Batılı demokrasileri sürdürülebilir kılan yerli yerine oturmuş teamüllerdir. Teamüller Batı'nın dış dünya ile sömürü ilişkisinin derecesine göre başkalaşım geçiren sınıfların varlığını pekiştirir, aralarındaki çatışma potansiyellerini görece azaltır.
Dışarıdan akan kaynaklarda köklü bir kesinti yaşanmadan sistemin kalbinde yer tutmuş bulunan iktidar seçkinlerinin demokrasiyi nasıl denetlediği kolayca anlaşılamaz. Buna herkesin/bireyin ve her zümrenin yerini bilmesi, alacağı payı hesaplayabiliyor olması dolayısıyla zaten daha çok siyasetle ilgilenmeye gerek kalmaz. "Siyasi yabancılaşma" aslında tam da budur.
Yaşadığımız siyasi tecrübe, şehirlerin yeniden kurulmasına benzer, demokrasi de kurulma aşamasındadır. Burada sorun Batı'daki gibi baskı ve çıkar gruplarının iyi gizlenmiş çıkarları değil, "bürokratik merkez"in toplumun ana gövdesine karşı verdiği mücadelede somutlaşmaktadır. Bizde demokrasiyi bir bakıma bizzarure tercih sebebi kılan, bürokratik merkezin seçimler ve halkın iradesine dayalı olduğu düşünülen siyasi partilerin kuracağı iktidar umudu ve beklentisidir.
Demokrasilerde sistemin kalbindeki "kör nokta"yı perdeleyen elemanlar serbest seçimler, ifade özgürlüğü, örgütlenme ve muhalefet etme hakkıdır. Bunların yasaların teminatı altında olması demokratik sistemin de güvencesidir. Dileyen dilediği kimselerle bir araya gelebilir, sistemi kendisi işletebilmek amacıyla örgütlenir-parti kurar, serbest seçimler yoluyla iktidar olabilir.
Liberal felsefe, sistemin belirlenmiş yapısı konusunda öylesine kıskanç davranır ki, hak ve özgürlüklerin tamamını "birey"e indirger, "kolektif veya grup hakları"na iyi gözle bakmaz. Her ne kadar, bireyin özgürlüğü ve kişisel tercihler adına grup haklarına karşı çıkılıyor gözükse de, hakikatte asıl amil farklı bir paradigmadan hareketle örgütlenip sistemin ana çerçevesini bozacak güçlü kolektif hareket ve muhalefet biçimlerinin önüne geçme düşüncesidir. Hak ve özgürlüklerin tanımına ve kullanımına aşkın-müteal bir kaynak (vahy, din), gelenek, kolektif irade ve birlikler (cemaat, aile vs.) müdahil olmadıkları sürece, tek tek bireylerin iradesi ve seçimi iktidar seçkinlerinin muradına göre tahakkuk eder; çünkü dünyada hiçbir insan teki birey tek başına örgütlü çıkar ve baskı gruplarından daha güçlü ve belirleyici olamaz. Modern devlet, insanları bireylere indirip onları örgütlü iktidar seçkinleriyle karşı karşıya bırakan bir siyasal örgütlenme modelidir.
Sistemin ruhu, halkın iradesiyle iktidar seçkinlerinin muradını gerçekleştirmeye ayarlı olduğundan serbest seçimler, örgütlenme, ifade ve muhalefet etme süreçlerinin sisteme zararı yoktur, aksine sisteme asıl dayanıklılığını kazandıran, ona cezbedici karakterini veren de budur. Çünkü bireyler büyük bir heves ve umutla yarışa katılırlar. Ortada tabii ki "halkın iradesi" veya "milli irade" vardır. Ama halk bireylerden müteşekkildir ve kurucu-milli irade çoğu zaman olağanüstü zamanlarda -mesela savaş sonrasında veya askeri darbeler sırasında- belirlenmiştir. İradenin 'milli/ulusal' olması onu doğası gereği devlete yani politik topluma ait kılar.
Halk seçimlerle partileri ve adaylarını seçebiliyorsa, verili prosedürde rol oynamak suretiyle yönetime katıldığını düşünür, mutlu olur. Mutlakiyetçi/monarşik veya açık oligarşik ya da otoriter rejimlerde halka böyle bir yetki, içinde serbestçe hareket edebileceği alan tanınmış değildir. Sistemin halka, örgütlü gruplara, partilere ve genel olarak zihnen zayıflatılmış bireylere kışkırtıcı gelen ikinci karakteristik özelliği, monolotik yapısıdır.
Modern siyaset iktidar ilişkisini düzenler ve iktidar açık-gizli toplumsal yapıların tümünü etkileyecek kudreti ifade eder. Bu yüzden herkes iktidara saldırır, ama daima ve sonuçta küçük bir azınlığın (merkezdeki çekirdek) kullanımında kalır. Halk, oy verdiği partiyi iktidar yapar ve sanki kendisi iktidarmış gibi algıya sahip olur. Bu "sanki iktidar"dır, demokrasinin sanal dünyasında olup biten siyaset ve iktidar oyunudur.
ZAMAN