Siyonist sömürgeciliğin karakteri

Akif Emre

Türkiye İsrail arasında yaşananlar açıkça sadece iki ulus devlet arası bir gerginlik meselesini aşan anlama sahip. Bu durum her şeyden önce İsrai'in yapısal konumundan ve dünya sistemi içinde var olduğu kabul edilen "merkezi ve de gizli" konumundan kaynaklanıyor.

Ama olayın Türkiye boyutu da bir o kadar önemli. Müslüman ülkeler arasında İsral'i ilk tanıyan ülke olmakla başlayıp, resmen ilişkilerin düşük olduğu dönemde bile süren gizli görüşmelere uzanan şizofrenik bir ilişkiden bahsediyoruz.

İsrail'e karşı hükümetin aldığı kararın bu denli büyütülmesi bir yanda Türkiye'deki elitlerin özgüven sorunu ile alakalı olduğu kadar İsrail'e dünya sistemi içinde atfedilen anlam/dokunulmazlık ile de yakından alakalı.

Türkiye'de dış politika yapım ve karar süreçleri devletin en seçkinci yanını yansıttı bu güne dek. Dış politika seçilmiş hükümetlerin bile sınırlı düzeyde etkili olduğu seçkinci, batıcı toplumdan kopuk yüzünü temsil etti.

İsrail'in uluslar arası sistemdeki konumu, 'Kudüs acısı' yok sayılarak anlaşılamaz. İsrail sorunu Kudüs sorunudur nihayetinde. İsrail kendi efsanelerini gerçek gibi tüm dünyaya hem de seküler dünyaya dayatırken, Kudüs acısından bahsetmenin dini fanatizm olarak yorumlama yüzsüzlüğüne destek çıkanlar da az değil bu memlekette.

İsrail bu denli pervasızlaşmasının, saldırganlaşmasının arkaplanında teolojik kimlikleriyle tarihsel tecrübeleri arasında yaşadıkları derin çelişkinin payı büyüktür. Seçilmiş millet olmak gibi ırkçılığı besleyen inançla, tarih boyunca hakir görülmelerinin ortaya çıkardığı çelişkinin Yahudi kimliği üzerindeki travmatik etkinin bugünkü Siyonist sömürgeciliğin şekillenmesinde önemli payı olmalı.

İsrail'in Türkiye açısından travmatik etkisi de gözardı edilmemeli. Türk dış politikasında karar vericiler batı dünyası ile, dünya sistemi ile ilişkinin İsrail üzerinden geçmesi gerektiğine o kadar inandırılmış ve bunu içselleştirmişlerdi ki, bir dönem 'Türkiye'nin İsrailleşmesi' süreci ortaya çıkmıştır. Yani bölgesine yabancı, varlığı gayrımeşru bir devlet olarak kan ve göz yaşı ile kurulan İsrail'in işgal ettiği toprakların kadim sahipleriyle kurduğu ilişki Türkiye'ye model olarak dayatıldı. Türkiye'yi, adeta İsrail'in peşine takmaya çalışanlar Yahudilerin yaşadığı travmatik ilişkiyi tersten bize yaşatmayı denediler diyebiliriz.. Yani bu coğrafyanın yerli unsuru olarak tarih boyunca kurduğumuz ilişki biçimine tezat İsrail tarzı ilişki ve meşruiyet tarzına zorlanmak....

Bölgeye yabancılaştırıldık, hatta bölgedeki Müslüman ve Hıristiyan hatta yerli Yahudilerle bile İsrail üzerinden ilişki kurma garabetine düşüldü. Bunu da batılılaşma ve batılı sisteme entegre olma adına yapıldı.

Bu travmatik ilişkinin bir de stratejik boyutu vardı. İsrail'in Amerika'yı yönettiğine, en hafifinden Amerika'nın sonuna kadar arkasında olacağı önkabülü... Bu tümüyle yanlış bir varsayım olmasa da her şeye muktedir bir güç algısına dönüştüğü muhakkak... Üstelik İsrail hiç de küçümsenecek bir yapı değildi...

İsrail sıradan bir ulusdevlet değil. Bilinen anlamda nüfusu ve sınırları belirlenmiş modern bir ulusdevlet değil... Bu sınır belirsizliği siyonizmin efsanelerini seküler dünyaya kabul ettirerek meşrulaştırdı, Türkiye'nin kendi halkına karşı da bunu model alması adeta empoze edildi. Özellikle postmodern darbe sonrası stratejik tercihe dönüşerek, pekiştirildi.

Sanılanın aksine İsrial'in sınırlarının belirsizliğini meşrulaştıran siyonist ideoloji sadece Arapları, Filistinlileri ilgilendirmiyor. "Vaad edilmiş topraklar" gerekçesiyle Nil'den Fırat'a uzanan alanı kendilerine sunulan ilahi hak olarak görmeleri ile ile Akdeniz'deki pervasızlıkları benzer psikolojiden besleniyor.

Türkiye daha önce de birkaç kez diplomatik ilişkilerini ikinci katip düzeyine indirmişti. Ne var ki bu kez Akdeniz'deki hareketleri Türkiye'nin canını yakacak boyutta ilgilendiriyor. Hem toprak gaspını hem deniz korsanlığını tüm insanlığın gözünün içine bakarak haklı gösteren bir yüzsüzlükle karşı karşıyayız.

Ne var ki Ortadoğu'da da hem iç dengeler hem uluslar arası dengeler değişmektedir. İsrail bu değişimi zorla da olsa sürdürmekten yana. Bu anlamda Mavi Marmara saldırısı eski düzenin zorla da olsa sürdürme girişimi olarak, Türkiye'ye olduğu kadar başta ABD olmak üzere uluslararası camiaya karşı bir meydan okuma olarak okunabilir.

Bu noktada İsrail'in her ne pahasına olursa olsun ABD politikalarını da rehin alan tavrının sınırlarına geldiği söylenebilir. Amerika'nın, tümüyle gözden çıkarmasa bile İsrail'in yükünü eskisi gibi taşıma lüksü yok artık.

Siyonist sömürgeciliğin sonuna gelmeden önce her anlamda çatışma kaçınılmaz olacak.

YENİ ŞAFAK