Geleneksel toplumlarda "siyaset" iyi yönetim sanatı anlamına geliyordu. Kelimenin Arapça "seyis" yani "at terbiyecisi"yle aynı kökten gelmesi bunu ima eder.
Bu durum biraz da insanların şansına bağlıydı; başlarında iyi ve dirayetli bir yönetici (sultan, kral, padişah, emir vs.) olduğunda iyi bir hayat sürerlerdi; kötü ve zalim biri olduğunda büyük sıkıntılar çekerlerdi.
İslamiyet "hilafet"i getirmekle siyaseti ıslah etmek istedi. Islah şekli de, işi yöneticilerin iyiliğine ve dirayetine bırakmaktan çıkartıp hukuki bir çerçeveye bağlamaktır. İlahi Hükümler'in temel esasları, değişmez hükümleri ve genel kuralları anlamında Şeriat, şahıslar tarafından değil de vahy sonucu belirlendiğinden, yöneticilerin ve yönetilenlerin üstünde bir Hukuk olduğu anlamına gelir. İnsanlar kendi hukuklarını yaptıklarında ister istemez bir miktar, bağlı oldukları sosyal grubun (sınıf, zümre, etnik grup, çıkar çevresi, aile, hanedan, bölge, dil, renk, ırk topluluğu, ulusal vs.) çıkarlarını gözetirler. Ama kuralları tayin eden genel esaslar harici bir kaynaktan gelmişse, doğru yorumlandıkları ve doğru biçimde ete kemiğe büründükleri takdirde adaletin tesisini sağlarlar.
Yedinci yüzyılın ilk yarısı gibi erken bir dönemde Dört Halife'nin seçimle iş başına gelmesi, herkesten biat almaya çalışması ve istişareye büyük önem vermiş olması, Hilafet'in diğer yönetim şekillerine göre ayrılan seçkin karakterini ifade eder. Hz. Ali (ra)'nin şehadetinden sonra iç kargaşa ve iktidar mücadeleleri İslam'ın büyük felaketi oldu. Eğer bu mücadelelerin etkileyici faktörü olmasaydı ve İslam bilginleri, siyasi rejimi (devletin şeklini ve yönetimi tayin etme biçimini) belirli hukuki kurallara bağlayabilseydi, bugün demokrasilerin de eksikliklerini ve mahzurlarını aşan zengin bir tarihî tecrübeye sahip olabilirdik.
Mamafih, bu, bugün Müslüman bilginler ve entelektüeller tarafından yapılmayacak bir şey değildir. Demokrasilerin yetersiz kaldığı noktaları somut olarak müşahede edebiliyoruz; insanlığın demokrasinin kazandırdıklarını koruyan, ama daha da öteye gidebilen bir siyasi rejime ihtiyacı vardır, bunu İslam'dan başka felsefi bir kaynaktan temin edebilme durumunda değildir.
Bugünkü demokrasiler iki temel sorunu çözemiyor: Biri, siyasal çoğulculuk yanında kültürel ve toplumsal çoğulculuğa açık olamıyorlar; diğeri, iktidarı daha adil, eşitlikçi ve katılımcı yapamıyor. Mevcut durumda, iktidarı melaike ruhlu insanlar dahi kullanacak olsa, ne çoğulculuğu sağlayabilirler ne hukuki ve iktisadi adaleti tesis edebilirler. Çünkü bir başka vesile ile Hekimoğlu İsmail'in yaptığı güzel benzetme ile "eğri cetvelle doğru çizgi çizmek mümkün değildir." Sorun şu ki, elimizdeki siyaset malzemesi ve iktidar yapısı eğri cetvel hükmündedir, bununla doğru çizgi çizebileceğimizi zannediyoruz. Bu iktidar yapısından adalet çıkmaz.
Elbette sorun, siyaseti ve hukuku aşan kaynaklarda yatmaktadır. Bu da tamamıyla ahlakidir. Üstelik ideal politiğin ne olduğunu bilmeden, reel politiğe dört elle sarılmak hepten bizi ve siyasi rejimi yozlaştırır. Yeniden ahlakın yüce kaynaklarına dönmedikçe doğru ve adil iktidara ulaşamayız.
Geçen hafta elim bir helikopter kazasında kaybettiğimiz BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu, 19 Mart 2009 günü partisinin Karaman Seçim Bürosu'nda bu noktaya değinmişti:
"Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiçbirimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hakim değilsiniz. Bir saniyesine bile hakim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yok. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah'ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Allah'ın izniyle olsak da milletle olacağız. Olmasak da, milletle olmayacağız. Yarın ahirette Allah, bize 'Niye iktidar olmadın?' diye sormayacak. Sorsa da 'Vermediniz' diyeceğiz."
ZAMAN