Son derece hayati bir tartışma olmasına rağmen kurgu ve kronolojide bir takım yanlışlıklar, çarpıtmalar veya en azından muğlaklıklar var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hindistan dönüşü yaptığı değerlendirmeler içinde İslamcılık meselesiyle ilgili dikkatle bakınca bir kopukluk veya bağlam kayması görülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasının ilgili bölümü şöyleydi: “İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor” deniliyor. Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki.”
Mesele ne zaman ve kimler marifetiyle kamuoyunda infial oluşturacak şekilde gündeme sokulmuştu, bir hatırlayalım? Cem Küçük ve Cemil Barlas bir TV programında Amerika ve İsrail’le ilişkilerin geliştirilmesi bağlamında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’ye şöyle bir yol haritası öneriyorlardı: “Radikal-siyasal İslamcılarla yolları ayır. FETÖ ile ayrışıp kavgaya tutuştuğun gibi Batı düşmanı İslamcılarla da ilişkiyi bitir.”
Değişmeyen Düşman mıdır İslamcılık?
İslamcı olarak bilinen veya nitelenenlerden değil de İslamcılığı öncelikli tehdit konsepti çerçevesinde değerlendirenlerin açtığı bir bahisti bu. İçeriden bir şikâyet, sitem değil de dışarıdan bir telkin hatta mecburi istikamet bildiriliyordu esasında. Acaba Sayın Cumhurbaşkanı bu konuşmaları ve takip eden hem akıl hem de edep dışı tehditkâr yayınları izleyebildi mi? Bu saldırgan, muhalif bile değil alenen içeriden düşman üretmeyi kışkırtan kampanyanın kamuoyu nezdinde ne düzeyde rahatsızlık oluşturduğunu takip etme imkânı bulabildi mi? Bu gibi sorular aynı oranda AK Parti’nin tüm yönetim birim ve kadroları için de geçerlidir.
İslamcılık tartışmalarının önünde AK Parti’den süreç içerisinde değişik düzeylerde ayrışmış kadrolara karşı ağır sitemler hatta ibreyi farklı yöne çevirenler için suçlamalar yer alıyor. Hemen akabinde ise İhvan-ı Müslimin, Hamas ve Nahda hareketlerine yönelik uluslara arası arenada terörist suçlamalarına karşı yaptığı savunmaları ifade ediliyor. İslamcılık ideolojisi, kadrosu ve mücadelesi tartışılabilir ama bu hareketlerin İslamcı çizgide oldukları her halde tartışılamaz. Bu durumda Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerika’ya, İsrail’e, NATO’ya karşı Mısır’da, Filistin’de, Tunus’ta hatta dünyanın pek çok farklı noktasında İslamcılığı/İslamcıları savunuyor da iş Türkiye’ye gelince mi tasfiyeye soyunuyor? Burada en hafif tabirle bir tutarsızlık dahası onca risk üstlenerek sürdürülen ahlaki-hukuki standartları yüksek bir mücadele adeta inkâr ediliyor.
Bu durumda bir tarafta Amerika’ya, İsrail’e, Esed’e, Sisi’ye, NATO’ya karşı İslamcılık temelinde sürdürülen mücadeleleri Raşid El Gannuşi’den Halid Meşal’e değin örnekleyerek savunan siyasi bir lider olarak Tayyip Erdoğan var. Diğer taraftaysa Pelikan gibi dar bir menfaat şebekesinin ihtiraslarına İslamcılığı ve İslamcıları kurban eden siyasal bir lider olarak Tayyip Erdoğan var. Birbiriyle taban tabana zıt bu tutum ve tercihleri telif etmek pek kolay olmasa gerek. Genel manada ifade etmek gerekirse İslamcılık ideolojisi ve İslamcı kadrolara karşı savaş açması istenen ya da tasfiye harekâtı başlatması telkin edilen siyasal lider İslamcı ideoloji ve mücadeleden beslenen bir kişi. AK Parti’nin muhafazakâr demokrat kimliği referans aldığını ısrarla tekrar etmesi hatta siyasal mücadele içerisinde sergilenen kimi yanlışlar ve yalpalamalar dahi bu durumu değiştirecek bir karakter arz etmiyor denilebilir.
İlkelerin Mücadelesi
“Tekkeye mürid aramıyoruz” sözünün de bu bağlamda kritik edilmesi icap eder. AK Parti’nin ilke ve öncelikleri kurucu ve kadrolarını bağlar tabii ki. Ancak İslamcılık eksik, yanlış veya çelişkili gördüğü her duruma faili kim olursa olsun muhalefet etmek ve doğrusunu önermekle mükellef bir harekettir. AK Parti’nin tekkeye mürid aramaması kadar İslamcıların da şu veya bu tekkeye mürid olmayacağı, “gassalın önündeki meyyid gibi” teslim olmak üzere mürşidler aramadı aşikârdır. Trenden inenler, pazara kadar arkadaşlık edenler ne kadar ve nasıl İslamcılardır ayrı bir tartışma konusudur. Lakin yol arkadaşlığını ve gönül dostluğunu sıratı müstakim üzerinde sapmadan ve istikrarla sürdürme mücadelesinde elbette ki Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Muhammed Mustafa’nın (a.s.) öğretileri her zaman rehber ve hakem olacaktır.
Siyasetin merkeze aldığı İslamcılık-İslamcılar tartışmasının ne düzeyde ahlaki bir boyut taşıdığını masaya yatırmak durumundayız. İslamcılık ve İslamcılar mevzusunda konuşurken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın literatürü sizce seküler, ulusalcı veya oportünist hattan mı neşet ediyor yoksa İslami aidiyete mi yaslanıyor? Tam da bu literatürden ilerleyecek olursak Ulûhiyet ve Rububiyet taslamak kimsenin haddine değildir elbette. Fakat burada tekfircilik ve buna bağlı olarak üreyen şiddetten ziyade birilerinin tıpkı Amerika ve İsrail gibi 28 Şubatçı ve Fethullahçı cunta örneklerinde görüldüğü üzere Müslümanlara hayatiyet kazandıran “emri bil maruf nehyi anil münker” ilkesine karşı ahlaksız bir savaş açtığını gözden kaçırmayalım.
Kemalistlerin ‘Seküler İslam’ projesi gibi Fethullahçıların ‘Ilımlı İslam’ projesi de Batı’nın ancak askeri darbeler marifetiyle tahkim edebileceği tuzaklardı. Bu tuzaklar büyük bedeller ödenerek boşa çıkarıldı. Siyasal-radikal İslam suçlamalarını bugün tırmandıranların “Erdoğan aşığı, Reis tutkunu” maskesi takan Pelikanlar olması şaşırtıcı değil. Hindistan dönüşü uçakta verdiği beyanatlar üzerinden “Tayyip Erdoğan İslamcıları hızla tasfiye edecek, Türkiye’yi seküler temelde yerli ve milli bir kimlikle yeniden inşa edecek” naraları eşliğinde ilan edilen zaferin hakikat değerini hep birlikte test edeceğiz.
Bilmeyenler veya unutanlar için hatırlatalım: İslamcılık, Resul-Nebi dahi olsa kişi veya iktidar merkezli bir mücadele değildir.
Yeni Akit