İsrail’in Filistin’i işgalinden sonra sürekli duyduğumuz ve maalesef alıştığımız bazı kavramlar var. Yerleşimciler, el konulan topraklar, yıkılan evler, kesilen zeytin ağaçları, mülteci kampları, ayrım duvarları, barikatlar, kontrol noktaları, Filistinlilere yasak yollar ve Filistinsizleştirilen şehirler...
Osmanlı’nın son dönemlerinde, Filistin’e gelmeye ve yerleşmeye başlayan Yahudilerin tamamı, (hepsi Siyonist barbarlığı kabul etmese bile) Siyonistlerin yerleşim planlarına göre hareket ettiler. Belki de bu durumun soykırıma götüren araçlarından biri olduğunu düşünmeden.
İşgalciler Filistin topraklarında mimariyi aktif olarak kullanıyor. Ancak amaçları mamur etmek değil, Renan’ın: ‘Unutkanlık bir ulusun ortaya çıkabilmesi için elzemdir’ dediği gibi, bir halkın toplumsal hafızasını yok edip, yerine başka bir halkı ikame etmek. Bu doğrultuda Filistin toprakları yüz yılı aşkın bir süredir canlı bir kadavra misali; kesilip biçiliyor, paramparça ediliyor, eksildikçe eksiliyor. Yani mekân-kırıma uğratılıyor.
Filistin’e ilk yerleşen Yahudiler ‘Kibbutz’ denilen küçük yerleşim yerleri kurdular. Sosyalizm ile Siyonizm’i sentezleyen Kibbutzlar; tarıma dayalı ortak mülkiyetin olduğu, komün tarzı bir yaşam düzeni ile işgali hem kolaylaştıran hem de yaygınlaştıran bir rol üstlendiler.
Yavaş ama hesaplı bir şekilde çoğalan bu topluluklar Filistin topraklarının farklı noktalarında kanser hücresi gibi yayılmaya başladı. Silahlanarak paramiliter faaliyetler yapan Kibbutzlar, civardaki Filistin köylerinin boşaltılmasına sebep oldular.
İsrail işgali, klasik anlamda bir toprağın başkaları tarafından işgal edilmesi ve orada yaşayan insanların yeni duruma uyumundan çok farklı metotlara sahipti. Her türlü zulmün yanında, özellikle mimarlık ve yerleşim planlaması yoluyla Filistin halkına baskı ve zulüm uygulandı. ‘Dünyanın en büyük açık hava hapishanesi’ olarak tarif edilen bu topraklar; bilimsel, teknolojik, fenni, mimari ve tabi ki askeri olarak titizlikle hesaplanarak işgal edildi.
Filistinliler dünyada ‘Devleti olmayan en kalabalık halk’ tır. ‘Haganah’ vb. Siyonist terör örgütleri Filistin yerleşim yerlerine kanlı baskınlar yaptılar, milyonlarca Filistinliyi yüzyıllardır esenlik içinde yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda bıraktılar. Tarihin ve coğrafyanın çocuğu olan kadim Filistin şehirleri planlı bir şekilde boşaltılırken; buralara tarihi kökten yoksun, coğrafyaya yabancı, yapay Yahudi topluluklar yerleştirildi.
Göçe zorlanan Filistinliler ise, ‘Dünyanın en uzun süre mülteci statüsünde kalan topluluğu’ oldular. 1948’de ‘geçici’ olarak kurulan mülteci kampları, nüfusun katlanarak çoğalmasıyla, şehirlere dönüştü. Mülteci kamplarında ‘gettolaşmaya’ mecbur bırakılan Filistinlilerin boşalttığı yerlerde işgal mimarisini uygulamak çok daha kolaydı.
Haritanın rengi, coğrafyanın adı, bir milletin kaderi kökünden değiştirildi. Bin yıllık Filistin şehirleri, hükümete bağlı olarak kurulan ‘Adlandırma Komitesi’ tarafından İbranice adlar verilerek, İsrail yerleşim noktalarına çevrildi ve ülkenin Yahudileştirilmesi hızlandırıldı.
1967’deki 6 gün savaşında Kudüs’ün tamamını ele geçiren İsrail, ‘Kudüs’ün Yahudileşmesi’ için özel bir çaba harcamaya başladı. Zaman kaybetmeden hayata geçirilen imar planıyla birlikte Kudüs’te atılan ilk adım, ‘Ağlama Duvarı’nın hemen önünde bulunan ve ‘Mağripliler Mahallesi’ olarak bilinen kadim mahallenin bir gecede dümdüz edilmesi oldu. ‘Selahaddin Eyyubi’ tarafından bizzat kurulmuş mahallenin yerinde bugün, gidenlerin ya da videolarda izleyenlerin gördüğü, ‘Yahudilerin halay çekip ibadet ettikleri’ boş alan var.
Yıkımın ardından yeni Yahudi mahalleleri kurulmaya, Filistinlilere ait arsalara el konulmaya başlandı. Bu ‘El koyma dalgası’ ile demografik açıdan Kudüs’ün dengesi bozuldu. Yerel yönetim, Yahudilere sınırsız inşaat ruhsatı verirken, Filistinlilere sembolik sayıda inşaat ruhsatı vererek büyük bir konut açığı oluşturdu ve içinden çıkılmaz bir konut krizi yarattı. İzin alamadığı için birçok Filistinli aile onlarca defa yıkılmasına rağmen ‘yasa dışı’ evler inşa etmek zorunda kaldı. Filistin mahallelerinde sürekli artan nüfus ve konut yetersizliği sebebiyle fahiş seviyelere ulaşan emlak fiyatları; birçok aileyi Kudüs’ü terk edip, Batı Şeria’ya göç etmeye zorladı. Göç edenler; sağlık hizmetlerinden faydalanma, İsrail’e girme ve burada çalışma imkânı veren, ‘İsrail sınırları içinde ikamet etme’ statüsünü de kaybettiler.
Bu arada kırsalda, ‘yerleşimciler’ adı altında başka bir ‘mekân-kırım’ projesi uygulanıyor; Siyonistler, ‘Tevrat’ta adı geçen köyleri ve şehirleri yeniden diriltmek’ bahanesiyle tepelere, vadilere, arazilere yerleştiriliyordu. Filistinlilere ait olan topraklarda karavanlar ve derme çatma kulübeler şeklinde başlayan bu işgal; devletin de yardımıyla, önce küçük yerleşim noktalarına, sonra yeni kentlere dönüştü. Bu şekilde Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te 300’den fazla yerleşim yeri kuruldu. Yerleşimcilerin toprak işgali yanında asıl görevi, Filistinlilerin hareketlerini ayrıntılı olarak gözlemlemek ve İsrail ordusuna rapor etmekti.
Başlarında kipalar, ellerinde otomatik silahlarla ortalıkta gezen, yerleştikleri toprakların asıl sahibi olan Filistinlilere saldıran, evlerini, arabalarını, tarlalarını ateşe veren, ağaçlarını kesen, kuyularını kurutan yerleşimcilerin önce tekerlekli, sonra kırmızı çatılı evleri temel bir savaş birimi olarak tankın yerini alıyordu. Evler, tıpkı zırhlı bölükler gibi tepe işgal etmek, düşmanı çevrelemek ya da düşmanın iletişim hatlarını kesmek için operasyon bölgesinin çeşitli yerlerinde konumlandırılarak düzenlendiler. Önem taşıyan yüksek araziler ve kritik yollar tutuldu. Mantar gibi türeyen, Filistinlilerin kullanmasının yasak olduğu otoyollarla, tünellerle, köprülerle birbirine bağlanan bu yerleşim yerleri; aynı zamanda Filistin köylerini, kasabalarını, şehirlerini birbirinden ayırmak için kullanılan coğrafi bir engel görevi de görüyor.
Yerleşimcilerin kurucusu ve en büyük destekçisi ise hepimizin bildiği ‘Ariel Şaron.’ Tarım Bakanı olduğu zamanda faaliyete soktuğu yerleşimciler dışında Şaron, ‘Ayrım Duvarı/ Utanç Duvarı’ olarak bilinen 708 kilometre uzunluğundaki duvarın da mimarı. Filistinlilerin yüzlerce hektarlık bereketli arazilerini, verimli zeytin ağaçlarını, ormanlarını, yer altı sularını kaybetmesine neden olan; şehirleri, kasabaları, köyleri, hatta sokakları birbirinden ayıran bu duvar, sadece Filistin’i bölmemekte aynı zamanda Filistinlileri açık hava hapishanesinde yaşamaya zorlamakta. Bir köyden başka bir köye, okullarına, hastaneye, tarlalarına, dükkânlarına, akrabalarına gitmek üzere etraflarını çevreleyen duvarı/ barikatları aşmak için kontrol noktalarından geçmek zorunda bırakılan Filistinliler, adeta günün her saatinde psikolojik bir sınava tabi tutuluyorlar. Kontrol noktaları insanın sahip olduğu her şeyi, çabasını, gayretini, zamanını, enerjisini ve tüm sinirlerini almakta, onu nesneleştirmektedir.
Seyahat etme, bir yerden başka bir yere gitme hakkının bu şekilde kısıtlanması, tüm yaşamı kökünden etkiliyor. Örneğin; hastaneye ulaşmak isteyen onlarca kadın, İsrail askerlerinin geçişlerini engellemesi nedeniyle bu kontrol noktalarında doğum yapmak zorunda kaldı. Haberdar olduğumuz, 35 bebek ve 5 anne, bu şekilde hayatını kaybetti.
İsrail, işgal mimarisini soykırıma götüren bir araç olarak kullandı, kullanıyor. Yaptıkları soykırımın cesaretini her gün ekranlardan seyretmeye alıştırıldığımız ve ‘sıradanlaşan’ katliamlara karşı tepkisiz kalışımızdan alıyorlar. Bu yüzden alışmayalım, gündemimizden Filistin’i hiç çıkarmayalım. ‘Unutursak kalbimizin kuruyacağını’ aklımızdan çıkarmayalım. Bu vesileyle, başta Allah’a kendini adayan Gazzeli Müslümanların ve tüm İslam âleminin Kurban Bayramını kutluyorum. O’na emanet olunuz…
Not: Konuya dair okuma listesini ilginize sunuyorum.
- Oyuk Topraklar/Eyal Weizman/ Açılım Kitap
- 1948: Mekân-kırım Yoluyla Unutma Rejiminin Kuruluşu/ Tuğçe Ersoy Ceylan/ Filistin Araştırmaları Dergisi/ Sayı 9
- Kudüs Nüfus Defterlerine Göre Kent Toplumu ve Mekân-Bab el-Halil Mahallesi Örneği/ Yasemin Avcı-Ömür Yazıcı Özdemir/ Filistin Araştırmaları Dergisi/ Sayı 14
- Kudüs Millet Bahçesi: Kutsal Şehirde Modernite ve Kentsel Mekân /Yasemin Avcı-Mihriban Uçar/ Filistin Araştırmaları Dergisi/ Sayı 14