Kim bilir kaç kere tekrarladım; Türkiye, işe yarar kavramları kısa sürede kendisine benzetmeyi çok iyi beceren bir ülke.
Mesela “sivil toplum” kavramı. Her şeyden önce, totaliter sistemi anlamak ve onunla mücadele etmek için icat edilmiş olan bu kavram, ithalinden kısa bir süre sonra özniteliğinden eser kalmayan tuhaf bir “varlığa” dönüşmedi mi bu ülkede?
Ama “lafa gelince”, bu kavramı da benzerleri gibi yere göğe sığdıramıyoruz. Varsa “sivil toplum” yoksa “sivil toplum”!
Ama bakın, daha geçen gün bir konfederasyonun, yani Kamu Emekçileri Konfederasyonu'nun, yani KESK'in, yani 250 bin üyesiyle “sivil toplum” içinde yer alan bir kuruluşun jandarma ve polis marifetiyle (ellerinde mahkeme kararı eksik değil tabii ki) aranmasına, raflardaki ve bilgisayarlarındaki dosyalarına el konulmasına, 30'dan fazla yönetici ve üyesi gözaltına alınmasına rağmen “sivil toplum”un kılı bile kımıldamadı.
Birkaç kuruluş dışında kimseden ses yok. Gazeteler deseniz, Radikal'de olmasa kimsenin haberi olmayacak.
KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek, jandarmanın il sınırlarını aşan hukuk dışı bir operasyon yaptığını söyleyerek “KESK, terör örgütü operasyonuyla ilişkilendirilmeye çalışılıyor. Bunu kabul etmek mümkün değil. Kınıyoruz. 250 bin üyesi olan bir demokratik kitle örgütü aranırken tek savcı bulunmaması kabul edilemez” diyor.
Gerçekten tuhaf bir ülkede yaşıyoruz. İki gün önce kamu emekçilerinin maaşlarında yapılması düşünülen artışın pazarlığını yapmak için masaya oturduğun bir konfederasyon, iki gün sonra jandarmanın başlattığı ve hemen herkesin haber yapmaktan imtina ettiği bir operasyonun hedefi olmuş.
Burada KESK'in amacını, ilkelerini ya da politikasını tartışacak değiliz, çünkü yeri ve zamanı değil. KESK şöyledir böyledir; uzlaşmazdır ya da bünyesinde Kürt sorununun teşhisinde farklı görüşler taşıyanlar da vardır. Bunları konuşmanın sırası değil. Bugün bizi ilgilendiren tek husus, bu konfederasyon da, amacı, ilkeleri, tüzüğü vs açıkça ilan edilmiş yasal bir memur örgütü olmasına rağmen PKK “Türkiye Meclisi”nin bir şubesi muamelesi görmesidir. Bir de tabii, bu muameleye hemen herkesin kayıtsız kalması- kalabilmesidır.
Yoksa bu alanda da -Tandoğan'ın ünlü sözünden esinlenerek söylersek- “Bu memlekete sivil toplum gerekiyorsa, onu da biz oluştururuz” havası mı hakim?
Söylediğim gibi, gazeteler içinden Radikal'e teşekkür borçluyuz bu konuda. Baş sayfasından verdiği “KESK'e PKK gerekçesiyle operasyon” başlıklı fotoğraflı geniş haberi için. Haberin iç sayfada “KESK'lilere şafak baskını: 35 kişi gözaltına alındı” başlığı altında yer alan daha da geniş devamı için.
İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nden alınan arama ve gözaltı kararları doğrultusunda Ankara, İstanbul, İzmir, Van ve Manisa'da çok sayıda ev ve işyerine baskın yapılıyor. Bu baskınlara ilişkin şu haber de Radikal'den: “Eğitim-Sen'li öğretmenlerin okullarına bile baskın yapıldı. Dersler sürerken, sivil giyimli ekipler, şüpheli gördükleri öğretmenlerin dolaplarında arama yaptı, kimilerini gözaltına aldı.”
Manzarayı hayal edebiliyorsunuz değil mi? Öğretmenleri, öğrencilerin gözü önünde, sınıfta, PKK'nın “Türkiye Meclisi” adlı bir ağın üyeleri olarak gözaltına alınıyor, dolapları aranıyor…
Şu haber de aynı kaynaktan: “Yine aynı saatlerde İstanbul'dan Ankara'ya giden bir yolcu otobüsü Kazan gişeler bölgesinde durdurularak, Eğitim-Sen Kadın Sekreteri Gülçin İsbert gözaltına alındı.”
İnsan sormadan edemiyor: Bu ne acelecilik böyle… Gözaltına alınan kişi Kazan gişelerinde gözaltına alınmasa yolda otobüsü durdurup Kazan dağlarında kamp kuran “Türkiye Meclisi”ne mi katılacaktı yoksa?
Bakalım “KESK'e operasyon” çerçevesinde gözaltına alınanlarla ilgili nasıl bir süreç yaşanacak? “Torbalı'dan gelen bir ihbar mektubuyla başladığı” söylenen operasyonun sonu nasıl gelecek? Gözaltına alınanlar serbest mi bırakılacak yoksa tutuklanacak mı? Tutuklanırlarsa haklarında hangi iddialar dile getirilecek, haklarında nasıl bir iddianame düzenlenecek? Dava açılırsa bu dava ne zaman ve nasıl sonuçlanacak? Bunları hatırlatıyorum, çünkü biliyorsunuz, bir dönem herkesi çok meşgul eden “Mecidiyeköy bombacısı”nın akıbetinin ne olduğundan bile habersiziz. Dolayısıyla bu “operasyon”u da kısa sürede unutacağımızdan emin olabiliriz.
Ama o öğrenciler, öğretmenlerin dolaplarının sivil kıyafetli jandarma ekipleri tarafından gözlerinin önünde aranmasını ve onların gözaltına alınmasını hiç mi hiç unutmayacaklar.
Sonuç olarak şöyle: Türkiye'de adına “sivil toplum” denilen şey -her ne ise- eğer bu sıfatı hak etmek istiyor ise, sivilliği üzerine daha ciddi düşünmeyi öğrenmelidir.
YENİ ŞAFAK