Dernek binasında yapılan sunumdan başlıklar şu şekilde:
Değerli arkadaşlar, Fransız İhtilali ile başlayan dönemin aslında Osmanlıda da başladığını söyleyebiliriz. Çünkü bir toplumun değişim dönüşümü birdenbire olmuyor. Belli bir sürece dayanıyor.
Osmanlı aydınları/münevverleri ve uleması dünyadaki olaylardan haberdardı. Osmanlı'daki azınlıklardan dolayı yönetim yeni bir yapılanmaya gidiyordu. Böylelikle içerideki hareketlenme dış baskı ve benzeri etkenler Islahat Fermanı'nı doğurdu.
1789'da birlikte milliyetçilik arttı Tanzimat Fermanı ile Osmanlı bambaşka bir sürece giriyor. Resmen somuttan soyuta kayış başlıyor.
Cumhuriyetle birlikte bu, had safhaya çıkmıştır. Öncesinde de Osmanlı olup biten hemen her şeyden haberdardı ve kendisi de bundan ister istemez etkileniyordu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin bu sürece girmesi ile Batılılaşma artmıştır.
Böylelikle devlet hakları arttırılıyor birey arka plana atılıyor.
Yani devlet merkezileşiyor.
Zaten milliyetçilik, dünyanın her tarafına yayılıyordu. Osmanlı bundan kaçamıyordu.
İttihatçılar ve sonrasında gelen Cumhuriyetle tek parti dönemi bunun bir sonucuydu.
Arkadaşlar, islam hukuku devletin sürekliliği için revize ediliyor. Devleti koruma amaçlı kanunlar çıkarılıyor.
Sözde bireyi koruma adına çıkarılmıştır.
İttihat Terakki bu amaçla yapıyordu birçok şeyi. Cumhuriyet hazırlanan dönemi anlatıyor. Aslında bunlar bir zincirin her bir halkası gibi birbirine bağlı ve birbirini etkilemiştir.
Bu kitapta Atatürk döneminde pek girilmiyor. Cumhuriyet dönemine pek de inmemiştir bence bu kitabın en büyük eksikliği diyebilirim.
Osmanlıda ulemada değişiklik tanzimatla birlikte gerçekleşmiştir. tanzimatla birlikte yapısı işleyişi başka bir boyuta evriliyor.
Bununla birlikte ulema bürokratikleşiyor. Adeta devleti koruyan bir memur haline getiriliyor.
Kanun ve hukuk daha önceden birey, toplum ve Tanrı hakkını gözetirdi. Ulema da bu doğrultuda fıkhederdi. Lakin ulema bu süreçle evrilmiştir.
İlim ve hukukla ilgili ictihat edenler bu konuda devletin istediği doğrultusunda kararlar uygulamışlardır yani ulema devletleştiriliyor.
Din ve hukuk devlete tabii hale getiriliyor.
Cumhuriyetle birlikte ulémanın 3/4 yeni yönetime entegre olmuştur. Devlete ve iktidara karşı çıkanlar yurt dışına çıkmış veya sürgüne gitmiştir ya da İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanmıştır.
Böylelikle toptan değişimi iyi yakalayan Mustafa Kemal seküler ve laik bir dünya görüşüyle bugünkü devletin temelini atmıştır. Devletin alt yapısını aslında Osmanlı'nın son döneminden kalan aydın ve bürokrasi ile yapıyor.
Zaten Cumhuriyet alt yapısını İttihat Terakki ve daha sonraki süreçten almıştır.
Arkadaşlar, kısacası Türk hukuk tarihinin son dönemlerine ışık tutan bu kitapta yazar, Tanzimat sonrası Osmanlı Ceza hukuku ile Türkiye Cumhuriyeti Ceza hukuku arasında bir kopukluğun olmadığını ve bu iki dönem arasındaki değişim ve gelişimin de dünyadaki genel eğilime paralel olduğunu ortaya koymak ister. Ona göre dünyadaki bu genel eğilimin adı “hukuki soyutlaşmadır.”
Yani hukuk sisteminin sosyal bağlamından kopması ve artık kendisini teşkil eden toplum adına değil de kendi soyut ideal varlığı adına işlemeye başlamasıdır. Yazara göre hukukun soyutlaşması sürecinde din de nasibini almış ve yeni konumuna oturmuştur.
Yazarın ifadesiyle bu konum hukukun birey ve toplum hakkından çıkıp devlet ve bürokrasi eline geçmesidir.
Bütün bunları anlatan şu söz akla geliyor: "Hak yok, vazife var." Ziya Gökalp'a ait olan bu söz aslında bize olayı ve olup biten her şeyi özetliyor.