MEB'in verdiği bilgilere göre, yeni dönemde 4+4+4 değişikliğiyle en çok seçilen ders 495 binle "matematik uygulamaları" olmuş.
İkinci sırada 413 binle "yabancı dil", üçüncü sırada 402 binle "Kur'an-ı Kerim dersi", üçüncü sırada 256 binle "Hz. Muhammed'in hayatı" yer alıyor. "Kürtçe"yi seçenlerin sayısı 21 bin.
Kürtçe açısından az sayılacak bir rakam bu. Kamuoyunda daha yüksek bir beklenti vardı. Bunca kavga ve çatışmaların etrafında koptuğu bir sorunun merkezinde yatan "ana dilde öğretim"i isteyenlerin sayısı bu kadar mı? Tabii ki bunun açıklanabilir sebepleri var. Kürt milliyetçileri şöyle bir savunma yapabilir:
1) Aslolan ana dilde öğretim değil, "eğitim" hakkıdır, seçmeli olunca Kürtçeye itibar bu kadar olmuştur;
2) Kürtler, bölgesel özerklik hakkını hedefe koymuş bulunuyorlar, artık Kürtçe ikinci derecede önemlidir;
3) Aileler devlete güvenmediklerinden, ileride başlarına iş açar korkusuyla Kürtçeyi seçmediler vs.
Kanaatime göre, Kürtçe önümüzdeki yıllarda daha çok seçilen bir ders olacaktır ama bu sene bu kadar kişi tarafından seçilmiş olmasında devlet canibinden gelen herhangi bir baskı söz konusu değildir. Tabii ki bu, mukabil cephedeki Türk milliyetçilerine "Kürtçeyi seçenlerin sayısı bu kadarmış, dolayısıyla Kürtçenin ne öğretimde ne eğitimde kullanılmasına gerek yok" demelerine gerekçe teşkil etmez. Bir kişi dahi kendi ana dilini seçiyorsa yönetim bu haklı talebi karşılamakla yükümlüdür.
Sadece 21 bin kişinin Kürtçeyi seçmiş olması bize başka bir gerçeği ima ediyor: Tabii ve meşru bir hak talebi pozitif siyaset yoluyla karşılandığında radikal etnik (ırk-kavim) ayrışmaya temel teşkil etmez; karşılanmadığı zaman soruna yol açar, negatif siyasetin (terör ve çatışmanın) gerekçesi ve nesnesi olur, sonunda ayrıştırıp kopartır.
Çeşitli beşeri havzalarda ve toplumlarda siyasal davranış ve tercihleri anlamaya çalıştığımızda, siyasi gruplaşmaların her bir toplumda farklı unsurlarca belirlenebileceğini göz önüne alıp bu çerçeveden partileşme, siyasal katılım ve devletin yürüttüğü iktidar alanları üzerinde etkili olunabildiğini görüyoruz. Leslie Lipson, toplumların tarihsel ve maddi-kültürel durumlarına göre siyasi gruplaşma ve partileşmenin ekonomik, din-mezhep, dil, ırk vb. faktörlerin diğerlerine göre baskın çıkmasıyla belirlenebileceğini somut örnekler eşliğinde gösterir. Mesela Kuzey ülkelerinde -sözgelimi Danimarka'da- ekonomik hayattaki çoğulculuk siyasette çok partili tercihlerde kendini gösterir: Sanayi çalışanları, kentli işadamları, küçük çiftçiler ve zengin çiftçiler için ayrı ayrı partiler vardır. Neredeyse kimse kendi ekonomik sınıfının dışındaki bir partiye oy vermez. Mezhep ayrışmasının derin olduğu veya çatışmalara sebebiyet verdiği ülkelerde Katolik ve Protestanların partileri birbirinden farklıdır; İrlanda, Hollanda ve İsviçre böyledirler. Kanada, İspanya ve Belçika'da ise "dillerin ayrışması" siyasi tercihleri ve partileşmeyi etkilemektedir. Bu ülkelerde ayrışmayı diller belirlemektedir. Eskiden Güney Afrika'da belirleyen faktör ırk ayrımı idi. Bugün ırk faktörü Avrupa siyasetinde geri dönüş yolunda ilerliyor.
Buradan Türkiye ve Ortadoğu'ya dönecek olursak: Temel ayrışma ne ekonomiktir ne de ırk-etnisite veya dildir. Zira tarihsel olarak toplumsal gruplaşma "sosyo-ekonomik veya etnik" zeminde değil, "din ve bununla ilgili sosyo-kültürel zemin"de şekillenmiştir. Ama bu elbette etnik kimliğin inkarı ve bir grubun dilinin kendine yaşama alanı bulamaması durumunda sorun çıkmayacağı anlamına geliyor, tam aksine inat edildiğinde Türkiye'deki gibi büyük çatışmalara sebebiyet verebilir. Araplarla Kürtleri, Kürtlerle Türkleri birleştiren asıl unsur din, sosyo-kültürel çerçevedeki azami müşterekler, ortak tarihi tecrübe ve bugün küresel hegemonya karşısında çıkarlarını bir hedefte toplayan ortak kader ve tutumdur.
PKK ve süren terör-çatışmadan ayrı olarak yeni bir anayasa yapılıp da "herhangi bir etnik kimliğin önündeki engelleri ortadan kaldıran" ve her kavme "ana dilde eğitim" imkânı tanıyan düzenlemeler yapılacak olursa, sorun büyük ölçüde çözülmüş olur. Belki de bizi şaşırtacak seviyede Kürtler hayli az miktarda ana dilde eğitim isteyecek veya daha fazla oranda "ana dilde öğretim" talep etmekle yetineceklerdir. İyisi, bunu kendilerine bırakmaktır.
ZAMAN