Joseph Massad / Mepa News
İsrail'deki protestoların amacı 'üstün ırk demokrasisini' korumak
Son günlerde tüm hızıyla devam eden gösterilere katılanların kaybetmekten korktuğu haklar, Filistinlilere yönelik zulmün temelini teşkil ettiği için bu hareketin asıl amacının ırka dayalı ayrıcalıkları kaybetmemek olduğu aşikardır.
Liberal İsrailli Yahudiler ve onların uluslararası destekçileri yine sahnede. Bu güruh, Binyamin Netanyahu liderliğindeki hükümetin yargı alanında bir dizi reform gerçekleştirme planlarını açıklamasının ardından hiç vakit kaybetmeden harekete geçti. Söz konusu reformlar neticesinde İsrailli Yahudilerin, İsrail devletinin ırka ve sömürgeci kimliğe dayalı bazı ayrıcalıklara sahip birer vatandaşı olarak sonuna kadar kullandıkları yerleşimci-kolonici özgürlükleri etkileneceği için bir anda ayaklandılar.
Her hafta aralarında ordu generalleri, savaş pilotları ve hatta eski başbakanların olduğu binlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirilen gösterilerde hükümetin yargı hususunda açtığı savaşı sona erdirmesi talep edilmektedir.
Gerek İsrail devleti gerek de Yahudi yerleşimcilerin eliyle gerçekleştirilen katliamlar ve planlı saldırılar (pogrom) en ufak şekilde dahi bu insanların gündeminde değildir.
İsrail’de cereyan eden bu protestoları uluslararası düzeyde destekleyenler arasında ABD ve İngiltere’de yaşayan siyasetçiler ve akademisyenler de mevcuttur. Eski New York City Belediye Başkanı milyarder iş adamı Michael Bloomberg, New York Times tarafından yayımlanan makalesinde İsrail’deki yeni hükümetin "felaket ile flört ettiği" ve "devletin üzerine inşa edildiği demokrasiyi" tehlikeye soktuğu uyarısında bulundu.
İsrail yanlısı bir İngiliz Yahudisi olan akademisyen Simon Schama da "tarihi boyunca tüm dini ve etnik gruplara eşit haklar" tanıdığını iddia ettiği İsrail’in "milliyetçi bir teokrasiye" dönüşmesi gibi dehşet verici bir gelişme yaşandığını ifade etti.
İngiltere parlamento üyesi olan ve halihazırda Yahudi İşçi Hareketi isimli oluşumun meclisteki başkanlığı görevini yürüten Margaret Hodge ise Netanyahu hükümetinin yaptıklarını "demokrasiye yönelik bir saldırı" olarak niteledi.
Bu ilk değil
İsrailli Yahudiler bilhassa da Aşkenaz Yahudileri içindeki liberaller, kendi bakış açılarına göre siyasi hamlelerle ele geçirilen devletin haklarına el uzatması olarak gördükleri bir hamle karşısında ilk defa harekete geçmiyor.
Bu güruh, Polonya doğumlu Menachem Begin ve onun liderliğindeki Likud Koalisyonunun önce 1977 daha sonra da 1981’de seçimle iktidara gelmesi ve 1982’de de Lübnan’ı işgal etmesini tıpkı bugün gösterdikleri gayretle protesto etmişti.
Begin’in seçimleri kazanmasının ardından harekete geçen liberal Aşkenaz akademisyenler, İsrail devletinin sağcı popülizme teslim olmasının sorumlusu olarak (çoğu Arap olan) Doğulu Yahudileri göstermiş ve bu insanları ilkel olarak tanımlamışlardı. Doğulu Yahudilerin büyük bir çoğunluğu, 1948’den o döneme kadar İsrail’de hüküm süren ve Doğulu Yahudilere yönelik ırkçı tavırlarıyla meşhur Aşkenazların liderliğindeki İşçi Koalisyonuna karşı yine Aşkenazların liderliğini yaptığı Likud’a oy vermesi Aşkenaz liberalleri öfkeden çılgına çevirmişti.
Aşkenaz entelektüeller ve akademisyenler 80’li yıllarda Doğulu Yahudilerin Likud’a destek vermesinin nedenlerini açıklamak için birçok çalışma yayımladılar. Bu yazılarda, Doğulu Yahudilerin Arap olan her şey ve herkesten içgüdüsel olarak nefret ettiği (bu, sözde aydınlanmış ve Araplara hayran Aşkenazlık akımının söylemlerine tersti), "otokratik" Arap kültürü içinde yetişmiş olmaları ve Arap ırkı mensubu olmaları nedeniyle sosyalist bilince sahip olmadıkları ve otoriter iktidar yapılarına destek verdikleri tezleri savunuldu.
Kendilerine 80’li yıllarda Mizharim (Oryental) olarak adlandırmaya başlayan Doğulu Yahudilerin ise kendince haklı sebepleri vardı. Mizrahi entelektüelleri ise Aşkenazların bu tezlerine cevaben, Arap dünyasında doğup büyüyen ve 1948-1956 yılları arasında İsrail’e göç eden Arap Yahudilerin 1977 yılına kadar İşçi Koalisyonunu desteklediğini fakat İsrail’de doğup yetişen genç neslin Likud’a oy vermeye başladığını savunan tezi öne sürmüş ve bu neslin sağcı otokrasiyi desteklemeyi Arap dünyasında değil İsrail’de öğrendiğini iddia etmiştir.
Aşkenaz liberallerin o yıllarda hararetle savunduğu bir diğer husus ise 1967 yılındaki savaşı başlatan İşçi Koalisyonları hükümetlerinin işgal ettikleri Araplara ait toprakları kolonize etmek gibi bir niyetlerinin olmadığı ve toprakları "barış" için masada bir koz olarak kullanmak istedikleridir.
Bu güruh, Golan Tepeleri, Batı Şeria, Doğu Kudüs, Gazze ve Sina’yı kolonize eden ve tüm "barış" fırsatlarını elinin tersiyle iten sağcı Likud hükümeti ile niyetlerinin farklı olduğunu iddia etmişti.
Fakat liberallerin bu iddiası tabi ki de dümdüz yalandı.
"Nazik sömürgecilik"
1977 yılına gelinene kadar 50,000 Yahudi çoktan Doğu Kudüs’teki Yahudi yerleşkelerinde ikamet etmeye başlamıştı.
İsrail’in savaşı kazanmasının ardından göreve gelen İşçi Koalisyonu hükümetleri zaman içinde Doğu Kudüs’e iyice yerleşilmesini ve buranın resmen ilhak edilmesini savunmalarına ilaveten sadece Batı Şeria’da 30 ve Gazze’de de 4 adet Yahudi yerleşkesi inşa ettiler.
Allon Planı olarak bilinen bu sömürgeleştirme projesi, o dönemde İşçi Koalisyonu hükümetinin Yerleşkeler Komitesi Başkanlığını yapan Yigal Allon tarafından 1967 yılında hazırlanmıştır.
İşçi Partisinin "daha nazik ve daha kibar" sömürgeci anlayışı çerçevesinde şehrin işgalini tamamlanır tamamlanmaz Doğu Kudüs’teki Fas Mahallesinin yıkılması ve burada yaşayanların topluca bölgeden çıkartılarak yerine İsrailli Yahudi yerleşkeci çetelerin getirilmesi planları da yapıldı.
1969’da topraklarına el koyduğu 10,000 Mısırlıyı 1972’de bölgeden çıkmaya zorlayanlar da yine İsrailli İşçi Partisi hükümetiydi. Bu insanların evleri, camileri, okulları ve tarlalarındaki ekinleri buldozerlerle acımadan yerle bir edilerek altı kibbut (gönüllü Yahudilerin gelip yaşadığı uç yerleşkeler), dokuz kırsal yerleşke ve işgal altındaki Sina’daki Yamit şehrine (bu şehir en başta çoğu Rus olmak üzere 50 Yahudi kolonist ile kuruldu) yer açıldı.
200,000 Yahudiye koloniciye ev sahipliği yapması planlanan Yamit’in genişletilmesi için aralarında bir liman projesinin de bulunduğu birçok inşaat planı hazırlandı. (Geçen yıllar içinde Sina’da toplamda 18 Yahudi yerleşkesi inşa edildi ancak bu yerleşkeler 1979’da imzalanan Camp David Anlaşmaları çerçevesinde Yahudiler tarafından terk edildi.)
Golan Tepelerindeki ilk Yahudi kolonisi 1967 yılının temmuz ayında ‘Golan Kibbutz’ ismiyle kuruldu. 67’deki savaşın durulmasından kısa bir süre sonra bölgeyi ziyaret eden Ukrayna doğumlu İsrail İşçi Partili Başbakan Levi Eşkol (Şkolnik) mutluluğunu gizlemeyip etrafındaki insanlara "aynı Ukrayna’da bizim oralara benzemiş" diyerek sevinci ifade etmişti.
Bu dönemde işgal altındaki bölgelerde inşa edilen yerleşkelere ideolojik sebeplerle taşınan Yahudilerin büyük çoğunluğu Aşkenazlardı. Doğulu Yahudilerin buralara gelmesinin altında ise daha çok ekonomik sebepler yatmaktaydı.
Liberal iki yüzlülüğü
Begin hükümeti aldığı karar ile 1982 yılında Lübnan’ı işgal edip 18,000 civarında Lübnanlı ve Filistinli sivili katlettikten ve Lübnan’daki faşist Hristiyanlarla birlik olup Sabra ve Şatila mülteci kamplarındaki mazlumların kanını akıttıktan sonra Aşkenaz liberallerden büyük tepki gördü zira Aşkenazlara göre Begin ve Likud hükümeti bu olaylar ile onların normalde kusursuz İsrail’ine "leke sürmüştü."
Eğer bu durum size bugün İsrail'de yaşanan Aşkenazların liderliğinde sözde liberal bir kimlik altında gerçekleştirilen Netanyahu karşıtı gösterileri ve gerek Amerika’da gerek de İngiltere’de ikamet eden İsrail yanlısı isimlerin ortaya koyduğu tepkiyi hatırlatıyorsa bunun sebebi onca yıl önceki formülün bugün birebir yeniden uygulanıyor olmasıdır.
İsrail’in Lübnan’ı işgali ve yaptığı katliamların ardından Amerikan Yahudisi akademisyenler ve İsrail’e bir çıkış kapısı açmak isteyen kurnazlar, Daniel Bell, Irving Howe, Seymour Martin Lipset ve Michael Walzer gibi büyük isimlerin altına imza attığı bir mektubu The New York Times’ta yayımlattılar ve o mektupta şöyle söylediler: "Hepimiz birlik olup Begin-Şaron Hükümetine şu mesajı iletmeliyiz: ‘Bu yaptıklarınız, kendisini uzun yıllardır demokrasi, uzlaşma ve barışa adamış olan İsrail devletinin ismine büyük zarar vermektedir."
The Village Voice isimli mecranın liberal Siyonist editörü olan Nat Hentoff (kendisi 2004-2005 arasında Columbia Üniversitesi’ne beni kovması için baskı yapan sağcı İsrail yanlısı harekete destek vermişti), o dönemde Begin liderliği altındaki İsrail ordusunun canileştiğini ifade etmiş ve şu ifadeleri kullanmıştı: "Yahudi devletinin kuruluşundan itibaren ‘tohar haneşek (silahın saflığı veya silahın ahlakı)’ geleneği İsrail silahlı kuvvetleri içinde baki olmuştur. Begin’den önce İsrail askerleri, sivilleri öldürmek bir yana onlara zarar vermekten bile her zaman hassasiyetle imtina etmiştir."
1948’den itibaren günümüze kadar geçen süre içinde İsrail ordusu eliyle gerçekleştirilen sayısız katliam, sayın Hentoff’un yukarıda dem vurduğu "ahlakın" açık delilleridir.
Üstün ırk demokrasisi
Hatta daha da ilgincini zikretmek gerekirse İsrail’in nükleer silah programının kurucusu olan ve sadece birkaç yıl sonra Filistin kasabı lakabıyla ünlenecek olan Şimon Perez dahi o dönemde İsrail meclisinde söz alarak Begin hükümetini eleştirerek David Ben Gurion’un yolundan sapıldığını savunan bir konuşma yapmış ve İsrail’in kaderinin "devletin ne kadar güçlü ve adil olduğuna bağlı" olduğunu vurgulayıp "davranışlarımız sadece güç ile değil aynı zamanda adalet ile de ilişkili olmalıdır" demiştir.
Şimon Perez’in 1982’de söylediği bu lafların pişkinliği ile İsrail’deki Yahudi liberaller ve onların uluslararası arenadaki destekçilerinin bugün sergilediği ikiyüzlülük arasında seviye açısından bir fark yoktur.
Begin’in yaptıklarına o dönemde karşı çıkanlar gibi bugün Netanyahu’ya tepki gösterenlerin amacı İsrail’in aslında böyle olmadığı algısı yaratmaktır. İsrail’in aslında Netanyahu’dan önce böyle davranmadığını ima eden bu güruh da pek iyi bilmektedir ki İsrail, bir üstün ırk demokrasisinde yaşayan Yahudi sömürgecilere ırka dayalı ve kolonist ayrıcalıklar sunan kanunlar üzerine inşa edilmiş insanların canına, malına ve toprağına göz dikmiş bir koloniden ibarettir.
Begin dönemi protestoları ile bugün verilen tepkiler, İsrail’in bir Yahudi devleti olarak yoluna devam etmesi ülküsünü desteklemeleri açısından paraleldir. İkisinin ayrıldığı tek nokta şudur ki 1982’deki protestoculardan bazıları devletlerinin cani savaşlarından ve Filistinlilere yönelik katliamlarından bir nebze ar duymuşlardı fakat bugün Netanyahu’ya tepki gösterenler arasında İsrail ordusunun Filistinlilere yaptığı korkunç zulümlere ses çıkartan birilerini bulmak imkansızdır.
Son günlerde tüm hızıyla devam eden gösterilere katılanların kaybetmekten korktuğu haklar, Filistinlilere yönelik zulmün ve tehcirlerin temelini teşkil ettiği için bu hareketin asıl amacının demokrasiyi müdafaa etmek değil ırka dayalı ayrıcalıkları kaybetmemek olduğu aşikardır.
Joseph Massad tarafından kaleme alınan ve Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir