Türkiye’ye yön veren irade ‘Kürt sorunu’yla hiçbir şekilde ciddi olarak yüzleşmedi. 1984 yılında PKK, Siirt’in Eruh ilçesinde karakol bastığında bu baskının geçici ve önemsiz bir baskın olduğu düşünüldü. Bunu başka baskınlar izledi.
PKK bölgede ciddi bir iktidar gücü haline dönüştü.
Bunun üzerine konu ‘terör’ olarak tanımlandı ve bu güçle mücadele de ‘terörle mücadele’ olarak ifade edildi. Konu böyle tanımlanınca ‘teröristler’in maddi ve manevi desteği olarak düşünülen ‘bölge halkı’ baskı altına alındı. Bu amaçla köyler boşaltıldı. Onlarca, yüzlerce köylü güvenlik güçlerinin hedefi haline geldi.
PKK’yla doğrudan ya da dolaylı ilişkisi olduğu düşünülen, ya da onlarla hiç ilişkisi olmayan yöre halkı, bu süreç içinde çok acı çekti. Baskı ve yıldırma yoluyla PKK’nın kitlesel desteğinin yok olacağı fikri, bu uygulamayı hayata geçiren devlet güçlerinin beklentisiydi.
Yörenin önde gelen aydınlarının devlet içindeki bazı güçlerce katledilmesi, faili meçhul cinayetlerde yüzlerce yöre insanının yok edilmesi, aydınların korkutularak yöreden kaçırılması gibi akıl almaz yöntemler hepimizin gözü önünde uygulandı.
Ne oldu bunun sonucunda? Kürtler milli kimliklerini savunmaktan vaz mı geçtiler?
Devlete daha fazla güven mi duymaya başladılar? PKK’nın desteği mi kesildi?
***
25 yılın sonunda PKK 350 kişiyle bir sınır karakolu basacak bir gücü koruyorsa, uygulanan siyasette temelden bir yanlışlık olduğunu hâlâ göremeyecek miyiz? Bu saldırıya katılan gençleri PKK nereden buluyor? Tabii ki bu ülkenin çocukları arasından. Hâlâ yüzlerce genç dağlara çıkıyor.
Şu gerçeği kabul edelim, bu sorun yalnızca ve asli olarak bir ‘terör’ sorunu değildir. Burada çok temel bir kimlik sorunu olduğu gerçeği, varlığını her geçen gün daha fazla hissettiriyor. Bunu askere havale edemezsiniz. Asker bu konuda asıl karar verici olarak devam edemez.
Türkiye büyük bir ülke. Türk Silahlı Kuvvetleri dünyanın en güçlü ordularından birisi. Ancak PKK ile baş edilemiyor. Çünkü, teşhisi yanlış yaparsanız, ya da asıl gerçekle yüzleşmekten kaçarsanız, bütün gelişmiş silahları alsanız da, bütün paraları silahlı güçlerin emrine verseniz de sonuç değişmeyecek.
Bu kez de sanki sorun daha önce olduğu gibi yine başka yerde aranıyor. Zannediliyor ki, sorunun asıl kaynağı Kuzey Irak. Kuzey Irak bir sonuç. Orayı tamamen yok farz etseniz bile bu sorunun varlığını sürdüreceğini artık görmeliyiz. PKK, Kuzey Irak’ta mı doğup gelişti?
Önümüzde DTP davası var. Bolu’daki savcının ve mahkemenin tutumunu gördük. ‘DTP’li öldürülsün’ çağrısı yapan gazetecinin ‘fikri’ni söylediğini düşünen hukukçular, seçim alanlarında ‘Kürtçe’ konuşan siyasetçileri ‘Türklüğü aşağılamakla’ suçlayabiliyorlar. Kandil Dağı’na gidip söyleşi yapan gazeteci Sebati Karakurt, ‘terör örgütü propagandası’ gerekçesiyle mahkûm edilebiliyor.
‘Kürt sorunu’ bir kez daha tekrar ediyorum, siyasi, sosyal ve toplumsal bir sorundur. ‘Terör’, bu sorunu kangren haline getiren yanlış siyasetlerin çocuğudur, ürünüdür. Aslı siyasi olan bu sorunu, temelden çözecek olan da siyasi planlardır ve siyasi iradedir.
Asker tabii ki askeri alanda, güvenlik alanında mücadele edecektir. Ancak sorunu çözecek olan bir kez daha ve ısrarla vurguluyorum ki siyasi iradedir.
AKP iktidarı bu çözümün asıl adresidir. Muhalefet partileri de çözüm için Meclis’i adres görmeliler ve göstermelidirler. Ne yapılacağına ve çözümün nasıl üretileceğine Meclis karar vermelidir.
Bu inisiyatif gösterilmeden hiçbir köklü çözüm adımı atılamaz. Bu iş sivil alana bir an önce taşınmalıdır. Meclis’te onlarca Kürt milletvekili bulunuyor. Bu konunun ilk muhatapları onlardır. Önce onlar konuşmalı, onların ne dediği dinlenmelidir. Ardından bölge halkının talepleri dikkate alınmalıdır.
Artık siviller konuşmalı ve sivil çözüm iradesi öne geçmelidir...
RADİKAL