"Sivil şehit" olmaz. Bu konudaki itirazlarında Bahçeli baştan sona haklı. "Şehitlik makamı"nı kanunla veremezsiniz.
Vermeye kalkarsanız karşınıza çözümü olmayan bir yığın sorun çıkar.
En başta, bu tabir ve makam, dinî bir muhtevaya sahip. "Seküler şehitlik" olamaz mı? Olamaz. Çünkü kavram, etimolojik kökeninden soyutlanamaz. Kavram doğrudan dinî bir hükmü üstünde taşıyor. "Allah yolunda ölenler..." Allah'ın nimetlerine "şahit" oldukları, kıyamet günü Peygamber'in yanında münkirler aleyhine "şahitlik" yaptıkları için "şehit" unvanını alıyorlar. "Sivil şehit" tabiri yerine aynı anlama gelen "sivil tanık" tabirini yerleştirdiğiniz zaman durumun garabeti daha kolay anlaşılıyor.
Meclis, dinî bir referansa dayanan kanun çıkartamaz. Çıkartırsa, laiklik prensibini çiğnemiş olur. Laiklik prensibinin en açık şekilde yorumlanabileceği somut bir durum: Meclis yasa çıkartıp kimseye dinî niteliği olan bir unvan veremez. Tek yetkili makam fetva makamıdır. Otorite Din İşleri Yüksek Kurulu veya Diyanet İşleri Başkanı'dır. Din İşleri Yüksek Kurulu "Terör mağdurlarına şehit denebilir mi?" sorusuna cevap verebilecek yegâne mercidir.
Genç kalemlerden Abdurrahim Boynukalın, Taraf gazetesinde bir süre önce TSK ile PKK arasında "şehitlik" üzerinden yürütülen mücadeleyi konu alan ilginç bir makale kaleme almıştı. Şehitliğin içine dinî olmayan bir muhteva yerleştirmek çok zor. "Vatan için... bayrak için" hayatını feda edenler de, Müslüman toprağını savunmak "farz-ı ayn" olduğu için şehit olmuş sayılıyor.
"Bütün dinlerin şehidi vardır" itirazı da doğru değil. "Şahitlik" yani "tanıklık" üzerinden tasavvur edilen "şehitlik" makamı sadece İslâmiyet'e özgü. Yabancı dillerde kullanılan "martyr" kelimesi, "şahitlik" yerine acı ve ızdırap çekmeyi yani "mazlum" olmayı öne çıkartıyor. Hıristiyanlığın yasaklı olduğu ilk üç asırdan kalma bu tabir, büyük işkencelere maruz kalan Hıristiyanları yüceltmek için ortaya çıkmış.
Cihan Harbi'nde, Millî Mücadele'de hayatını feda eden gayrimüslimler? İslâm itikadınca onlar şehittir. Sevag Balıkçı'da öyle. Çünkü söz konusu olan vatanın müdafaasıdır. Doğrusunu Allah bilir.
Hayatı kutsamak insanî bir çaba. Acı bir kaybı kutsallık halesi içinde saklamak da öyle. Kutsallık söz konusu olunca hemen müesses dinlerin kutsallık kodlarının devreye girmesini de doğal karşılamak lâzım. Acılarımızı kutsayarak hafifletmek ve yüceltmek için müesses dinlerin kültürümüze yerleştirdiği kavramlar hemen imdadımıza yetişiyor. Ancak üzerinde sakin bir şekilde düşününce kavramlarla elimizde tuttuklarımızın birbirine uymadığı ortaya çıkıyor. Şehitlik kavramı ile terör mağdurlarına verilecek "sivil şehit" unvanında durum tam olarak böyle.
Hrant Dink üzerinde yoğunlaşan "şehitlik" tartışmasını, onun hatırasına saygısızlık olarak görüyorum. Onun bıraktığı iz, bu tartışmada zarar görüyor. Hrant Dink, Türkiyenin karanlıktan aydınlığa geçişini simgeleyen çok değerli bir figür. Farklı olana karşı önyargılar onun mazlum duruşu ile kırıldı. Türkiye bugün daha demokratik bir ülke haline geldiyse, devlet içindeki çetelerin işlediği cinayetlerin sonunu getirdiyse bir mazlum olarak bu işte Hrant'ın büyük katkısı var. Rahat bir nefes aldığımız yakın tarihi onun trajik hikâyesine yer vermeden yazmamız da imkânsız. Hrant Dink bir terör mağduru. Öyle büyük bir mağduriyet ki, devlet terörü bu ağır yükün altından kalkamayıp çöktü. Hepimizin vicdanı kanamaya devam ediyor. Hatta onun sayesinde birçok insan vicdan denilen bir hazineye sahip olduğunu keşfetti.
Radikal'de Eyüp Can ve Cüneyt Özdemir'in Bahçeli'ye itirazlarını yeniden gözden geçirmeleri lâzım.
Hrant Dink bizden "şehitlik" unvanı mı beklerdi? Şehitliği tartışmamak, Hrant'ı da yattığı yerde muazzep etmemek için bu mevzuyu sona erdirmek lâzım. Bana kalırsa Hrant'ın hatırasına "aziz" unvanı daha çok yakışıyor.
ZAMAN