Siyaset mi Savaş mı?

MUSTAFA SİEL

Siyaset Kılıfı Altında Soğuk İç Savaş

Dünyada ve Türkiye’de devletlerin yönetimi siyaset kurumu aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Lakin siyaset bazı memleketler için gerçekten siyaset olurken, bazı memleketler için soğuk iç savaş anlamına geliyor.

Batılı devletler için siyaset gerçek anlamıyla siyaset, falan partinin yerine filan parti geliyor ve çok fazla bir şey (hatta bazen hiçbir şey) değişmiyor.

Lakin Türkiye’nin de içinde bulunduğu İslam Memleketleri için siyaset aslında batı yönlendirmeli soğuk iç savaş anlamına geliyor. Mesela Türkiye’de falan parti gidip filan parti geldiğinde, ya batının gönüllü uşağı partiler gidip batıya karşı durmaya çalışan partiler geliyor, yada tam tersi oluyor.

Bu nedenle İslam memleketlerinde batı tarzı bir siyasetten bahseden ya kendisini kandırıyor, yada bizleri kandırmaya çalışıyor. Yapılmaya çalışılan, batının örtülü hegemonyasını sürdürmeye çalışan kesimlerin/partilerin batı desteğindeki iktidar kavgasına karşı, İslam ve Ümmet duyarlılık ve kaygısıyla batı hegemonyasını bitirmeye çalışan kesimlerin/partilerin mücadelesidir.

İslam memleketlerinde siyaset adı altında yaşanan tam bir soğuk iç savaş olup, bu savaş zaman darbeler yada ayaklanmalar yoluyla silahlı sıcak iç savaşa dönüşebilmektedir.

Bu gerçekler ortada iken bazı İslamcıların dahi Türkiye siyasetini batı siyaseti ile karıştırarak, tarafları normal birer siyasi taraf ve parti gibi görme yanılgısıyla, çeşitli saiklerle İslam düşmanı tarafın saflarında yer alabildiğini müşahede edebiliyoruz maalesef.

Değerler Savaşı Yada İslam Küfür Savaşı

Evet küresel bazda küfür dünyası için kendi içinde siyaset, halkını en iyi şekilde yönetme sanatı iken, İslam dünyası üzerinde ise en iyi hegemonya kurma sanatıdır.

İslam dünyasında siyaset ise, batı aşığı ve gönüllü uşağı mankurt laik elitler ile, el yordamıyla İslam’ı bulma ve canlandırma çabasındaki Ümmetçiler arasındaki iktidar savaşıdır.

Bu nedenledir ki mankurt laik elitler ve taraftarları, Ümmetçilere karşı yerli ve yabancı her türlü güçle ittifak edebiliyor, hatta gerekirse Türkiye’nin ABD yada Rusya’nın işgaline uğramasını bile arzuluyorlar. Yeter ki Ümmetçiler iktidarı ele geçirmesin, batı hegemonyasının gönüllü uşaklığı anlamına gelen gayri İslami ve gayri meşru iktidarlarını ne pahasına olursa olsun sürdürebilsinler.

Müslümanlara Kafirlerden Daha Şedit Düşman Olanlar

Bunların kalpleri Müslüman halkla değil, batılı kafirler ve yerli uşakları ile birlikte, hatta İslam’a düşman olan herkesle birlikte çarpıyor. Bu nedenledir ki batılılar Türkiye’yi işgal etse ve Müslüman halkı katletse, kadınlarına tecavüz etse, zevkten dört köşe olacaklar. Hatta onlarla beraber olup halkı öldürüp tecavüze ortak olacak, işbirliği yapacaklar.

Tescilli hain bunlar, baksanıza düşürülen Rus uçağına kendi memleketlerinin uçağı düşürülmüş gibi, hatta Ruslardan daha fazla üzüldüler. Eğer Rusya Türkiye uçağını düşürse idi sevinçten zil takıp oynayacakları kesindi.

Şimdi Rusya’nın düştüğü aciz ve şaşkın durum karşısında Ümmetçilerin bir kez daha puan kazanmasına dehşetli öfkeleniyor, durumu tak aksi yönde göstermeye, Türkiye’nin aciz ve şaşkın durumda olduğu algısını yaratmaya çalışıyor, bir yandan da Rusya’nın bir an önce Türkiye’ye haddini bildirmesini istiyorlar ve bunu aleni olarak yapacak kadar da şirazeden çıkmış durumdalar.

Kutuplaşma Sakızı

Kutuplaşma sakızını genelde İslam düşmanları laik elitler örtülü soğuk iç savaşlarına bir kalkan kılmak yapmak için çiğniyorlar. Paralel yapı gibi çıkarı gereği İslam düşmanlarıyla işbirliği yapan hainlerde bu sakızı sık sık çiğnerken, bazı iyi niyetli Müslümanların da zaman zaman bu söyleme kendini kaptırdığını müşahede ediyoruz.

Kutuplaşmamalı imişiz, toplum ikiye bölünmüşmüş, geçin efendim. Bu kutuplaşma aynı değerlere sahip iki kesim arasında değil, İslam’ın dostları ve düşmanları arasındaki mücadelenin eseri.

Üstelik bu kutuplaşma yeni değil, en az 200 yıldır var bu memlekette ve tüm İslam memleketlerinde. Batıcı mankurtlar ve onların saf takipçileri ile Ümmetçiler ve onlara gönüldaş halk kitleleri arasında. Her geçen günde Ümmetçilerin gönüldaşları artıyor, batıcı mankurtların saf takipçileri peyderpey gerçekleri görüp gerçek yerleri olan Ümmetçi saflara doğru yön değiştiriyorlar, batıcıların kutuplaşma tehlikesi diye yırtınıp durdukları şeyin iç yüzü bu.

Tabanlarının gün geçtikçe erimesi, Ümmetçi kesimin taban kazanması karşısında panikliyor, kutuplaşma olmasın söylemiyle bu eriyişi durdurmaya çalışıyorlar. Nitekim uçak krizinden sonra Putin’in Erdoğan Türkiye’yi İslamlaştırıyor demesi de, batı ve batıcıların bu gerçeğin farkında ve tedirgin olduklarını ortaya koyuyor.

Kutuplaşma dediğiniz şey, her geçen gün hak ve batılın daha bir netleşmesi, hakkı görenlerin daha bir artmasını ifade ediyor ve olumsuz değil olumlu bir gelişmedir bizim açımızdan. Zaten aksi olsa idi, batıcılar kutuplaşmayalım demez, tam aksine söylem geliştirirlerdi.

Rusya İle Türkiye’nin Arasını Bozmak İsteyenler Kim?

Yeni dillendirilmeye başlanılan bir iddiada, batılıların Rusya ile Türkiye’nin arasını bozmaya çalıştıklarına dair. Doğrusu ABD ve diğer batı devletlerinin bunu yapmaya çalıştıklarına dair ciddi emareler yok ama, Türkiye’nin bunca zamandır ilişkileri bozmamak adına alttan alıcı tavırlarına rağmen, Rusya’nın Türkiye’yi tahkir etmek için elinden geleni esirgemediği gerçeği, son birkaç aylık süreçte net olarak herkes tarafından görüldü. Dolayısıyla batının Rusya ile Türkiye’nin arasını bozmaya çalışmasına gerek yok, zira bu konuda Putin ve ekibinin eline kimsenin su dökemeyeceği açık.

Her şeyi komplo teorileri ile açıklamaya alışmış kesimlerin bir başka iddiası da, Rusya’nın Suriye ile ilgili bir takım planlarına gerekçe oluşturmak için kendi uçağını kasten düşürttüğü yönünde.

Doğrusu sadece uçağın düştüğünü öğrenen Putin’in kameralara yansıyan yüz hali bile bu komplo teorisinin saçmalığını ortaya koymaya yeter aslında. Üstelik sonraki süreçte Putin ve ekibinin çelişkili ve abartılı tutumları ile düştükleri acziyet dikkate alınırsa, uçaklarının düşürülmesi gibi bir ihtimali hiç hesaba katmadıkları ortada. Artık şu komplo teorileri ile uğraşmayı bırakıp, açık gerçeklikler üzerinden konuşmak gerekmiyor mu?

Kötü Komşu Ev Sahibi Yaparmış

Bazıları Rusya’nın ekonomik yaptırımlarının sonuçlarından çekiniyorlar. Elbette bu yaptırımların Türkiye ve halkı üzerinde olumsuz sonuçları olacaktır, lakin kötü komşu ev sahibi yapar atasözünde belirtildiği üzere, çok olumlu sonuçları da olacaktır.

Ayrıca her şeyi ekonomik açıdan değerlendirmenin bizleri getireceği nokta, hayvanlar dünyasının birer ferdi ve grubu olmamızdır kaçınılmaz olarak. Bu nedenle ilke ve hakkaniyete öncelik verilmesi, bunu yaparken de ekonomik altyapının korunması için çalışılması gerekir.

Ayasofya Ortodokslara verilmeli imiş

Rusya Duma Meclisi Milletvekili Sergey Gavrilov, düşürülen Rus uçağının karşılığı olarak Türkiye’nin dostça bir adım atarak Ayasofya’yı Ortodoks Kilisesi’ne iade etmesini beklediklerini ifade ederek, bu adımın İslam ve Türkiye’nin üst düzey siyasetteki iyi niyetinin göstergesi olabileceğini açıklamış.

Ayrıca Gavrilov, “Türk-Rus ilişkileri bir dayanıklılık testinden geçiyor. Böyle bir dönemde dostça girişimler ve teklifler büyük önem taşıyor. Ayasofya’nın Ortodoks Kilisesi’ne iade edilmesi için Türkiye’den samimi adım bekliyoruz” demiş.

Bu sütunlarda 29 Mayıs 2015’te yayınlanan “Ayasofya Özgürleşmeden Mescidi Aksa Özgürleşmez” başlıklı yazımızda, Ayasofya’nın tekrar asli kimliği olan cami olarak açılmasının önemine vurgu yapmıştık. Rus Milletvekilinin bu talebi, batılıların dillerinin altındaki baklayı çıkarmaları anlamına geliyor aslında. Bu tür taleplerin çoğalıp meşruiyet kazanmaması için bir an önce Ayasofya’nın cami olarak açılması gerekiyor, aksi halde müze olarak kalması bile zor görünüyor ve hiç ummadığımız bir zamanda karşımıza kilise olarak çıkabilir.

Hem de bu şekilde Ayasofya’nın cami olarak tekrar açılmasından batılıların mı yoksa içimizdeki batıcıların mı daha çok rahatsız olacaklarını da test etmiş oluruz.