Abdullah Yıldız / Yeni Akit
Dost
Değerli eğitimci yazar Zehra Türkmen Hanımefendi’nin yeni kitabı Temmuz Yayınları’ndan okuyucuyla buluştu: “Dost -Yakınlarının Dilinden Allah Resulü (s)-”. Türkmen bu güzel çalışmasında müminlerin dostu olan Resûlüllah’ın (s) hayatını, onun yakın dostlarının dilinden kaleme almış. Aişe (r.anhâ) annemiz, “Onun ahlâkı Kur’an’dı” diye ifade etmişti. İşte yazar Zehra Türkmen, Resûlüllah’ın (s) Kur’ân ahlâkını ve örnek hayatını, yakınlarının dilinden sade bir üslupla muhataplarına aktarmış.
Biz, Türkmen’in “Dost” isimli kıymetli eserinin 184-186. sayfalarında yer alan ve Zübeyr b. Avvam’ın (r) dilinden satırlara dökülen Mekke’nin Fethine dair bir bölümü, günümüz Müslümanlarının ve bütün insanların güncel soru(n)larına güncel cevaplar taşıdığı için, yeniden gündeme getirmek istiyoruz:
‘İslam ordusu Mekke’yi fethetmişti. Müslümanlar Kâbe’de bir araya gelmiş, tekbirlerle yeri-göğü inletiyordu. Müşrikler ise tedirgindi; Allah Resûlü’nün (s) haklarında vereceği kararı bekliyorlardı. Yıllar sonra bu kutlu beldede, ölüm fermanını verenlere karşı acaba nasıl bir hüküm verecekti? Muhammed (s) müşrikleri daha fazla merakta bırakmadı. Ve Allah’ın Elçisi söze başladı:
“Allah’tan başka ilah yoktur. Yalnız O vardır. O’nun hiçbir nazîri ve şerîki yoktur. Allah, vaadini yerine getirmiş, kuluna yardım etmiş ve bütün düşmanlarımızı dağıtmıştır. Kâbe hizmeti ve hacılara su dağıtma işi dışında bütün eski gelenek ve görenekler, mal ve kan davaları, bugün şu iki ayağımın altındadır.
“Ey Kureyşliler! Allah, sizden câhiliyet gururunu, babalarla, soylarla (övünüp) kibirlenmeyi giderdi. Bütün insanlar Adem’den, Adem de topraktan yaratılmıştır.”
“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve sizi (kibre kapılıp da övünmeniz için değil) birbirinizle tanışasınız diye halklara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız, muhakkak ki O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ki Allah, bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat, 13)
Mekke müşrikleri Allah Resûlü’nün sözlerini dikkatle dinliyor; kendileri hakkında verilecek hükmü merakla ve biraz da tedirgin bir halde bekliyorlardı. Allah Resulü:
“Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı bekliyorsunuz?” diye sordu.
“Sen emin ve iyilik sahibi birisin. Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umuyoruz” diye cevap verdi müşrikler. Bunun üzerine Allah Resulü:
“Ben de Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi size sesleniyorum; ‘...Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allâh sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.’ (Yûsuf, 92). Haydi gidiniz, artık serbestsiniz!” buyurdu.
Allah Resulü, o gün merhametin ve adaletin ne olduğunu göstermişti. Affedilenler arasında amcası Hamza’nın bedenini paramparça eden Hint de vardı; kızı Zeyneb’i mızrağı ile yaralayarak daha sonra ölümüne sebep olan Hebbâr b. Esved de... Ve daha niceleri. Bu af şefkat ve merhametin sonsuz haliydi. Bizler nefislerimizle hareket etmemiştik, yalnızca merhamet sahibi Rabbimizin emirlerine göre davranmıştık. Mekke müşrikleri şaşkındı, bazıları ağlıyor, bazıları Müslümanlara sarılarak minnet duygularını göstermeye çalışıyor, bazıları da kelime-i şehadet getirerek Müslüman oluyordu.
Allah Resulü daha sonraları da bizi hep uyarmıştı. O gün iman edenlerin geçmiş hataları asla yüzlerine vurulmayacaktı. Bize Rabbimizin açık buyruğunu hatırlatıyordu:
“Sen affetme yolunu tut, iyilik ve güzel davranışla (örfle) emret, cahillerden yüz çevir.” (Araf, 199)
Mekke’de gerçekleşen af bayramının ardından vakit öğlen vaktiydi. Bilal’i Kâbe’nin çatısına çıkarmıştık. O davudi sesiyle bizi kendimize getirdi. Zaten Bilal ezanı hep güzel okurdu. Ama bugün başka bir güzel okuyordu sanki. Onun yankılanan sesi Kâbe’nin içindeki putları bir bir yere deviriyordu, müşriklerin kalbine merhamet tohumları saçıyordu. Nasiplenenler oracıkta Müslüman oluyordu. Kara teni ile alay edilerek işkence gören Bilal’in gür sesi şimdi tüm Mekke’yi aydınlatıyor, güneş dahi bu ışığa kıskanarak bakıyordu. Yıllar önce her türlü zulme, eziyete katlanarak hüzünler içinde veda etmek zorunda kaldığımız bu kutlu beldede şimdi fetih coşkusu yaşıyorduk. Her birimiz şükür secdesine kapanıyor, Rabbimize sonsuz şükranda bulunuyorduk. Mekke’nin üstünü örten o karanlık, sisli, puslu hava gidiyor, güneş zulüm perdesini yırtıyor, karanlığı aydınlığa çeviriyordu…