Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Nefretle dolan, nefreti yaşar!
Nefret duygusunun hayatını ele geçirmesine izin veren insanların sayısı giderek çoğalıyor. Kim olduklarını ve nelerden nefret ettiklerini hesaba katmadan söyleyeceğim şu: Bu, insanın nice güzel şeyle doldurabileceği hayatını hiç kullanmadan çöpe atmasıdır. Ve eğer siz de içinizi nefretlerinize terk etmiş biri değilseniz, bu ancak içinizi ince yerinden acıtacak bir şeydir.
“Dünyada nefret edilecek, edilmesi gereken şeyler yok mu?” diye sorulabilir. Elbette var. Mesela israil! Ancak bazı şeylerden nefret etmekle, bütün duygularınızı nefretle değiştirmek ayrı şeyler. Her kalp sahibi insan gibi ben de israil’den nefret ediyorum. Nefes aldığım sürece de etmeye devam edeceğim. Ama israil’e olan nefretimin kalbimi bir uçtan bir uca işgal etmesine de izin vermeyeceğim. Gazze’nin hepimize nice insanlık dersi veren güzel insanları tam da bunu yapmıyor mu? Elbette kendilerine yapılmadık kötülük bırakmayan, vahşi bir katil gibi davranan bu terörist devletten nefret ediyorlar. Ancak hayatlarında Filistin’in özgürlüğü için uyanan meşaleyi canlı tutmayı da asla ihmal etmiyorlar. Onlar bu dengeyi kurabiliyorlar.
Bugün pek çok insan, özellikle sosyal medyanın kışkırtıcı tabiatından da etkilenerek adeta tek kutuplu bir dünya kurmuş haldeler içlerinde. ‘Belki’si bile olmayan siyah beyaz bir dünya. Aslında tamamen siyah, karanlık bir dünya... Görünüşte seviyor göründükleri şeyleri bile nefret ettiklerinin tam karşısına düşen yerlerden seçiyorlar. Sevmeyi, nefretlerini güçlendiren bir cephane gibi düşünüp kullanarak...
Hep anlara baktığımız için bunun belki biraz aşırı ama yine de hayatın içinde geçerliliği olabilecek bir şey gibi görebiliriz. Ama o anları birbirine ekleyerek saatlere, günlere, aylara dönüştürürsek yılların, hatta koca koca ömürlerin neredeyse sadece nefretten beslenerek geçtiğini acıyla fark ederiz.
Nefret yer ettiği, yurt tuttuğu, her köşesine yayıldığı kalbi içten içe zehirleyen, zamanla çürüten bir şeydir. Sevgiler, böylesine nefretle dolan bir kalbin içinde kendilerine yer bulamazlar. Oysa iyi bir insan olmanın, hatta daha ilerisini söyleyelim, insan olmanın ilk şartı sevebilir olmaktır. Sevme kabiliyeti olmayan bir kalp, tabiatından uzakta yaşamaya mahkûm edildiğinden aslının gurbetinde yaşamaya mahkûm olur ve sadece acı çeker.
Aslında nefretle dolu insanların yüzlerine, sözlerine, davranışlarına dikkatle baktığınızda bu acıyı da en müşahhas haliyle müşahede edersiniz. Nefretle bağırıp çağıran biri, hatta nefretle susan, ağzını kilitleyen biri, gözünüzün önünde çırpınmakta, nefret kıskacında debelenmektedir. Eğer siyonist caniler gibi insanlıktan tamamen çıkıp robotlaşmamışlarsa (onlarınki nefretten daha başka bir şey, tam teşekküllü bir sapkınlık çünkü) bu böyledir.
Nefretinin ona neler söylettiğini, neler yaptırdığını artık fark edemez hale gelen biri her vesileyle nefretini kusmak ister. Belki içindeki bütün safrayı dışına çıkarırsa yeniden normale dönebileceğine, sakinleşebileceğine hatta bir şeyleri kıyısından köşesinden de olsa yeniden sevebileceğine inanmaktadır içten içe. Çünkü nefret sonradan edindiği bir şeydir; içindeki bütün nefreti kusunca içinin yeniden sükûn bulacağı umudu vardır bilincinin altında. Mümkün müdür peki bu? Nefretin söylediğini yaparak, yapmaya devam ederek elbette değil!
Âlemde sevecek şey bulmakta, hatta güzelliği bir şeylerin üstünde görmekte, fark etmekte her geçen gün daha fazla zorluk çekenler, dikkat edin, nefretiniz sizi ele geçiriyor. Bu geri dönülmesi neredeyse imkânsız bir yoldur!