Siyasi Mücadelede Sertlik Ayarı Kaçarsa

KENAN ALPAY

Magazin ve futbol kültürüyle kuşatılan bir toplumda siyasal ilişkilerde de kronik bir ölçü/ayar sorunu yaşanıyor. Kadın ve çocuklara yönelik işkence ve cinayetle noktalanan şiddet sarmalını gazete manşetleri ve ekranlardan en ince detayına kadar takip eden bir toplum nasıl olur da bu kadar politize bir tutum sahibi olur demeyin. Her türlü ahlaksızlığı ve rezilliği senaryolaştıran dizilerin sahne ve oyuncularından seri üretime bağlanmışçasına kamuoyuna taşınan reyting arttırıcı fabrikasyon skandallarla gündemi belirlenen bir toplum olduk. Fakat merak duygularını gıdıklayan fabrikasyon skandallarla eş zamanlı olarak ilerleyen intihar ve cinayet haberleri üzerinden adeta yeni kurbanlar ve yeni katiller üretmek istercesine toplumun geniş kesimlerine yol haritası çizdiğimizin de sanki hiç farkında değiliz.

Ülke bir taraftan yoğun bir beka kaygısı üzerine sürdürülen siyasetle diğer taraftan hayatın bütün yönlerini hiçbir ahlaki sınır tanımaksızın çürütüp kokuşturan magazin kültürüyle harman oluyor. Beka kaygısının siyasette bu derece merkezi bir rol oynadığı ülkede magazin kültürü nasıl bu şekilde tavan yapabilir? Diğer taraftan en rezil magazin kültürünün hayata bu derece derinlemesine nüfuz ettiği bir ülkede beka kaygısı nasıl olur da siyasetin merkezine oturabilir?

Akıl yarılması yani şizofreniyle mi malulüz yoksa tam ortadan ikiye ayrılmış bir topluma mı dönüştük, gibi soruların cevabı üzerine ciddiyetle düşünmemiz gerekiyor. İçine sürüklendiğimiz tablo makul ve yapıcı olmadığı gibi sürdürülebilir de değil çünkü. Ölçüsü epeyce kaçmış ya da hepten yitirilmiş bir ilişkiler ağının tam ortasındayız. “Birlik ve beraberliğe her zamankinden çok muhtaç olduğumuz şu dönemde…” diye başlayan klişe cümleler kurarak dertlere deva bulunacağı zannedilmesin.

Dostluk ve Düşmanlıkta Yeni Konsept

Dar gelirliye, emekliye, öğrenciye, ev hanımlarına, esnafa, futbol kulüplerine son dönemde verilen müjdeli haberleri yan yana koyarsak emsali bulunmaz bir refah toplumuna doğru hızla koşmakta olduğumuz sanılabilir. Karamsar, kötümser olmayalım, yakın geçmişte başımıza gelenleri nasıl bertaraf ettiğimizi hatırlayarak ümit var olalım elbette. Lakin bu hassasiyet (‘şimdilik’ kaydı düşülse bile) mevcut yanlış ve sapmaları görmeyelim anlamına gelemeyeceği gibi daha da kötüye gitmemesi ve düzelmesi için uyarmakla mükellef olduğumuz gerçeğini de değiştirmez.

Muhafazakâr siyasi kodların, söylem ve sembollerin değişimine bağlı olarak dost-düşman ilişki dengelerinde de epeyce bir aşınma, dönüşüm ve başkalaşım yaşandığına dair emareler giderek artıyor. Yerli ve milli jargonu Türkçü ve Atatürkçü çizgiyi içselleştirmenin psikolojik eşiği oldu. Abartılı güvenlik kaygısıyla sarılınan devletçi dil ve mantığın siyaseti toplumdan kopardığı hala fark edilemiyor. Siyaset gibi akademi ve medya da bürokratik mekanizmalara paralel bir konum alarak toplumu yukarıdan aşağıya, merkezden çevreye doğru kolayca terbiye edebileceğini hesaplıyor. Esaslı bir yabancılaşma yaşandığı için toplum tarafından verilen mesajlar bir türlü doğru algılanamıyor. Çarkların çarpık işleyiş biçimi ve liyakati hiçe sayan hiyerarşik ilişki ağı değişmediği durumda kelamı-ı rüşvet kabilinden sarf edilen gönül alıcı sözlerin yankısı bile işitilmiyor.

Ülke ve toplumun hayrını diliyorsak kazanımları inkâra asla tevessül etmeden eleştiri ve itirazları açıkça ve yüksek sesle dile getirmemiz icap ediyor. Hani kendisine karşı mücadele verilen bir “bürokratik oligarşi” vardı ya şimdi o bürokratik oligarşinin aktör ve kurumlarıyla hatta kült ideolojisi ve teamülleriyle el ele, sıcacık aile pozları veriliyor, karşılıklı iltifat ve şükranlar yarıştırılıyor. Kıymetleri takdir ediliyor, bundan sonra da katma değer üretmeleri için teşvik ediliyor. Süratle bir aydınlanma yaşamış, gaflet ve dalalet uykusundan uyanılmış gibi tarifi çok zor bir iklim egemen oluverdi üzerimize.

Yeni Nesillere Yeni Öncüler

Doğan Grubu’nun kuruluşunun 60. Yıldönümü Galası’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşma ve verdiği resimler Aydın Doğan’ın aslında ne kadar muhterem ve kuşatıcı bir değer olduğunu ihsas ediyordu. Nereden ve nasıl icap etti bilemiyoruz ama Aydın Doğan yeni nesiller için “Türkiye için 60 yıldır katma değer üreten”, “takdire şayan bir hayır ve kültür insanı” olarak lanse ediliyor ve “güçlü demokratik duruşu destekleyen” bir öncü olarak anılıyordu artık. Tabi bu arada son kırk yıldır sahibi olduğu medya organları ve şirketler üzerinden askeri vesayeti, yolsuzluk düzenini, İslam düşmanlığını vs. nasıl beslediğine dair hiçbir bahis açılmıyordu. Tam olarak idrak edemedik ama belki de hacet kalmamıştır.

Aydın Doğan gibi geç de olsa son dönemlerde kadri kıymeti takdir edilen isimler oldu. Mesela 28 Şubat sürecinde hem batırılan bankalardan biri olan İnterbank davasıyla hem de Refahyol Hükümetini devirmeye matuf DYP’li milletvekillerinin istifası mizanseniyle şöhret yapan Cavit Çağlar’ı canlı yayın ekranlarında gençlerle buluşturmak ilginç bir politik vizyondu. Peki ya Şeytan Ayetleri’nin Türkiye temsilcisi, Hz. Muhammed (a.s.) en çirkin iftiralarla saldıran Turan Dursun’un yayıncısı, 28 Şubat darbesinin bileşenlerinden ve Doğu Türkistan’daki Çin zulmünü aydınlanma projesi diye pazarlayan Doğu Perinçek’in kanal kanal dolaştırılıp nasihatçi başı gibi takdim edilmesine ne demeli?! Mehmet Ağar ve Tansu Çiller’le açılan yol Doğu Perinçek, Osman Paksüt, Metin Feyzioğlu, Cavit Çağlar ve Aydın Doğan gibi isimlerle iyice genişletiliyor.

Şehir Üniversitesi üzerine yapılan tartışmaların gidişatına dair birkaç anekdotla yazıyı noktalayacağım. Meselenin siyasal ilişkilerin vardığı noktayla alakasını reddetmek kamuoyunu hiç de ikna etmiş değil. Aksine YÖK veya Halkbank tarafından değil de AK Parti sözcülerinden verilen itham edici beyanlar arttıkça sürece dair hukuki değil salt siyasal bağlam daha bir öne çıkıyor. İşte tam da bu bağlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konu üzerine yaptığı bir konuşmada isimlerini hiç anmaksızın Ahmet Davutoğlu’nu “malum zat” ve Abdullah Gül’ü de “selef cumhurbaşkanı” olarak zikretti. Akabinde “tapu devrinde alavere dalavere yapmak” ve “Halkbankası’nı dolandırmaya çalışıyorlar” şeklinde suçlaması muhafazakâr siyaset ve toplum açısından ciddi bir kırılmaya işarettir. Bu tartışmada kullanılan argüman ve sıfatların ne derece ağır sonuçlar doğuracağını bir zaman sonra hep birlikte göreceğiz elbette.

Bir defa “tezgâh başka” diye cümleler kurmaya başlayınca “alavere dalavere” yapmak ve “kamu bankasını dolandırmaya çalışmakla” itham edince pek çok şeyden vaz geçildiği ilan edilmiş demektir. Dostlarına karşı ne kadar sertleşeceğinin, düşmanlarına karşı ne kadar yumuşayacağının ölçüsünü/ayarını şaşıran siyaset en başta güven verme ve kuşatıcı olma vasfını hızla kaybeder. İmkân devşirmek üzere teşkilatlara üşüşen siyaset esnafı fırsatçılara, fanatik amigo ve ahlaksız trollere bakılırsa tasfiye ettikçe güçlenilecektir. “Harcadıkça kazandıran kredi kartları” misali işleyen devşirme kadrolar bakalım muhafazakâr siyasete ne büyük hikmet ve faziletler, ne sarsılmaz iktidarlar kazandıracaklar.

*

(Yazarın Yeni Akit'teki köşesinde yayımlanan yazısının sitemiz için genişletilmiş halidir)