Ahmet Taşgetiren iktidar sözcülerinin ve bakanların neredeyse istisnasız bir biçimde her konuşmalarında yaptıkları işleri ve başarılarını zikrederken bir biçimde sözü Cumhurbaşkanı Erdoğan’a getirdiklerine dikkat çekiyor. Bu durumun sağlıklı bir psikoloji olmadığını söyleyen ve “Bana öyle geliyor ki bu ‘Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde…’ ifadeleri rüşvet-i kelamdır. Söze hiçbir şey katmayan şeydir. Zorakidir. Onu söylemeye kendini zorlayan psikoloji sıhhatli değildir” diyen Taşgetiren’in Karar gazetesindeki yazısı:
İki şey dikkatimi çekiyor: Bir, “Liderliğinde…” söylemi, iki, medyada Berat Albayrak’la ilgili özel değerlendirmeler.
Birincisi, daha çok bakanların, Ak Parti sözcülerinin itina ile kullandığı bir söylem, ikincisi iktidar cenahındaki medyanın tutumu.
Mesela Dışişleri Bakanı uluslararası bir girişimden mi söz edecek, mutlaka sözün bir yerinde “Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde…” ifadesini bir yerlere yerleştiriyor. Bu ifadeye bazen Sağlık Bakanı’nın dilinde, bazen Turizm Bakanı’nın, bazen İçişleri, bazen Adalet bakanının, Tarım bakanının vs… rastlıyoruz.
Bazen parti sözcüsü Ömer Çelik sözün bir yerine yerleştiriyor o üç kelimeyi, bazen Mahir Ünal…
Ak Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın “Tayyip Erdoğan olmazsa biz bir hiçiz” söylemi ise bu işin en dibe vurmuş hali.
Belli ki bu söylenmediğinde bir eksiklik hissediliyor. Neden acaba?
Bir ara medyada “Başkan” kelimesini vurgulu biçimde kullanmaya gidildi. Belli ki “Cumhurbaşkanı” yetersiz kalıyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bundan böyle her konuşmanızın bir yerine böyle bir ifade yerleştireceksiniz” gibi bir talepte bulunduğunu sanmıyorum. Hoşuna gidiyor olabilir mi, mümkün.
Bunu daha çok “Çevre” yapar. Birileri yapmaya başladığında da, yapmayan kendinde eksiklik hissetmeye başlar, çok insan söyleyip az insan söylemediğinde o az insanın bunu kasten yapmadığı gibi kuşkular oluşur, az insanın sözleri – davranışları daha çok incelenmeye başlanır vs.
Meclis’te bir Ak Parti milletvekili “Cumhurbaşkanımızdan emir talimat almaktan şeref duyarız” bile dedi. “Cumhurbaşkanından talimat alıyorsunuz” suçlaması karşısında suskun kalınması “suskun kalınması” anlamına gelir diye düşünülmüş olmalıydı çünkü.
Bu psikolojiyi anlıyorum.
“Merkez güç” yoğunlaştıkça ve insanların statüleri “Merkez Güç”ün iradesine daha yoğun biçimde bağlı hale geldikçe, oraya “Yatırım” önem kazanır. Bu manevi örgütlenme diye nitelenebilecek yapılarda bile çok önemlidir, siyaset ise, hep bir “statü edinme” yarışıdır, orada sevilme, öfkeden kaçınma, yakınlara ulaşma, yakınlarda bulunma-kalabilme hesaplarının yapılması kaçınılmazdır. “İşimi gücümü yapayım, beni ötesi ilgilendirmez, millet takdir etsin, balık bilmezse Halik bilir” yaklaşımı, çok az insanın istiğna göstereceği (gönül tokluğu sergileyeceği) bir durumdur.
Bu yaklaşımın liderliği sürekli vurgulanan kişiye katkısı nedir, diye sorulacak olursa, eğer bundan halkın da lidere saygı – sevgisinin artması amaçlanıyorsa, bu sınırlıdır. Çünkü vatandaş okur bu söylemin arkasındaki psikolojiyi. “Lider”in duygularını takviye eder mi? İnsandan insana değişir. Övülmekten hoşlanmayan insan azdır. İslami bir açıdan bakarsak “Nefsin hoşuna gider” bu ifadeler. Ama bu işlere daha damardan bakanlar “Yüze karşı övmenin bir tür zehir olduğunu” düşünürler. “Nefsin hoşuna giden” şeyler, mesafe konulması gereken şeylerdir. “Yüzünüze karşı övenlerin yüzüne toprak saçın” der Kutlu Önder (s.a.)
Mutlak irade olarak görülmek. Her istediği yapılan kişi olmak. “Efendim şöyle bir sorun çıkabilir” gibi bir sözün bile söylenmekten çekinildiği bir ortamın oluşması. Herkesin “Liderin hoşuna gideceğini düşündüğü bir tavır”da şerh düşmek, farklı düşünceler serdettiği için “Muhalif insan” gölgesi altına girmek, Liderin hışmına uğrama kaygısı ile söylenmesi gerekeni söyleyememe ikliminin oluşması…. Bunlar “istişare ortamının zehirlenmesi” anlamına gelir ki, bunu kendisini bilen devlet adamları istemez. Hatta bunu, herhangi bir şirketin yöneticisi bile istemez. Orada bir yerlerde “En aykırıyı söyleyecek insan” bulundurulur akıllı yönetimlerde.
Fakat bu da bir tahammül meselesidir. Kolay değildir. Hani havaya girmişsinizdir, oradan gelen bir “İtiraz” zınk diye durdurur insanın duygu dünyasını. Kolay içe sindirilmez.
Ama hayatidir.
Bana öyle geliyor ki bu “Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde…” ifadeleri rüşvet-i kelamdır. Söze hiçbir şey katmayan şeydir. Zorakidir. Onu söylemeye kendini zorlayan psikoloji sıhhatli değildir.
Peki “Merkez insan, merkez irade” bu tarz oluşumların önlenmesi için tavır koyamaz mı? “Ne bu liderliğinde, liderliğinde… Bırakın bunları, herkes işini yapsın, iyi yapsın, herkesin amel defteri ayrı ayrı yazılıyor” der mi? Başlangıçta diyebilir, ama bu bir süreçtir ve zaman içinde “Etraf”ın sarılması nerede ise tarihi bir sendromdur.
…..
Berat Albayrak’la ilgili olay, medya üzerinden bir gelecek tasarımı olarak görülüyor. Partide bu anlamda başından beri sıkıntı var. Muhalefet de o alanı iktidarın, Cumhurbaşkanının, bakanın “Yumuşak karnı” olarak görüp yükleniyor. İşte bütün bunlara karşı özel bir “itina” sergileniyor. Medyada bazen “köşeler” durumdan vazife çıkarıyor, bazen yazı işleri kadroları haber değerlendirmede özel koruma - kollama alanı oluşturuyor. Ne denir, bakalım bütün bunlar ne kadar işe yarayacak?