Siyasetçileri hukuk adına idâm bile edebilirsiniz de, hukukun kaynağı nedir?

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Hukuk, (hak) kelimesinin çoğuludur; (haklar) demektir.

Peki, 'hak' nedir?

İşte asıl düğüm orada..

Müslüman insan, 'Haqq' deyince, Allah'ı ve onun belirlediği sınırlar içindeki ölçüleri anlar.

Başka din'lerin, hayatlarını düzenlemenin genel çerçevesini belirleyen hükümler manzumesine baktığında onlarda da 'hak' ve 'haksızlık' için benzer mânâları içeren terimler vardır.

Fransızcada, 'hak' için kullanılan 'droit (drua) justice, raison (rezon), Dieu (Diyö) gibi kelimeler..

İngilizcede, truth, right, justice;

Almanca: Recht, gerechtigkeit, Wahrheit vs..

*

Derler ki, ünlü bir hukuk profesörü, Londra üniversitelerinden birinde 40 seneden fazla ders okuttuktan sonra, emekli olmadan önceki son dersini verir öğrencilerine ve son konuşmasını yapar: 'Çocuklar, 40 yıl boyunca sizlere hep, hak ve doğru olanı; kötüden ve kötülükten, haksızlıktan uzak durmanızı, çirkinliklerden, zararlı olanlardan kaçınmanız gerektiğini öğretmeye yapmaya çalıştım..

Şimdi de, son dersimde de aynı tavsiyeleri tekrarlıyorum..'

Bir öğrenci der ki : -Üstad, doğru diyorsunuz da, iyi-kötü, doğru -eğri, faydalı -zararlı, hak- haksız vs. bunların, herkese göre değişmeyen, herkes için geçerli olan mutlak ölçüsü nedir?

Çünkü, herkes kendisine göre bir ölçü bulmuş..

Herkes için geçerli olacak şekilde tutarlı-mantıklı, sağlıklı ölçüler nedir?'

Yaşlı Prof. derin derin düşünür ve, 'Evet anlıyorum ki, yeniden sizin aranızda talebe olarak oturup, yeni baştan, hak kavramının mutlak ölçünü öğrenmem gerekiyor..' der.

Evet, hukuk kavramları sahi nasıl oluşuyor?

Kim güçlü ise, kendisinin ve emirlerinin, isteklerinin, dayatmalarının hak düşünerek mi?

Meselâ, bizde, hukukun kaynağı olarak, ne mi var? Anayasa, başlangıç bölümünde, 'hukukun kaynağı olarak, filan ilkeleri kabul etmiş olan Büyük Türk Milleti...'

Ahh, o millet adına denilerek, ne büyük zulümler işlenmiştir?

O ilkelerin, kimler tarafından ve nasıl kabul ettirildiğini hatırlamak bile yeter..

Karşı çıkanlara, 'gereken mutlaka yapılacak ve ihtimal ki, bazı kelleler koparılacaktır..' diye dârağaçları kurularak ve uygulaması fiilî olarak gösterilerek..

*

100 yıldır, hukuk devletinden ve hukukun üstünlüğünden sözedenlerin, güçlerini zorla kabul ettirenlerin, üstünlerin hukukunu anladıklarını hep görüp durmadık mı..

Uluslararası hukuk için de durum daha bir öyledir..

Dünya, 2. Dünya Savaşı'nın sonunda galib olduktan sonra kendilerini dünyaya en üstünler olarak dayatan 5 ülkenin elinde kukla değil mi? Başkan Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'nda bile, 'Dünya, 5'ten büyüktür..' derken, defalarca itiraz ettiği, başka bir şey mi idi ki?

20 küsur sene öncelerde BM Genel Sekreterliği'ne seçilen Mısır'lı bir Hristiyan olan Bedros Gali, ikide bir, uluslararası hukuk kuralları nutukları çekilmesinden artık bıkarak, 'uluslararası hukuk diye bir şey yoktur. Uluslararası hukuk dediğimiz şey, üstünlüğünü zorla göstermiş ve kabul ettirmiş olan güç odaklarının iradelerini dayatmalarıdır..' dememiş miydi?

*

Bütün bunlar niye mi anlatıyoruz..

Bu anlayışın ülke çapında daha dar planda ele alınmasında da farklı bir tablo ile karşılaşmıyacağımızı anlatmak için..

İBB Başkanı İmamoğlu'na, 3 sene kadar önce Yüksek Seçim Kurulu (YSK) gibi yargı kuruluşlarının üyelerine ağır ifadeler kullandığı, 'ahmak' dediği iddiasıyla 2 yıl 7 ay kadar hapis cezası verilmiş..

İBB Başkanı, 3 sene önce de, o dönemin Ordu Valisi'ne 'İt ' dediği, mahkemece sâbit görülerek, 20 küsur bin lira kadar para cezası verilmişti..

Şimdi de, YSK  üyelerine 'ahmak' dediği iddiasıyla.. Onların her birisi de ayrı ayrı şikayetçi olmuşlar..

Kişilerin bu gibi sözleri birbirlerine her yerde sık sık kullandığı bir ülkede, hedef alınanlar yargıçlar olmasaydı, 'ahmak' kelimesi yine böylece ağır ceza görür müydü?

Eğer, hedef olarak alınanlar, yargıçlar değil de, siyasetçiler olsaydı.. Aynı yargı kurumları, 'siyasetçiler, bu gibi ağır eleştirilere katlanmalılar’ demiyorlar mı?

Ama, İBB Başkanı hakkındaki yargılamada muhatablar yargıçlar olunca, 'Mahkemelerin mehabetine saygı gerekir!', öyle mi?.

Ayrıca, YSK'nın, şunun şurasında 6 ay sonra seçim varken, üç senedir devam eden bu dâvayı , tam da bu merhalede, devreye sokması akıl kârı mıdır? Bu ceza dâvasını seçim sonuna erteleyemez miydiniz?

YSK üyeleri! Siz bu ülkenin gerçeklerinden uzakta, ayda mı yaşıyor ve birilerini mazlûm mu göstermek istiyorsunuz?

İktidar'ın müdahale ettiğine inanmıyorum.

Etmiş olsaydı; o zaman bu dâvanın seçimlerin sonuna bırakılmasını tavsiye edebilirdi..

*

Kaldı ki, şimdi bile, henüz kesinleşmemiş bir yargılama durumu var. Daha, İstinaf ve Temyiz yolu var, ondan sonraki merhaleleri takiben bu karar, beraet veya ceza olarak kesinleşir.

*

Bir-iki NOT :

1- Son zamanlarda uluslararası krizlerde arabuluculuk yaparken, önce Mevlûd Çavuşoğlu'ndan işittiğim ve hayret ettirici bir cümlenin, 'Bir savaşın kazananı ve barışın da kaybedeni olmaz' şeklindeki bir sözün şimdilerde daha sıkça kullanıldığı görülüyor. Bu söz, sırf, 'Ukrayna-Rusya Savaşı için söylenmiştir..' denilebilir belki.. Sırf o gerilim için söylenirse, bu olabilir , ama, bunun genel bir kural gibi tekrarlanması yanlıştır.

Evet, savaş istenmemelidir, ama, geldiğinde kaçınılamaz. Barış da âdilâne olursa, ne âlâ, ama, zorla dayatılırsa?

Nitekim, Başkan Erdoğan'ın 3-4 gün önce, Samsun'da gençlerle sohbeti sırasında, Yunanistan'ı uyarırken; 'Yunanistan Ege adalarında her türlü düşmanca tavırları sergilerken, biz de herhalde armut toplayacak değiliz..' diyordu.

Doğru olan da bu..

Dayatma bir savaşa sürüklenmek ve zâlimâne bir barışa boyun eğmek; ikisi de felâkettir.

2-SP lideri Temel Karamollaoğlu'nun partililerine hitaben yaptığı bir konuşmanın videosunu dinledim.. Siyasetçidir, kusurlar bulacak, eleştiriler yapacak vs.. denilebilir..Ama, Temel beyimiz, 'İHA'lar, SİHA'lar sahasında kaydedilen gelişmeleri' takdirle karşılıyor, ama, illâ da eleştirecek ya.. '20 senedir neredeydiniz?' demez mi!

Bu mantığa karşı, söyleyecek söz bulamadım.

*

STAR