliz yüksek komiser George Ambrose Lloyd’un başına gelen utanç verici bir olayın açıklaması var. Şam’a yaptığı ziyaretten dönerken kullandığı tren vagonunda 24 paket esrar bulunmuştu. Davar Gazetesinde yer alan bir habere göre bu olayın şüphelileri, demiryolu şirketinin çalışanları olan Mısırlı muhafızlar ve hizmetlilerdi.
Kaçakçılık operasyonlarında olan cüretkarlığa bazen vahşet de eşlik ediyordu. O zamanlar yaygın bir yöntem olarak, deve kervanları uyuşturucu ticaretinde kullanılmaktaydı.
Mısır’da 1930’larda ve 1940’larda uyuşturucuyla savaşmaktan sorumlu üst düzey İngiliz yetkili Russell Pasha, develerin kesilmesinden kaynaklanan zararın uyuşturucu satışından elde edilen karla karşılaştırıldığında önemsiz olduğunu kaydetti.
Polis kayıtlarına göre, Sina’yı geçtikten sonra Kantara gümrük terminalinden yılda yaklaşık 35.000 deve geçiyordu. 1940’larda sınırı geçen develeri taramak için Kantara’ya X-ray makineleri kurdular.
Alternatif güzergâh ve yöntemler oluşturmak için kaçakçı çeteleri, bugün işgal altındaki Batı Şeria çevresindeki tarlalarda esrar yetiştirmeye başladı. Bir başka yöntem de uyuşturucuları Lübnan’daki limanlardan (Beyrut ve Sayda gibi) Akka ve Hayfa’ya ve hatta Gazze ve El Arish’e kadar deniz yoluyla kaçırmaktı. Polis buna karşılık olarak, kaynakları yetersiz ve büyük ölçüde etkisiz olan küçük bir sahil güvenlik ekibi kurdu.
“Bu doğru. Polis, hem acil vakalarla meşguldü hem de sınırlı bir bütçeye sahip idi. Sonuç olarak, polis gücü, Mısır’a gitmek üzere Filistin’den geçen büyük esrar ticareti ve arzı ile mücadele etme çabasında neredeyse çaresiz kaldı. ”
1922 gibi erken bir tarihte, Filistin’deki Liman Polisi komutanı Douglas Duff, kaçakçıların “dünyada hiçbir otorite tanımadığını belirtti. . . [ve] ne Tanrı’dan ne de insandan korkuyorlardı ve birkaç kuruş için her şeyi yapabilirdiler. ”
Filistin polisinin 1947 tarihli bir raporu, esrar ve afyonun, Filistin’den Mısır’a gitmek için yasadışı yollarla taşınan başlıca uyuşturucular olduğunu ortaya koydu. Söz konusu esrar, Suriye ve Lübnan’dan geliyordu.
Kaçakçılar, sınırları dikkate almamalarının yanı sıra din veya milliyet farkı da gözetmiyorlardı. Sadece Araplar değil, aynı zamanda Yunanlılar, İtalyanlar, Bulgarlar, Kıbrıslılar ve Filistin ve Mısır’daki üslerde bulunan İngiliz askerleri ve subayları da kaçak malların taşınmasında yer aldılar.
Tel Aviv de mi?
“Evet. Haşhaş, 1930’lardan başlayarak ilk olarak Arap veya Hayfa, Akka ve Nablus gibi şehirlerdeki kafelerde müşterilere sunuldu. Basında ve resmi belgelerde yer alan açıklamalar, alt sınıf Arapların uğrak yeri olan kafelerden bahsetmiştir. Ayrıca, 2. Dünya Savaşı’ndan başlayarak, Tel Aviv’in merkezindeki kafelerin Yahudi müşterilere esrar servis ettiğine dair kanıtlar buldum.”
Bu biraz tuhaf, çünkü kitabınızda Ze’ev Jabotinsky’nin “Haşhaş” adındaki ebir övgü şiirinden alıntı yapıyorsunuz: “Zevk acılarından / iki kez ölüm ve dirilişle dolaşıyorum / Titreşen pirinç dalgaları / Şapelden Basamaklı zirve / Ruhum alçalıyor, vücudumun gücü harcanıyor / Zihnim batıyor, uykusuz uyuyor / Çanlar çalıyor / Kulağımdaki gürleyen bir cümle gibi.”
“Doğrusu, bu ilginç bir şiir, çünkü revizyonist Siyonizm’in kurucusu ve Filistin’deki birkaç militan Yahudi örgütü tarafından yazılmıştır. Ancak Jabotinsky’nin sadece bir lider, hatip ve asker değil, aynı zamanda bir yazar, şair olduğunu da unutmamalıyız. Görünüşe göre bu şiiri 1901’de Roma Sapienza Üniversitesi’nde hukuk öğrencisiyken yazmıştı. Şiirden, o sırada Avrupa’da genç bir adamın kişisel psikoaktif deneyimini anlattığı anlaşılabilir. Ancak bu, Avrupa’daki Yahudilerin veya Filistin’deki Yahudilerin biçimlendirici, yaygın deneyimi değildi. Aksine Yahudiler, oryantalist çağrışımları nedeniyle genellikle uyuşturucudan uzak durdular. ”
İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesinden üç gün önce, 11 Mayıs 1948’de Maariv gazetesinde yer alan bir haberde, esrar işlemlerinden elde edilen paralarla “Siyonist örgütlerin Lübnan ve Suriye’den silah kaçırdığı” belirtildi. Üç yıl önce, ulusal-dini hareketin gazetesi Hatzofeh, Mısır’da bir “Yahudi askeri çetesinin” büyük çapta esrar ve afyon kaçakçılığı yapmaktan” tutuklandığını bildirdi.
Kaçak uyuşturucu listesinin en üstünde haşhaş yer alıyor
İsrail İşgal Devletin kurulmasının ardından, uyuşturucu kullanımının Yahudi toplumunu kirleteceği korkusu azaldı. Yeni doğmakta olan hükümet yetkilileri, Lübnan ile Mısır arasındaki coğrafi bağlantıyı kopararak sınırların kapatılmasının, esrar ve diğer uyuşturucuların önceki yoldan taşınmaya devam edilmesini önleyeceği konusunda iyimserliklerini dile getirdi. İsrail Polisi tarafından yayınlanan 1948 tarihli bir rapor, “Daha önce İsrail Ülkesi, tehlikeli uyuşturucuların [akışı] için büyük bir geçiş yoluydu… Kaçakçıların büyük çoğunluğu ve tüketicilerin çoğu Arap idi. Komşu ülkelerle ilişkilerin kesilmesi nedeniyle İsrail artık tehlikeli uyuşturucular için bir pazar değildir. ”
Ancak kısa sürede bu tavrından vazgeçti. Denizdeki ve karadaki eski rotalar yenilendi. İsrail ve komşuları arasındaki düşmanlık yeni boyutlara ulaştı, ancak bu, uyuşturucu tacirlerinin sınırları geçmeye devam etmesini engellemedi.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan gelen Yahudi göçü dalgaları esrar korkusunu arttırdı. Göçmenlerin bir kısmı geldikleri ülkelerde esrar tüketmiş ve bu alışkanlığı yanlarında getirmişlerdi. Göçmenlerinin başka bir kısmı ise (yani Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden gelen Yahudiler), ırk ayrımcılığına ve toplumdan dışlanmaya maruz kaldıktan sonra İsrail’de bu alışkanlığı kazandılar. Önceleri “ Arap “sorunu” olarak görülen uyuşturucu, artık bir Yahudi “sorunu” haline geldi.
Bu anlamda Haggai Ram, İsrail’de uyuşturucu ve göçmen toplumu arasında kurulan bağlantının başka yerlerde görülebilenlerden çok da farklı olmadığını ekliyor. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde esrar kullanımı, esas olarak, beyaz orta sınıfın korktuğu Meksikalı göçmenler ve siyahilerle özdeşleştirilmiştir. Bunun ötesinde, “esrar ve türevlerinin kullanımı, hor görülen marjinal gruplar arasında ve daha sonra ise işçi sınıfları arasında yaygınlaşmıştır”.
1951 tarihli bir İsrail Polisi raporu, “Çok sayıda göçmen, zayıf kültürlü, siyasi yapıları istikrarsız ve aşağı olan, baskı ve zorlama üzerine kurulmuş ülkelerden gelmiştir. ” şeklindeki ifadeye yer veriyor. Kuruluşun gözünde, Doğulu Yahudiler ve onların uyuşturucu kullanımı, bir “kanun tanımazlık davranışı” sergilemek adınaydı. Esrar kullanımları “beyaz” Aşkenazi Yahudileri arasında kolayca yayılabilecek bir hastalık/ salgın olarak adlandırılıyordu.
Ancak uyuşturucu bağımlılığından duyulan tiksinme, İsrail güvenlik servislerinin uyuşturucuları kendi amaçları için kullanmasını engellemedi. İstihbarat toplulukları ile uyuşturucular arasındaki bağlantı, doğası gereği küreseldir. Medyada ve resmi belgelerden Amerikan CIA, İngiliz MI6, Sovyet KGB, Lübnan’daki Suriyeli generaller, Burma’daki askeri personel ve diğer istihbarat teşkilatlarının uyuşturucu ticareti yaptıklarına veya böyle bir ticaretin varlığını görmezden geldiklerine dair tanıklıklar var. Afganistan’daki Taliban, Kuzey İrlanda’daki IRA ve Lübnan’daki Hizbullah gibi terörist ve yeraltı örgütleri, faaliyetlerini desteklemek için söz konusu maddeleri büyütüyor, işliyor ve yayıyor.
İstihbarat örgütlerinin düşmanlarını tuzağa düşürmek ve onlara zarar vermek, toplumlarını ve askeri güçlerini zayıflatmak için uyuşturucu yaydığı iddialarında da yeni bir şey yok. Bu tür iddialar, ABD Federal Narkotik Bürosu’nun kurucusu ve ilk yöneticisi (1930-1962) Harry J. Anslinger tarafından ileri sürülmüştü.
1950’lerde, 1960’larda ve 1970’lerde İsrail basını Mısır’ın uyuşturucu tüketimini, fakirlerle ve şekerleme dükkanlarındaki bayilerle sınırlı olmayan, Başkan Cemal Abdül Nasır’a kadar en yüksek seviyelere ulaşan bir ülke olarak tasvir etti.
Birkaç yıl sonra Ortadoğu bilgini Şimon Şamir, İsrail Askeri İstihbarat araştırma bölümü için hazırladığı bir belgede, Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın da esrar kullanıcısı olduğunu belirtti.
Mısır’da esrar kullanımının ölçeğiyle ilgili iddialar, 1955’te sekiz milyon vatandaşı veya o dönemin nüfusunun üçte birini kapsadığına yer veriyor. Bu durum, Mısır’ı geri kalmış bir ülke olarak tasvir eden İsrail propaganda söylemlerine çok iyi hizmet etmiştir. Öyleyse, Haggai Ram’ın kitabında belirtildiği gibi, Mısır’ın İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin Arapları zayıflatmak için resmi olarak Arap devletlerine ve özellikle de Mısır’a uyuşturucu kaçakçılığı yaptığını iddia etmesi şaşırtıcı değildir.
Mısırlı bir general olan Safvat’ın ve Mısır’daki diğer yetkililerin, İsrail’in bu konuda kurumsal olarak faaliyet gösterdiği iddialarına güvenebilir misiniz?
“Bilmiyorum. Ama bunu göz ardı etmem. Özellikle 1948’de Mısır’da faaliyet gösteren İsrailli istihbarat görevlisi Ted Cross’un, İsrail kaynaklarının 1948’de İsrail’in Mısır’daki su kuyularını zehirlemeye ve Filistinli Araplara karşı virüs yaymaya çalıştığını iddia eden raporu okunduğunda.
İstihbarat yetkilileri de dahil olmak üzere İsrailli subayların Lübnan’dan uyuşturucu kaçakçılığı yaptığını iddia eden 1970’ler ve 1980’lerden sonra yazılan raporlardan bahsetmiyorum bile. İsrail istihbaratının eylemleri araştırıldığında, yaptıkları ve sonra inkar ettikleri veya kabul etmedikleri birçok şeye inanmak mümkündür. Çünkü İsrail söz konusu eylemlerinden utanır ve kamuoyunun bunları öğrenmesini istemez. ”
Yazar:
Çeviri: Büşra Elif Özçelik Aslan