Din zemininde şekillenen sivil toplum, bir yandan siyasî kültürün demokratikleşmesini sağlarken, diğer yandan a) Ülkeyi ve toplumu küresel hegemonyaya, b) Ulusal totalitarizm ve otoriter siyasetlere, c) Yerel kabileciliğe ve marjinal gettolaşmalara karşı özgürleştirici fonksiyonlar görmelidir.
Bu aşamada sivil inisiyatif arayışlarının giderek önem kazanacağı açıktır. İçine girdiğimiz yeni dönemde sivil inisiyatifler kendini dinler ve kentler seviyesinde ifade edeceklerdir. İnsanlar kendini yeniden üreten totalitarizme karşı bireysel, grupsal ve toplumsal varlıklarını dinî kimlikleriyle ve eğer küreselleşme karşısında alternatif mukavemetler gösterebilme başarısını gösterebilirlerse kent kimlikleriyle ifade edeceklerdir. Etnik, mesleki, cinsiyetçi kimlik hissi zayıflayacak, kent ve din aidiyeti öne çıkacaktır. "Ben Türk'üm, Kürt'üm veya Fransız'ım" demek insanın varoluşsal aidiyet ihtiyacına cevap vermekte zayıf kalacaktır. Bu açıdan hak ve özgürlüklerin kullanımını "bireysel ölçek"te ele alan liberalizm yeni dönemin ideolojisi olmaktan uzak görünmektedir.
Tarihsel olarak Avrupa'da sivil toplum, ya kendisi iktidar olmuş kilise; veya aristokrasi ve mutlakiyetçi idareler üzerinden politik ve idari ceberutluğu paylaşmış devlete karşı burjuvazinin özgürlük ve özerk alan arayışı olarak ortaya çıkmıştır. Müslüman toplumlarda da bir ölçüde sivil inisiyatif toplumun devlet iktidarı karşısındaki özerkliğinin teminatı olarak addedilebilir. Şu farkla ki: 1) Batı'da baskıcı devletin ideolojisi meşruiyetinin bir bölümünü dinden tedarik ederken, bizde din (İslamiyet) toplumu devlete karşı bir kalkan olarak korumuştur. 2) Bizde sivil inisiyatif bir sınıfın değil, idarenin dışında kalan bütün toplumun arayışı ve serbesti alanıdır. 3) Batı'da sivil toplum, bireyin ve bir sınıfın özgürlükleri kendisinin tanımlayıp güdüleri, çıkar arzuları ve dünya ile ilişki kurduğu hazları üzerinden serbestçe yaşama talebini garanti altına alırken; Müslüman dünyada, sivil alan farklı din ve mezhep gruplarının kendi içtihatlarına ve dinî tefsirlerine göre dinlerini yaşayabilecekleri ve yaşadıkları alanlar anlamındadır. Sivil serbestlik, sadece siyasî iktidarın cebri tutum ve keyfi uygulamalarına karşı özgürlük demektir; dinî hayatın esaslarına ve dinî hükümlere aldırılmadığı, herkesin istediği gibi ve bireysel tercihlerine göre dinin sabitelerini değiştirme, bir kısmını alıp bir kısmını atmaya kalkıştığı alan değildir.
Bir Müslüman hak ve özgürlükleri kendi nefsinin öngörülerine göre tanımlayıp belirlemeye kalkışmaz, eğer sahiden inanmışsa bunların her birini usulüne uygun bir biçimde dinin temel kaynaklarına göre bulup çıkarmaya çalışır. Bu açıdan liberal özgürlükler ve liberal hak tanımları ile Müslümanlık arasında çoğu zaman isim benzerliğinden başka bir yakınlık olmaz ve bu son derece doğaldır.
Bu çerçevede "Avrupalılığın" veya "liberalizmin" Avrupa kimliğinin temel aidiyet veya kimlik ihtiyacını karşılayacağı kuşkulu görünmektedir. "Avrupa veya Avrupalılık" birleştirici bir kavram inşa edemiyor, her seferinde etnisiteyi ve ırkçılığı üretiyor. Birden fazla aşiret ve kabileyi şemsiyesi altında toplayabilen "kavim gerçeği"ni Avrupa düşüncesi ırk temelinde "etnisite"ye indirgediği için her etnisitenin kendi bileşenlerine ayrılması kaçınılmazdır. Papa 16. Benedict, bu yıkıcı sürecin önüne geçmek amacıyla yeni aidiyetin "Hıristiyanlık" zemininde teşekkül etmesi gerektiğini söylemektedir. Ona göre, salt Avrupalılık insanları etnisiteye geri götürüyor ve parçalıyor. Bu, kaale alınması gereken bir öneridir. Şu var ki, tarihsel din çatışması Avrupa'nın "din şemsiyesi" altında toplanma projesi olmasını zorlaştırıyor. Papa bunun farkında ve fakat başka bir çıkış yolu göremiyor. Bu yüzden AB anayasasına "Hıristiyanlık" kaydını geçirmek istiyor. Açıkça şunu söylüyor: Tanrı inancını kaybetmiş Avrupa uzun süre yaşayamaz. Sadece Avrupa değil, beşeriyet yaşayamaz, canlı hayat devam edemez.
ZAMAN