Fırsatçılığa dayalı değerlendirmeler çoğunlukla pesimizm’in (karamsarlık) ve pasifizm de kapısını açar. Söylenen hiçbir söz toplumsal hayatta atıl kalmayacağından oportünist ve pesimist her söz de Müstekbirlerin değirmenine su taşır.
Günümüz siyasal tavırların belirlenmesinde ciddi bir hastalıkla karşı karşıyayız.
Eğer bir topluluğun zaaflarını merkeze alıp, bunları ıslah etmek ayrı bir alan bunların zaaflarından dolayı Mustaz’afları yalnız bırakmış olsalardı; Ne Musa (as) İsrail oğullarını Mısır'dan çıkartırdı ne de Muhammed (as) Medine toplumunu oluştururdu. Öyle ya insanların içerisindeki zaaflar bir kuşak bile geçmeden nüksederek tarihin en trajik olaylarına sebep olmadı mı? Aliya İzzatbegoviç’in tabiri ile “Biz üstümüze düşeni yaparız, bizden sonrakiler onu ya daha ileri götürürler ya da geri” Her topluluk kendi kaderini kendi elleri ile çizmektedir, bazı topluluklar geçer gider sonrakilerin ya da öncekilerin yaptıkları hep kendilerinedir.
Şimdi Afganistan’da mücadele edenlerin zaaflarını ele alıp mücadeleye karşı çıkanları düşünelim. Evet, Sovyetler gittikten sonra mücahitler arası tefrikalar ve daha büyük bir süper gücün, ABD‘nin katliamları geldi. Ya da Cezayir Kurtuluşunun ardından karşı devrim ve yeni despotlar, İran İnkılabının ardından yeni Pers Ulusalcılığı çıktı diye devrimler karalanmalı mı? Benzer faaliyetleri şimdi çok daha güçlü entelijansla mücadeleyi sürdüren yeni kuşaklara karşı yapılıyor. Hatta can alıcı noktada Hebdo baskını sonrasında Batı bloku’nun safları sıkıştırmasını göremeyenlerce onlara yamanma ya da değirmenine sutaşıma faaliyetlerin görüyoruz.
Şurası açık ki, Ak Parti TC’nin Uluslararası siyasette ve anlaşmalarda kötü bir mirasının vesayeti altındadır. Bundan kurtulmak ya da kurtulmaya çalışıyor görüntüsündedir. Müstekbir İşgal Güçleri Ortadoğu’daki ve İslam Dünyasındaki operasyonları için İktidarı sıkıştırmakta ve yer yer safına çekmektedir.
Şimdi bizim bu vesayeti arttırıcı mı, yoksa azaltıcı mı rol oynadığımız, iktidarında bu vesayet altında Müslümanların direnişini güçlendirecek mi, yoksa zayıflatacak mı rol oynadığı önemli. Hatta kendince (belki haklı sebeple) baskıları azaltacak bir politika güttüğü söylenebilir. Lakin bu politikanın öznesi olan bölge halklarının ve direnişçilerinin tercihlerine aykırı olması problemlidir.
Şimdi El Kaide ve o tip örgütler Emperyalistlerle çatışma halindedir. İlk aşamalarda Afganistan’daki Sovyet işgale karşı direnirken Batı ile bazı ilişkilere girdiği ihtimali vardır. Ama en azından başka bir Müslüman topluluğa karşı yapılmamış bir ilişki söz konusu. Ve daha önemlisi (varsa) böyle bir ilişki bunun bedelini Taliban olayında ve sonrasında Batı’dan çok şiddetli saldırı alarak ödedi. Batı’nın Lojistik (sivil de denilebilir) arka planına saldırmadan daha önce askeri hedeflerine karşılıklı saldırmalar olmuştur. Burada İkiz kuleler ya da metro saldırıları gibi meşruiyeti tartışılan saldırılardan önce bir çatışma vardır ve çatışmayı bunlarla başlatmak dürüst bir analiz değil.
Türkiye’nin sürüklendiği, ya da daha da içine çekilmek istendiği işbirliği bu gün İran ve peykleri tarafından fiilen yapılmaktadır. Gerek Afganistan gerek Irak’ta direnişçilere karşı Batı ile ortak hareket etmekte ve buna sebepçe olarak ta onların kendisine karşı eylemlerini göstermektedir. Bu sebep tartışmalı, bana kalırsa başka bir güç çıkmadan onu başka düşmanları (ya da düşman görünenleri) ile işbirliği ile ezme politikası takip etmektedir. Bunu yaparken kendisine destek olan diktatörleri de sonuna kadar savunmaktadır. İşte problem burada, bu iddialarında haklı bile olsa Batı ile başka bir Müslüman topluluğa karşı işbirliği var. Bu sadece Selefi cihatçılara karşı da değil. İhvan gibi çatışmacı olmayan İslami yapılara bile Batı peyki körfez ülkeleri ile birlikte cephe alabilmektedir.
Türkiye İran’a nazaran kötü siyasi arka plana rağmen, diktatörlere cephe alıp Mutedil İslami hareketlere arka çıkarak, Filistin gibi gerektiğinde çatışan ama meşru İslami hareketlere arka çıkmaya çalışarak bizim de takdirimizi kazanmaktadır. Lakin Problemli de olsa IŞİD vb hareketlere karşı Batı ile birlikte davranmasını kabul edemeyiz. Ve buna karşı baskı unsuru olmalıyız.
Adil hareket Fıkhından anlamayan kişiler yer yer fıkıh despotluğuna kaçan yorumlamalarla bu işbirliğini arttırıcı, iktidara “devam et” anlamındaki söylem ve faaliyetleri kabul edilemez. Kimseye onlara aşırıya kaçan, Müslümanlar arası çatışmalara bulaşan acilci hareketlere karşı çıkmayın demiyoruz. Bunu Batı vesayetine uygun, Batı ile onların çatışma noktalarında onlara saldırarak yapmayın diyoruz.
Şimdi bize öfke söylemi yöneltiliyor. Oysa asıl öfkeli davrananlar el-Kaide ve IŞİD'e karşı Batı yanında olacak, İslam Hukukunu zorlayan tevil ve yorumları yapanlar bu arkadaşlar. Ve bunu yaparken El Kaide ve IŞİD'e karşı öfkeden beslenen saiklerle yaptıkları o kadara açık ki, Bu örgütlerin her eylemine doğru yanlış demeden, tam da Batı ile fiili çatışma anında karşı çıkıyorlar, karşı çıkmak ne kelime kınayarak (Telin ederek) onlara karşı Batı ittifakının vesayet ile hareket edenlerin bu zayıflıklarını meşrulaştırarak ve kendi etraflarında omurgasızların, siyasi entegre kişilerin, kafası karışık ve Batı muhayyilesine kapılmış Humanist kişilerin nasıl öbeklendiğini de göremeyerek.
Bu kişilerin Batı’ya karşı bu zayıflıklarının pasifizm ve pesimizmden ibaret olduğunu görseydik yine onlara karşı tavır almazdık. Burada o eleştirdikleri el Kaide ve IŞİD'e karşı onların ki gibi saldırgan, daha kötüsü kabul etmeseler de Batı yanında saf belirleyen tutumları var. Ve herkes tutumlarının acaba konumlarından mı, yoksa edinmek istedikleri konumlardan (statülerden) mi kaynaklandığının muhasebesini yapmalı. Zira kaynakları yorumlayan hiçbir bir hareket fıkhı reel konumlardan bağımsız oluşmaz.
Olayla ilgili fıkhı tartışmalarda Kaab b. Eşref’in öldürülmesi tartışılıyor deniyor ki.
“Kaab b. Eşref Elçi’nin tasdiki ile öldürüldü haydi bizde buna alkış tutalım”
Bu maslahatı gözetmeyen, tedriciliği gözetmeyen bir tavır olarak onaylanmaması doğal. Peki, ya canlarından başka kaybedecek şeyi olmayan kişiler için, işgal altındaki kardeşlerini görmüş onlara yardıma koşmuş ve artık Müslümanların katledilmesinden bıkıp, “Daha fazla ne kadar zarar görebiliriz ki?” diyen eylemcilere ne diyeceğiz?
Deniyor ki:
“Ka’b’ın öldürülmesi salt onun iftira dolu aşk şiirleri nedeniyle değildir. Kendisi bu ahlaksızlığının yanında Müslümanların düşmanlarıyla ittifak yapmış ve Mekke’de İslâm karşıtı silahlı bir mücadelenin örgütleyicilerinden birisi olmuştur.”
Şimdi düşünün!:
“Hangi siyasi örgütlenme bir inancın değerlerine tahkir, tazyif ve alaya izin verir. Kaab b. Eşref gibiler kendilerine arka çıkan bir siyasi organizasyon olmadan bu kadar fevri hareket edebilirler miydi? Çatışmayı istemeyen bir organizasyon Kaab b Eşref gibilerin eylemlerine izin verir mi? “
Açık konuşmak gerekirse İslam düşmanları ile ittifak yapma ile tahkir arasında sosyolojik ve siyasal kopmaz bir bağ vardır. Nitekim Fransa İslam Ülkelerine müdahale birimlerinde, İşgal birimlerinde fiilen katılan, kendi ülkesindeki tahkir faaliyetlerini önlemek bir yana bunları korumaya alan bir ülke değil midir? Bu bağlantıyı yakalayamayan sığ, durgun fıkıhlı, akademik bir zihin kolaylıkla tahkir ile örgütlenmeyi birbirinden ayıracak ve reel olandan kopmuş bir pesimizm’e kapı aralayacaktır.
Hâsılı kelam, sonuçta Siyasi Oportünizm mevcut iktidarı kuşatmakta, pesimizme yol açan destekçiler karamsarlıkla, pasiflikle dirençleri yok etmektedirler. Bunlar bir çeşit Saray Ulemaları, farkına bile varmadan Charlie'nin Avukatları olmaktadırlar.
“Avukatlar müvekkillerinin suçlu olduğunu bilirler.
Amaçları onların suçsuzluğunu kanıtlamak değildir, ceza almalarını önlemektir.
Hatta mümkünse beraat ettirmektir.
Adalet sayfaların arasında gezinmekle olmaz, adalet savaşın tam da ortasında duran Mustaz'afların kusurlarını aramak ya da örtmekle de olmaz. Hele onlara küfretmekle hiç olmaz.
Adalet Mustaz'afların yanında durup onları ıslah etmekle olur.”
Paris Eylemini yapan, Emperyalizmin imaj taşeronu ahlaksız Charlie Hebdo ve ekibini cehenneme gönderen Kouachi kardeşlere gelince;
ister bunlara Paris gettolarının Bedevileri deyin,
ister Yeryüzünün Lanetlileri(!)
ister Çağımızın Ebu Zerleri,
ister şövalye ruhlu serdengeçtiler,
ister ıslah edilmesi gereken acilciler, deyin.
İsterseniz irtibatlı örgütleri, bunların eylemlerini, dini kaynaklarını ve algılayış biçimlerini eleştirin.
Evet bu gençler Modern, kirli çağın içerisinden çıkan isyancılar. Bunlar Che’lerin ya da Gezmiş’ler’in devrimciliklerinden çok daha onurlular.
Ve onları kınamaya, lanetlemeye, onlardan nefret etmeye hakkınız yok.