HAKSÖZ HABER
İdeoloji. Bu şekilde yazıldığında tek başına basit bir kavrammış gibi görünse de ideolojiler yıllardır birçok tartışmanın merkezinde. Hele ki Türkiye gibi çok köklü ideolojik kaymalar yaşamış veya yaşamak durumunda bırakılmış ülkelerde.
Türkiye’nin kuruluşu esnasında kurucu aklın yaptığı ideolojik tercihler Türkiye toplumunu esaslı bir şekilde böldü. Bu bölünme Türkiye’nin acıklı modernleşme tarihinin en esaslı meselesi. Vaziyet buyken modernliğin ezici gücünü arkasına alan sosyologlar, tarihçiler veya siyasetçiler eliyle oluşturulan kavramlarla hegemonik bir söylem oluşturuldu.
İşin komik yanı ise hegemonya ve otoriteleşmeden şikayet eden yazar-çizerler de bu kavramlar etrafında tartışma yürütmeye devam ediyorlar. Halbuki tartışmanın üzerine inşa edildiği zemin baştan sakat!
Nihal Bengisu Karaca “mahalle eleştirisi” üzerinden yazdığı " 'Mahallesizler Mahallesi' meğer sahiden kalabalıkmış" başlıklı yazısını trajikomik bir yerde sonlandırıyor. Karaca bilindiği üzere bir süredir kimi haklı sebeplerden iktidarın kendisini konumlandırdığı yeri sert bir şekilde eleştiriyor. Burada bir sorun yok. İktidarın eleştiriyi hak eden politika ve uygulamaları bu platformda da eleştiriliyor.
Ancak yapılan bu eleştiriler belirlenmiş zeminlerden hareketle yapıldığında ortaya çıkan tablo aslında eleştiriyi kendiliğinden boşa çıkartıyor. Mahalle kavramı komşuluk ilişkilerinin canlı olduğu yerleşke anlamının çok daha ötesinde sosyolojik bir kavram olarak kullanılmaya başlanılalı epey oldu. Bu kavram üzerinden evvelinde cemaat ve hatta milletlerden (Müslüman, Hıristiyan, Yahudi) oluşan toplumsal zemin yeniden, seküler bir çerçevede tanımlanmış oldu. Bahsi diğer olarak bir yerde durması gereken bu mevzuyu akıldan çıkartmamak gerekiyor...
Kavramı kullanılagelen anlamından hareketle kabul ettiğimizde bugün mahalle eleştirisi kendisini kültürel, dini, ideolojik olarak içerisinde yetiştiği atmosferden ayrıştıran insanlar tarafından yapılıyor. Ama ne hikmetse sadece muhafazakar-dindar sosyoloji üzerinden dönen bir tartışma söz konusu…
Nihal Bengisu Karaca da “kendinizi hangi mahallede görüyorsunuz?” sorusundan hareketle yaptığı değerlendirmelerde şu sonuca varıyor: “Mahallesizler Mahallesi'nde görüyorum”
Mahallesizler mahallesinde kimler var derseniz ortaya karman çorman bir resim çıkıyor. Karaca'dan dinleyelim:
… ailece CHP’li olup "muhafazakarlara eziyet ettik, hatalıyız ve kaygılarını anlamalıyız" diyenler de orada …
HDP’ye oy veren ama HDP’yi özgürce eleştirebilen çünkü kendisini Türkiye’nin parçası gören kürtler de orada.
Ülkücü kökenli olup gerçek millet sevgisinin insanların temiz içme suyuna erişimini, sağlam binalarda oturabilme hakkını savunarak olacağını anlamış olan milliyetçi de orada, “Ben de bu vatanın evladıyım ve varlığımı sünnilerle hesaplaşma üzerine kurmuyorum, barışmak istiyorum” diyen aleviler de orada.
“Biz bu insanlara hayatı dar ettik, üzerine bir de neden cemaatlere tarikatlara gittiniz diye suçladık” farkındalığına erişmiş Atatürkçü orada.
Küskün AK Partililer hariç Karaca’nın işaret ettiği tablo bir “mahallesizler” durumuna işaret etmiyor. Burası da bir mahalle hem de epey köklü mahallelerden! Türkiye’de dindar-muhafazakarlara yönelik bitmek tükenmek bilmeyen bir nefretle hareket eden kesimlerin oluşturduğu bu mahalle eskiden beri kutuplaşma muhabbetleri üzerinden birlik-beraberlik türküsü söylemeyi epey sever! Ancak az önce belirtiğimiz üzere bu toplum son yirmi yılda kutuplaşmadı. En başından beri kurucu akıl ve onun ideolojik yönelimlerinden hareketle kutuplaştırılmıştı.
Mahallesizlik denilen şey siyasi iktidardan çok daha tesirli olan hatta bir süredir iktidarın da eklemlendiği hakim düşünme biçimleri tarafından belirlenmiş bir sosyo-kültürel arka plandan güç alıyor. İktidarı eleştirelim derken birkaç popülist demeç ve “helalleşme” çağrısına kapılıp gitmek ise siyasi tarafgirliğin “mahallesizlik” edebiyatından hareketle nasıl pekiştirilmeye çalışıldığını gözler önüne seriyor!
İdeolojilerin belirleyici ağırlığını hafife almak Türkiye toplumuna yön vermeye çalışan düşünme biçimlerini anlayamamak anlamına geliyor. İdeolojileri aşmak ise ancak kimlik ve ilke merkezli bir siyasi konumlanış ile mümkün olabilir... “Mahallesizlik” ideolojiler üstü bir yerde konumlandırılmaya çalışılsa da militarist modernleşme teorisinin politik argümanları tarafından inşa edilen bir muhtevaya sahip. Zaten Karaca’da mahallesizler mahallesinde kimlerin olduğunu zikrederken ister istemez bu mahallenin kimliğini de faş ediyor!
Nihal Bengisu Karaca'nın söz konusu yazısı:
Geçtiğimiz Salı günü Haber Global’de Buket Aydın’ın hazırlayıp sunduğu Yüz Yüze programında bana şu soru soruldu:
"Kendinizi hangi mahallede görüyorsunuz şu an?
Son dönem iktidar mahallesine karşı bazı eleştirileriniz bazı muhalif söylemlerinizle öne çıktığınız oldu, kendi mahallenizle sorun yaşadınız mı?”
Yaşamamak ne mümkün? Sadece ben değil, ailem bile yaşıyor.
Oğlumun Z kuşağı arkadaşları arasında sempati kazanmış durumda olsam da, 40 yaş üstü sekter muhafazakarlar sadece şimdi değil, üç yıldır ailemi sıkıştırıyor.
Annem ve babam bana hissettirmemeye çalıştılar ama ben kardeşlerimden duydum, babamın camide bile sıkıştırıldığını.
Ana tema tahmin edilebileceği gibi, “Neden eleştiriyor?”, “Neden Halk TV’ye çıktı?”, "Neden Selahattin Demirtaş için verilen AİHM kararına uyulması gerekir?” dedi, “Neden Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çıkışını bu kadar önemsedi?”, “Neden kızınıza engel olamıyorsunuz?
Bu çok bilmiş ahalinin dayatmasına maruz kalan kişi balık halinde levrek satan bir adam değil. Tıp doktoru, genel cerrahi profesörü. Hakkında "Ensar ruhlu Muhacir" isminde bir kitap yazıldı ve kitap geçen yıl Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödül aldı.
“Sahip çıkmasını” istedikleri kişi olan ben de mutfakta patlıcan közlerken birden aklına esip yazar olmuş biri değilim. Başka çocuklar gibi evcilik oynamayıp eline geçen her şeyi okuyan bir çocuk olmaya karar verdiği günden beri kendi ağacını kendisi büyüten biriyim, hayatın önünde yaprak gibi sürüklenen biri değilim, kararlar alan tercihler yapan bir kadınım. 1993’ten beri medyadayım. Sinema yazarlığı , kültür eleştirmenliği derken, on beş yıldan fazla bir süredir politika yorumculuğu yapıyorum, bunlar bir yana 18 yaşında bir taze değil, evlilik çağına erişmiş bir yetişkin annesiyim.
Babam makul bir "Erdoğan"cı olduğu için desteklediği siyaset çizgisini de savunuyor, beni de anlamaya çalışıyor. Ama 70 yaşında adam, olanlar haliyle gücüne gidiyor.
Aslında biliyoruz.
"Mahalle" kavramının dayanışma, destek olma, koruma gibi olumlu fonksiyonları çoktandır buharlaştı, artık sadece denetleme ve sigaya çekme var. Artık muhafazakar mahalle diye de bir şey yok, "Cumhur İttifakı tabanı" ve o tabana yaslanarak varolan bir zengin değnekçiler zümresi var.
Öte yandan mahalle baskısı sadece AK Parti tabanında yok, hatta şunu diyebilirim ki, muhafazakar dindar mahallenin en sekterlerinde bile, misal evvelden CHP çizgisinde olup sonradan AK Parti tarafına yaklaşanlara özel bir ihtimam vardır. Nitekim Erdoğan iktidarının ilk on yılından önceki zamanlarda kendisini eleştiren, "muhtar bile olamaz" diyen kesimin gazetecilerini, yorumcularını da seyahatlerine, resepsiyonlara, programlara davet ederdi. AK Parti tabanından hiçbir kitle ya da grup da çıkıp “Vaay bu adamın orada ne işi var!” diye köpürmezdi. Bu iş bir kuş ismiyle anılan (pelikan) çıkar grubunun Erdoğan’ı hem içerde hem dışarıda izole etmeyi hedefleyen lobi faaliyetleri nedeniyle değişti ve bozuldu.
Ancak sol ve katı laik mahallede öteden beri -hem de hala muhalefetteyken- varolan bir "safları sık tutun da araya kaynak yapmasınlar" tavrı var.
Safları esnek bırakan kendi mahallelerinin demokratlarına da hayatı dar ediyorlar. Bu ayrıcalıklı olma vehminden ileri gelen özgüven kuru sıkı tabancalarıyla hayaletlere ateş etmek gibi gülünç, grotesk hallere girmelerine sebep oluyor. Sanki bahçe çitlerini aşıp evlerine akın etmeye çalışanlar varmış gibi davranıyorlar. Oysa ne temellük ettikleri fikirler kendilerinin, ne de insanlık adalet mefhumunu, güçler ayrılığı kavramını onlardan duydu. Ne evleri altından, ne de çitleri sağlam.
Siyasetin aksı ve merkezi değişirken, katılaşıp otoriterleşirken, yolsuzluk istisna değil sistemik hale gelirken, keyfilik ciddiyet ve kurumsal hafıza ile ikame edilirken; bütün bunlara tam tekmil adapte olma dayatmasını ahlaki maliyetini düşünerek reddedenlere "iktidarın gideceğini gördü, şimdi muhalefette yer tutmaya çalışıyor" sığlığı ile mukabele edilmesi vahim bir kötücüllük içeriyor. Başkalarını bilmem ama benim için bunun geçerli olmadığını belirteyim: Benim derdim 'yer tutma' olsaydı, ancak ziyaretçi kartıyla girebildiğiniz kurumlardan size talimat yağdırıyor olurdum. Çünkü benim arkama iktidarı alıp o gücün imkanlarından yararlanma seçeneğim oldu, sizin hiç olmadı.
SALMAYANLAR İLE ALMAYANLAR
Anlayacağınız her iki mahallenin de sekteri çok. Tek farkla: İktidar mahallesindekilerin sekterleri hiçbir yanlışın sorgulanmasına katlanamadıkları için insan kaybetmekten mutsuz, "Neden gidiyorsunuz, azalmayalım, oturun oturduğunuz yerde, sen kızına sahip çık sen kendine gel” diye zabitanlık yaparken, muhalefetin sekterleri "çoğalmayalım, barışmayalım, az olalım” şeklinde bir strateji izliyorlar.
İki mahalle de en çok kendi kutuplaşma karşıtlarını, toplumsal uzlaşıya inanan demokrat mensuplarını mutsuz ediyor.
Biri dışarı çıkmayı yasaklıyor, diğeri zaten dışarıda olanları iyice dışarı kilitlemeye azmetmiş.
Oysa aslında zaten mahalle kavramı "passe"
Bitti. Sadece baskı, kınama, itibarsızlaştırma silahı ile hayatta kalan kendisini zehirlemiş bir mefhum artık. Bildiğimiz anlamda mahalle artık yok.
Bu hem kötü bir şey, hem de iyi bir şey.
Kötü bir şey çünkü güzel bir değerimizdi.
İyi bir şey çünkü bu ülkenin sorunları köklü renovasyonlarla çözülebilir. Düşüncesinin ve davranış alışkanlıklarının sınırı mahallesinin bitiş çizgisinde sona erenler bunu asla başaramaz. Bırakın başarmayı, hayal bile kuramaz.
Bu yüzden Buket Aydın’ın “Kendinizi hangi mahallede görüyorsunuz artık?” sorusunu hiç düşünmeden “Mahallesizler Mahallesi'nde görüyorum” diye cevapladım.
“Hiç de küçük bir kalabalık değiliz” diye devam ettim.
Çünkü ailece CHP’li olup "muhafazakarlara eziyet ettik, hatalıyız ve kaygılarını anlamalıyız" diyenler de orada , yıllarca AK Parti'ye oy verip olanı biteni hazmedemeyen , misal 2019’da İmamoğlu’na yapılan haksızlığı görünce gidip Ona 800 bin fark kazandıran da orada.
Kendileri sarayda yaşıyor ama bir kilo kıyma 250 TL, bu nasıl iş diyen adil düzenci amca da orada, HDP’ye oy veren ama HDP’yi özgürce eleştirebilen çünkü kendisini Türkiye’nin parçası gören kürtler de orada.
Ülkücü kökenli olup gerçek millet sevgisinin insanların temiz içme suyuna erişimini, sağlam binalarda oturabilme hakkını savunarak olacağını anlamış olan milliyetçi de orada, “Ben de bu vatanın evladıyım ve varlığımı sünnilerle hesaplaşma üzerine kurmuyorum, barışmak istiyorum” diyen aleviler de orada.
Tek derdi dürüstçe çalmadan çırpmadan, yalakalık yapmak zorunda bırakılmadan geçimini sağlamak olan, ötekinin değerlerine saygılı hakimler, mühendisler, mimarlar orada.
Patron baret temin etmediği için iş kazalarında hayatını kaybeden işçiler için öfkeli tweetler atan İslamcı genç orada.
“Biz bu insanlara hayatı dar ettik, üzerine bir de neden cemaatlere tarikatlara gittiniz diye suçladık” farkındalığına erişmiş Atatürkçü orada.
Belli ki bu liste uzun, o kadar ki Whatsapp, Instagram ve Twitter mesaj kutuma sadece iki gün içinde 800 küsur mesaj geldi.
“Ben de mahallesizler mahallesindeyim” diyorlardı.
Kimi de “İkametgahımı mahallesizlerin mahallesine nasıl aldırabilirim?” diye soruyordu.
Söylemeye gerek yok.
Seçimin kaderini siyaseti siyasetsizleştiren, kimliklerini başkalarını dövmek için kullananlar ya da "sopa elimize geçsin, biraz da biz dövelim" diyenler değil, siyasetin çözüm üretme aracı olmasını isteyenler ve herkes için yaşanılabilir bir Türkiye düşleyenler belirleyecek.