Siyonist işgal devletiyle ve dolayısıyla Filistin davasıyla ilgili olarak bu sıralarda bölgesel ve uluslararası alanda yoğun bir hareketlilik yaşanıyor. Haberlerde parça parça yansıtılan bu gelişmeleri biz iki gün arka arkaya yazacağımız yazılarımızda toplu halde değerlendirmeye ve birbiriyle bağlantıları hakkında fikir vermeye çalışacağız.
Siyonist işgal devleti son zamanlarda kendi içinde ciddi bir sarsıntı geçiriyor. İşgal yönetimi bu konudaki sıkıntıların biraz gölgede kalmasını ve dikkatlerin başka yönlere çekilmesini sağlamak amacıyla muhtelif araçlardan yararlanmaya çalışıyor.
İşgal devletinin son dönemde kullanmaya çalıştığı araçlardan biri de Suriye’yle yakınlaşmadır. Biz bu konudaki değerlendirmemizi daha önce yapmıştık. Sadece konuyla ilgili son gelişmelere işaret etmek istiyoruz. Suriye yönetimi her ne kadar işgal devletinin taleplerini kabul etmediyse de “görüşme” kapısının kapanmasını da istemiyor. Çünkü özellikle Lübnan konusunda dış baskılara maruz kalmasından ve yalnızlığa itilmesinden sonra önüne konan önerileri, İsrail’le yakınlaşmadan ziyade, kendilerini “uluslararası toplum” olarak nitelendiren hâkim güçlerle yakınlaşma fırsatı olarak görüyor. İşgal devletiyle görüşmelerde ABD’nin aracılık etmesini önermesi de bu yüzden.
Fakat ABD, Suriye’yi İsrail’le pazarlıkta zayıf ve ricacı taraf durumuna düşürmek amacıyla durup dururken “nükleer santral” iddiasını gündeme getirdi. Güya uydudan çekilmiş ve Suriye’nin nükleer santrale sahip olduğunu gösteren fotoğraflardan yararlanarak bu ülkenin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ile işbirliği yapmasını yani söz konusu kurumun yetkililerinin şüpheli yerlerle ilgili araştırmalar yapmalarına yardımcı olmasını istedi. Böyle bir iddia ve talep karşısında Suriye’nin örs ile çekiç arasında kalması söz konusudur. İsteği kabul etmemesi durumunda “nükleer santrali olduğu için kabul etmiyor” denecek. Kabul etmesi durumunda ise hâkim güçlerin çıkar hesaplarına hizmet eden sözde müfettişler mekik dokumaya başlayacak, her araştırmalarının ardından “Henüz bir şey bulamadık ama asıl şüphelendiğimiz yerlere de bizi sokmadılar” diyerek Manas Destanı okumaya başlayacaklar. Böyle bir stratejiden elde edilmesi istenen sonuç ise işgalci Siyonist devletin taleplerinin Suriye’ye daha az karşılıkla kabul ettirilmesi ya da en azından bu ülkenin hep “ricacı” taraf konumunda kalmasıdır.
Siyonist devletin bu sıralarda kendi içinde yaşadığı çalkantının ekseninde Başbakan Ehud Olmert’in karıştığı yolsuzluk ve rüşvet olayı yer alıyor. Gerçi Siyonist liderlerin birbirlerine “Yüzün kara” demeleri anlamsızdır. Çünkü böyle bir suçlamaya maruz kalanın da karşısındakine “Seninki benden kara” demeye her zaman hakkı olacaktır. Olmert’in köşeye sıkışmasının asıl sebebi söz konusu rüşvet olayı değil yıpranmışlığıdır. Özellikle Lübnan yenilgisinden sonra Winograd Raporu’yla defteri dürülen Olmert’in artık kendi isteğiyle kenara çekilmesi ve işgalci saldırgan devlete taze kan sağlanması isteniyor. Olmert ise istifa etmesinin hakkındaki suçlamaları da kabullenmesi anlamına geleceğini biliyor ve istifa etmemekte direniyor. Bu yüzden Suriye’yle yakınlaşma, Kudüs’e yeni yerleşim birimleri inşası, Abbas’la yeni buluşma, ABD çıkartması gibi ataklarla kirli çamaşırlarının üstünü örtmek, üstüne gelenleri geri itmek istiyor.
Olmert’in istifa çağrılarına kulak tıkadığını gören Siyonist yöneticiler ve politikacılar ise işi erken seçimle halletmek için harekete geçtiler. İşgal devletinin parlamentosu durumundaki Knesset, erken seçime gidilmesini öngören bir yasal düzenlemeyi kabul etti. Erken seçimden Olmert’in başarıyla çıkması ise imkânsız gibi görünüyor. Çünkü zaten birçok yönden yıprandı. Onun devre dışı kalmasını isteyen derin güçlerin elinde kendisini yıpratmada işe yarayacak daha başka malzemelerin mevcut olması kuvvetle muhtemeldir. Politikacıları yıpratmanın çok etkin metotlarını geliştirmiş olan Siyonist strateji merkezleri bu tür malzemeleri genellikle seçmenlerin önemli bir kesiminin karar verme aşamasında olacağı kritik günlerde ortaya çıkarmayı tercih ederler.
Siyonist devletin Gazze’ye uyguladığı insanlık dışı ambargo ve kuşatmaya tepkiler de gittikçe artıyor. Bu tepkiler doğal olarak bazı Batılı ülkelerin de uluslararası platformdaki tutumlarını etkiliyor. Bu durum ister istemez işgal devletini ateşkes konusunu gündemine almaya zorladı. Fakat o yine oyalama politikasını tercih ediyor.
Ateşkes konusuyla ve diğer bazı önemli gelişmelerle ilgili tespitlerimizi inşallah müteakip yazımızda vereceğiz.
Vakit gazetesi