Taha Kılınç / Yeni Şafak
Şahın yeri boş
İsrail’in en kuzeyindeki Neharya kentinde, 1 Eylül 1982 günü gizli bir görüşme gerçekleşti. İsrail Başbakanı Menahem Begin, Lübnan’ın henüz bir hafta önce seçilen 34 yaşındaki genç cumhurbaşkanı Beşir Cumeyyil’i Neharya’ya davet etmişti. Begin’in amacı, İsrail’in 6 Haziran’da başlattığı Lübnan işgaline Cumeyyil’in destek vermesini sağlamaktı.
İç Savaş’ın bütün hızıyla sürdüğü o yıllarda güçlü bir askerî cepheye (Kuvvâtu’l-Lubnâniyye) liderlik eden Cumeyyil, Mârûnî Hristiyan kimliğiyle Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) ve Suriye’nin Lübnan’daki varlığına karşıydı. İsrail’le daha önce de temas kurmuş, hatta dönemin İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron, Lübnan işgalini başlatmadan önce kendisini haberdar ederek, FKÖ’yü uyarması talebinde bile bulunmuştu. Cumeyyil bu talebi yerine getirerek, FKÖ’ye “İsrail sizi Beyrut’tan söküp atmak için Lübnan’ı işgal edecek. Önceden çıkın ve işgali önleyin” demiş, muhataplarından ise net bir cevap alamamıştı.
Taraflar arasındaki bütün yakın iletişime rağmen, Begin’in istediği şeyi açıktan yerine getirmek Cumeyyil için imkânsızdı. Begin muhatabını hem işgale destek vermeye zorluyor hem de Lübnan’la İsrail arasında bir barış anlaşması imzalanmasını istiyordu. 1979’da Mısır bu adımı atmış, ancak Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, iki yıl sonra suikasta kurban gitmişti. Sedat’ın akıbetini hatırından çıkarmayan Cumeyyil, Begin’e ret cevabını verdi ve görüşme sona erdi. 12 Eylül’de, bu defa Ariel Şaron şansını denemek istedi. Lübnan’da Cumeyyil’le özel bir toplantı yapan Şaron da muhatabından aynı cevabı aldı. Cumeyyil, Suriye ordusunu Lübnan’dan çıkardıktan sonra, ABD’yi devreye sokarak İsrail’i geri çekilmek zorunda bırakmayı planlıyordu.
14 Eylül 1982 günü saat 16.10’da, Beşir Cumeyyil ve beraberindeki 26 kişi, Beyrut’un Eşrefiyye semtinde parti binasında toplantı halindeyken gerçekleştirilen bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Saldırıyı düzenleyen kişi, Habib Şertûnî isimli Mârûnî bir Hristiyan’dı ve Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi üyesiydi. Şertûnî birkaç yıl tutuklu kaldıktan sonra, 1990’da firar etti ve Suriye’ye yerleşti. Hâlen orada yaşadığı tahmin ediliyor.
İç Savaş devam ederken Lübnan’da gerçekleştirilen bir başka önemli suikast, 16 Mayıs 1989 günü Sünnî cephenin lider figürü Lübnan Müftüsü Şeyh Hasan Hâlid’in öldürülmesiydi. Eski başbakanlardan, bakanlardan, milletvekillerinden, kanaat önderlerinden ve âlimlerden oluşan İslâmî Koalisyon’un başkanlığını da yürüten Hasan Hâlid, tıpkı Beşir Cumeyyil gibi Suriye ordusunun Lübnan’daki varlığına karşıydı. Beyrut’un merkezinde 136 kilogramlık patlayıcıyla düzenlenen suikast, Şeyh Hasan ve 21 kişinin hayatına mal oldu. Hadisenin olağan şüphelisi, yine Suriye istihbaratıydı.
Lübnan İç Savaşı 1990’da imzalanan Tâif Anlaşması’yla sona erdi, ancak ülkedeki siyasî suikastlar hız kesmedi. Çok sayıda ismin yanında, 14 Şubat 2005’te öldürülen Refîk Harirî, Lübnan yakın tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biriydi. Şeyh Hasan Hâlid’den sonra Refîk Harirî, Lübnanlı Sünnîler açısından yeri zor doldurulacak bir başka kayıptı.
Lübnan’da Şiî cephe de -bilhassa İç Savaş’tan sonra- önemli kayıplar verdi. Hizbullah’ın ikinci genel sekreteri Abbas Mûsevî 1992’de, üçüncü genel sekreteri Hasan Nasrallah da 2024’te İsrail tarafından öldürüldü.
İsrail bugünlerde 1982-2000 arasında tam 18 yıl kaldığı ve nihayet geri çekildiği Lübnan’a yeniden hücum ediyor. Bu sürecin sonunda İsrail’in herhangi bir şey elde edemeyeceği ve yeniden kendi içine dönmek durumunda kalacağı çok açık. Eskisinden çok daha derin sayısız krizle içeride boğuşmak üzere hem de.
Bugün karşımızda duran Ortadoğu manzarasında azınlık cemaatlerin ve çeşitli dinî grupların kendi beka kavgaları sürerken, satranç tahtasında “Şah”ın yeri boş duruyor. Şah, yani her açıdan çoğunluğu oluşturan Sünnî kitle. Halklarıyla, teşkilâtlarıyla, dinî cemaat ve yapılanmalarıyla ve hatta hükümetleriyle, Sünnîlerin gidişata etki etmekteki rolleri, sahadaki nüfuslarıyla hiç mütenasip değil. Tarihte Sünnîlerin bu kadar dağınık, birbirinden kopuk, başsız ve lidersiz kaldığı dönemler çok nadirdir. Bölgemizin istikbalini her açıdan tehdit eden bu varoluşsal kriz, üzerinde sürekli düşünmeye değecek kadar mühim bir gündem maddesi.